Konuk Yazar: Oytun Efe Kuru
Safed’in Aslanı Isaac Luria’ya…
“Kişinin vakti, bağrındaki deryanın incisidir; yarın kıyamet günü bu incileri mahşerin zeminine çarparlar.” -Hallacı Mansur
İhanet kabul etmez yahut,
Değeri düşürülemez;
Aşağıladıkça ya da tiksindikçe sırrın esrarını,
Hakikatin uçurum eşiğinden.
Göğe çıkılır ve seyr-i sülûk eylenir
Hem de,
Yer altına inilir,
İşbu astral ışığın gümüşi kıvılcımları
Kurtarılırken amansız klifottan
İyilik ve kötülük
En soyut ve saf hâliyle illüzyon olamaz artık.
Büyünün ve efsunun hükmü kalkar,
Gözlerden ırak taşralardaki
Kibir ve haset tüten yapışkan tenleriyle,
Yahut sıralanmış esmer şatolar içre,
Uçucu dalınçlarıyla delip yer altını,
Ve umarsız hercai ıslıklarıyla
Zifiri nurları çığırırcasına çağıran kudretli şarlatanların,
Kan emici yorgun ihtiraslarından!
Bir yanda yobazlar, diğer yanda inançsızlar,
Kristalize olarak katmer katmer çözüldükçe çözülür,
Yalanın yutucu mihrabı boyunca kör,
Pörsümüş nefisler arınırken,
Çekilmiş millerinden, sızdıran kalp gözünden.
Tam o esnada vakfe ile döner,
sırrı mukaddes yâranında,
ferd-i yektalığın eteğinden sessizce geçip gider olan,
Dokunaklı kıyam sonlarından
ve âb-ı liraz sonsuzluğundan,
Üflenmiş iliksi ruhlar,
Açarken cennetin ve cehennemin yeşil mor kanatlarını ulu ezgileriyle,
Ain Soph’un aydınlığından!
Çağır! Kimdi senin gözlerinden bakan?
Nefes aldığın ve verdiğin kutsal ömürde,
Ruhunu bedene bağlı tutan.
Her bir an doğanın İlliyyûn mührü,
Genişletti bağrındaki gökyüzünü,
Birbirine sarınıp imrenleşen,
Ve çarşaflanan zıtlıkların duhanlı dikotomisinde,
Evreni rahmimden doğuran Rahman.
Safed’in aslanı ve hep bir nadir kızıl şaman,
Yaşar ve tanışırlar,
Kozmogonik lüsid rüyalarımın
saydam odalarında haykırır temsilleri:
“Akıl kalbin içine düştü,
Kalp, aklın içinde büyüdü,
Ain Soph yaratmak için seni,
Kendi içindeki boşluğu gördü,
Ve göz bebeğindir artık tehiru!”
Işık yutar ve kendimi yansıtır,
Ben aynada Allah’a bakarken:
Çözül,
Çözül artık!
Süt mavisi peygamber lahitlerinin
Kutsal sessizliğinde,
Yalnızdır hakikatin yolcusu,
Kan kardeşliklerinin dostu olan!
Mistisizm,
İşte,
çöl sunaklarının sulh-i mermer kapıları eşiğinde,
Ah,
O sitâre çatlatıcı eşsiz gülüşüyle,
Bir başınadır!
Bir başınadır!
İnsan dölünün tanımlanamaz sahte nefsi müdafaalarında,
Külliyen özgür sanışında kutlu bedenini,
Derin aldanışında!
Yatır beni mezarına ve soy yüreğimi!
Ey erken ölen Mesih!
38’lik İshak Luria
Kim kaldı artık bu dünyada?
Günahlarımızı üstlenecek ve,
Kurtuluşu tattıracak bir kasırga.
Girdaplarla emsin orkide elin sıvı elmaslarımı,
Ve ufka doğru da hızlıca gayb olsun,
Pür-i pak nurun…
Artık her şey gerçektir,
Ve kralınsındır kimsesiz çölümün,
Bir orman kıyısı da değildir asla,
Gözlerinin bucaksız falezleri.
İşte bir garip çocuktum!
Ve ellerimi tuttun,
Yıkadın ruhumu,
Yok oldum dokusu silkinmez yelelerinin altında,
Ve bakakaldım ardından süvari gidişine,
Uğurlar, uğurlar olsun!
Bu bir veda değil, veda değil!
Çünkü nurların nikâhıdır, nur nilidir uçmak olan.
Allah’ın arşındaki tahtın suskun koruyucusu,
Hatırası kutsanan ululanmaz üryan aslan.
-II-
Dokungaçlarını silkip atarken Yahudi
Gül dudağı şimdi
Tadını almışken kızıl hikmetin telaşlı
Ve yüzeylerde kaygan bir nefesken,
Kendisine sorduğu soru selametle mercanlaşır;
“Bu yurt tutuşlara nasıl geldim?
Nasıl bu denli serinledim”
Verandada liken kokusu
Zemheride odun
Mümkünler zennesi belki
Varlık ve yokluk ipliği:
Kemiğin iliği
Mum ışığı ve renk renk dizili perdelerde
Gözlerinde Sina vizyonlaşır
O’nun toprağa döndüğü ve
Çiçek uçurduğu yerde
dağ ikiye kıvrılır
Yumuşak damak titreşim tınısı
İlkin lenf sıvısı
Kan kavşağı ve keçi sütü
Küreleşiverir,
Unutmanın ve hatırlamanın aynı olduğu
Hikmetli yokuşta.