Dışarıda hatta mümkünse kalabalık bir ortamda yürüdüğümü, ânı yaşamaktansa günlük hayatın rutinlerine bağlı bir şeylere yetişmeye çalıştığım bir günü hayal etmeye çabalıyorum. Epey oldu bu durumun içinde olmayalı, hayalini kurmakta zorlanıyorum demeyi zorunluluk görüyorum. Yürüyorum, etrafım insanlarla dolu. Dakikaların geçtiği o anların farkındalığı sadece kelimelere döküldüğünde var, telaşımdan mütevellit zamanın akışını hissedemiyorum. Sadece vücudumun düşüncelerimden ve hızlı yaşadığım günlerin temposundan yorulduğunu hissediyorum. O an, hem her gün hem hiçbir gün gibi benim için. Her günden bir parçayı ama aynı zamanda uzun süredir içinde bulunmadığım durumdan çok daha büyük bir parçayı barındırıyor içerisinde. Düşünüyorum da bir yandan, bunca kalabalık içerisindeki her insan kendince önem arz eden şeylere yetişmeye çalışıyor. Yaşamadıkları hatta yaşamayacakları hayatların, çeşitli varsayımlar üzerine kurulan gerçeğimsi düşlerin peşinden koşuyorlar. Kendi durumlarının ötesindeki hiçbir şeyi önemsemediklerini ve benmerkezciliği sezinliyorum, bu kalabalıktaki bunca insan nasıl olur da her şeye yeteri kadar odaklanır ki zaten? Kendilerince sıkıntıları, üzerine kafa yormaları gereken sorunları, mutluluktan ağlayacak kadar güzel haberleri, çıkılmamış nice yolculuklar üzerine planları var. Evrenin kendilerinden habersiz plan yaptıklarını unutarak yaşıyorlar. Varmam gereken yere yürüme mesafesiyle on beş dakika kadar kaldı. Toplu taşıma kullanmamayı, kalabalıklar arasından süzülmeyi tercih ediyorum. Ne de olsa gösterdiğim olağanüstü duyarlılık durumu dakikalar sonra son bulacak diye düşünüyorum. Etrafımı izleyip, insanların hayatları hakkında hikayeler oluşturup zihnimde kendimle tartışmaya başladığımı fark ediyorum. Birbirinden farklı hayatlara sahip olduğunu sandığım insan topluluğu hakkında düşünme gereksinimi duymamam uyarısıyla irkiliyorum. Ben sadece bunca zamandır bu kadar kalabalık içerisinde bulunmamış olmanın kafa karışıklığını yaşıyorum diye savunmayı da ihmal etmiyorum kendimi. İçinde bulunduğum kalabalığı midem almıyor zaten, kocaman yolda yürümeye çalışan küçücük ve fark edilmeme çabasına sahip bir varlığım. Düşünüyorum ya insanlar hakkında, istemiyorum bana bakmalarını. Ya zihin dünyamın içerisine nüfuz ederlerse? Korkuyorum. Kendime odaklanmaya çalışıyorum. Sorumluluk ve görevlerime, içimde heyecanını yaşadığım her düşünceye. Bir yandan da kafamı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum. Bulutların aldığı şekiller hakkında içimde bir münakaşa gerçekleşiyor. Eğleniyorum kendi kendime. O kadar insanın içerisinde kendimle vakit geçiriyorum sanki aylardır geçirmiyormuşçasına. Alışmış olmak kavramının ağırlığını içimde yoğunca hissediyorum. En azından alıştığım şeyin hiçbir dış etkene bağlanmadığını düşünüp seviniyorum da bir yandan. Bir pasajın önünde duruyorum, içerisi hayli kalabalık. Düşünüyorum girmeli miyim diye, kendimi yadırgayıp durumun nedenselliği üzerine düşünmeye başlıyorum; konu nasıl oluyorsa kestirip atamadığım, aklımın bir köşesinde açık olan sekmelerdeki çözülmemiş konuların, kapanmamış defterlerin rahatsızlığına geliyor. Silkeleniyorum. İçeri girmeli miyim? Pasajın kapısında sadece zihnimdeki düşüncelerle geçirdiğim vaktin gerçeğiyle yüzleşiyorum. Hâlâ tek iletişimim kendimle. Tekrar yöneltiyorum kendime içeri girip girmemek hakkındaki soruyu. Gene içimde tarifsiz, en derinlerden gelen bir endişe. Sadece sorunun yöneltilmesinin bile beni rahatsız ettiğini fark edince, kendime saygı duyuyorum. Yoluma devam etme vakti. Neydi bu kadar huzursuz eden, kendimle hatta geçmişimle yüzleşmemi beraberinde getiren yük? Aniden önümde bir kedi sürüsü beliriyor. Beni bulunduğum rahatsız edici duygu durumundan çıkartan, sorgulamamın da cevapsız kalmasına neden olan bir anın içerisindeyim. Saniyelerin yeniden aktığını en rahat olduğum, âna odaklandığım dakikalarda hissediyorum. Gitmem gereken yere epey geç kaldım. Aylardır ilk defa özgürlük kavramının önemini en derinlerde hissettiğimi düşünüyorum. Kendimi affediyorum, beni bekleyen insanların da affedeceğini umarak. Anlık dakik olmamanın mübahlığı içimde en derinlerde hissediliyor. Varmam gereken yere yalnızca beş dakika kaldı. İçimde, yaşarken rüyadaymışım gibi hissettiren her neyse bastırmaya çalışıyorum. Ne çok yeni normalim, çoktan geride bıraktığım rutinlerim varmış diye düşünüyorum. Kendimi topluma entegre etmeye, hayatın içinde rüyada olmamaya çalışıyorum. Çaba gösteriyorum adeta. O uzak geçmişteki normale olan duygularımın açığa çıkmasına izin vermeliyim diye düşünüyorum. Yalnızca kendimin, düşüncelerimin, hayal gücümün, beni iyi hissettiren birkaç nesnenin varlığının hafifliğine zaman zaman da ağırlığına alıştım. İnsanların varlığının üzerimdeki yükü ve içimde korkuyla oradan oraya koşuşturan küçük kıza eziyet ettiğim düşüncesi yankılanıyor. Kendime dönüyorum; sorun teşkil edecek kadar yoğun bir yaklaşıma sahip olduğum durumların, beni yormayacağı günlere geleceğini umut ederek.
‘Avuçlarımın içinde bir dünya var
Ben yaşadıkça, benimsedikçe varlığımı
Büyüyen bir dünya
Kendiliğimle beni özgür hissettiren hatta gerçekliğin orada var olduğu bir yer
Benden bağımsız geliştiğine inandığım her durumun
Benim sorumluluğumda olduğu ve o sorumluluğun beni ben yaptığına inandığım
Her geçen gün değişen dünya şartlarının farkındalığını yaşatsa da,
Mutluluğuma köstek olmayan bir dünya burası
Avuçlarıma dönüyorum,
Hiçbir canlının katledilmediği, dilediğimce haykırabildiğim, beni ben yapan değerlerin sorgulanmadığı ütopyama’