Bulutlara dokunurcasına yüksek duvarlarla çevrili masmavi havuzu olan bahçesi, tarihi yapılara benzeyen sarı kulpuyla kahverengi kapısı, geniş mermer merdivenleri ile masallardaki büyülü köşkleri andıran bu ev. Annemle her sabah geldiğimiz bu yeri anlamış değildim.
Annemin ablam ve bana ayırdığı zamandan daha çoğunu Ali ve Eda’ya ayırıyor olması, akran olmamıza rağmen Eda’nın benimle hiç oynamıyor olması, benim ise gün boyunca bir yerlerde saklanıyor olmam gerektiği hissi. “Acaba annem ortalıkta pek görünmemesi gereken biri olduğundan mıdır bu his?” diye düşünüyordum.
Her gün annem beni “Uslu dur, ses çıkarıp rahatsızlık verme!” gibi uyarılarla ufak bir odaya koyuyordu. Yumuşak sarı bir halı, sıkıcı türden birkaç oyuncak, sevimli bir çocuk masası, bu evden daha haşmetli bir dünya veren kitaplarım ve köşeden bahçeyi gören dar penceresi olan turkuvaz boyalı bir odaya.
Bu küçük odada çok şey gözlemledim ve öğrendim.Kitaplarla oluşturduğum dünyam zevkli ve tatmin ediciydi. Fakat, neden ben ortalıkta görünüp ses çıkarmaması gereken kişiyim diye sormaya başlayınca ve kısa süre sonra ben de oynamak istiyorum demeye başlayınca her şey değişmiş gibiydi. Turkuvaz boyalı odam siyaha çalıyor, yumuşak halımda dikenler bitiyor, kitaplarım beni kandırıyor, pencerem ise Ali ve Eda’yı gördükçe yasaklı fikirlerimin ağırlığını arttırıyor.
Bu düşünceler ruhumu sarıp, zehirli bir sarmaşık misali kitaplarla dolu dünyamı zehirlediğinde artık bu durumu değiştirecek güce geldiğimi anlamıştım. Öncelikle bu devrimi somutlaştırmaya karar verdim. Beyaz bir kağıda bu günün tarihini ve bana her zaman cesaret vermesini istediğim o cümleyi yazdım “Bugün sıkıcı hayatının son günü!”. Sandalyeden kalktım. Tıpkı savaşa girmeye hazırlanan bir asker misali dimdik ayaktaydım. Üzerimi düzelttim ve doğruca olmak istediğim yere, Ali ve Eda’nın yanına gittim.
Ben yürüdükçe, büyük bir kararlılıkla atmaya başladığım adımlarım gücünü yitirmeye başladı. Bakmaya doyamadığım rengarenk çiçeklerle dolu bahçeye çıkarken artık iyice yavaşlamıştım. En başından beri beni etkisi altına alan annemin sesi kulaklarımda yankılanıyordu. “Sen buraya ait değilsin.” “Sen o odada kendinle birlikte sıkışmaya mahkumsun.” Sen ortalıkta dolaşmayı hak etmiyorsun.” Derken kulaklarımın uğultusuna bir de titreyen vücudum eklendi. Büsbütün zorlanıyordum ayakta durmakta. Bu benim için artık kişilik savaşı haline gelmişti. Halbuki henüz küçücük bir çocuktum. Savaşmak için büyümem gerekmez miydi?
Tüm bu benliğime büyük gelen çekingenlik duygusu ile birlikte tam da yönümü ait olduğum yere, odama çeviriyordum ki bu eve geldiğim günden beri benimle bir kez bile oynamamış hatta konuşmamış olan Ali’nin sesini duydum. “Hey! Sen bakıcımızın kızısın öyle değil mi?” Beklenmedik bir anda gelen bu fark edilme nedeniyle kendimi topladım ve Ali’yi cevapladım:
-Evet öyleyim. Adım Aylin.
-Evet, evet. Adını biliyorum. Seninle oynamayı çok istiyordum. Ablamla oynamak artık çok sıkıcı. Hadi gel!
Dedi sevinçle zıplayarak.. Çok şaşırdım. Aylarca aşmayı istediğim sorunum 5 yaşındaki tatlı Ali sayesinde dakikalar içinde çözülmüştü. Şaşkınlığım öylesine bedenimi sardı ki Ali çekiştiriyor olmasa yürüyemezdim bile. Tam şaşkınlığımın yerini mutluluk alıyordu ki arkamdan bir ses “Aylin ! Hadi gel kızım, yemek yiyelim.” sözlerini sarf etti ve sesin sahibi annem bir çeşit hayalbaz edası ile benim narin bedenimden oluşan kuklayı zarifçe kavradı ve asıl yerime, zindan bozması odama götürmeye başladı. Ali şaşkın gözleri, havada kalmış elleri ve belki biraz daha hızlı olsa çoktan gerçekleştirebilmiş olacağı bir manevraya hazırlanan ayakları ile koridor boyunca uzanan bir perspektifte küçülmeye başladı. Odamın bulunduğu üst kata çıkarken annemin kucağında, çıkılan her bir basamak bej rengi duvarların tonunu bir kademe daha da soluklaştırıyordu.
Odamın kapısını açtı annem, ardından gelişigüzel savurdu beni odanın ortasına. Düşerken bacağım halıya sürtündü, biraz da kanamaya başladı. Gözlerim buğulu bir şekilde kapıya baktım tekrar. Az önce aksiyon için atılan bu nefer şimdi bir savaş esiriydi ve artık düşmanın merhametine sığınmaktan başka bir şansı yoktu. O sırada bir gök gürlemesi kulaklarımızı çınlattı ikimizin de. Odanın tek ışık kaynağı pencereye döndük. Hava bulutluydu, yağmur yağıyordu. Odanın karanlığının biraz daha artmasından olacak annem kapının yanındaki anahtara bastı ve cılız ampul odaya belirsiz bir ışık dağıtmaya başladı. O sırada annem “Çamaşırlar !” şeklinde bir nara attı ve odanın kapısından koşarak çıktı. Bense hala pencereyi izliyordum. Fakat dışarıyı değil, içeriyi. Korktum aslında ilk gördüğümde bu alışılmadık bedeni. Bir süre bu yabancı simayı incelemeye hatta onu anlamaya çalıştım. Çünkü garip bir havası vardı, ben ne yapsam onun da bunu yaptığını fark ettim. Başta kızdım sonra güldüm, çünkü biraz eğlendim. O da gülmeye başladı. Fakat beni çok hızlı taklit ediyordu. Ben kolumu havaya kaldırdığımda onunkisi de çoktan havadaydı. Sonra bir şeyi fark ettim. Penceredeki kişi benim taklitçim değildi. Aylin’in ta kendisiydi, bendim. Ali veya Eda’da olmayan bir çıkıntı vardı hemen sırtımda ve bu çıkıntı kafamı aşağı eğmişti. Acaba düşerken mi oldu diye düşündüm ama sırtımda da hep bir ağrı vardı zaten. Muhtemelen her zaman bulunan bir şeydi. Suratım orantısız derecede büyük bir buruna ve küçücük gözlere sahipti. Saçlarım var ile yok arasındaydı. Belli bölgelerden sızan demetler demek daha doğru olurdu. O zaman bazı şeyleri anladım sanırım. Neden bu karanlık zindan da kitaplarım ve birkaç oyuncağım ile yalnız bırakıldığımı. Neden Ali’nin beni ararken “değişik abla” diye , bağırdığını ve asla bu odayı bulmasına izin verilmediğini. Neden oyuncaklarımın bile benden yüz çevirmeye başladığını. Belki de en önemlisi neden annemin bana hiçbir zaman ayna denen şeyi göstermek istemediğini.
İnteraktif Öykünün Yazarları:
-Abdullah Tümsavaş
-Ceren Özcan
-Alperen Onatkan Yılmaz