Konuk Yazar: Lavin Güzay
“Dolunay tüm ihtişamıyla geceyi süslerken yaşlı ve kavruk ağaçların arasından yorgun adımlarla ilerliyordum. Buraya ilk defa geliyormuş gibi hissettim, oysa her hafta uğrarım. Ürperdim .Biraz daha ilerledikten sonra bir nebze daha ürperticiydi her şey. Algılayamıyorum. Ağaçlarla çevrili yolu, kıvrak gölgeler oluşturan lambaları, suskun bankları, altı köşeli kamelyaları, parka ve geceye sığınmış insanları…Ya kendimi? diye sormaya korkuyorum çünkü emin değilim.”
“Bizim park şehrin, kuşkusuz, en iyi manzaraları arasındadır. Haliyle kalabalık olur. Hem de yaz-kış, sıcak-soğuk demeden, her gün. Fakat ilginçtir ki, gürültü uğultu çıkmaz hiç. Bunu fark ettiğimde nedenini çok düşünmüştüm. Bir derdi mi vardı bu insanların böyle suskun bu park…Geçen geceyi hatırladım, neler yaşadığımı düşündüm, pek hatırlayamıyorum: Şekerimin düşmesi, ruhumu sarsacak derecede titremeye başlamam, birtakım şüpheli adımlar, vücudumu ele geçirecek derecede güçlü ve sayılamayacak kadar hızlı düşünceler…”
“Bu parka ve son zamanlardaki ‘ben’ e alışıyorum gibi. Dün gece ağaçların arasından sıyrılıp gecenin karanlığında soyutlanmış buldum kendimi. Olur bazen öyle, uzaklaşmak isteğiyle yasak düşüncelerin birleşince… Soyutlanmışlığın en sevdiğim yanı da ne biliyor musun? Doğru ve yanlış, beyaz ve siyah, gündüz ve gece anlamını yitirip yok oluyor adeta, hatta ay ve yıldız bile. Hazzın gürlek ve coşkulu yankıları, Acının yalnız ve derinden sızısıyla kopan vaveylası kalıyor geriye. Bir de yumuşak esintisi bedenimden uzaklaşışımın…”
Kendime Not: Tekrar yaşamak için bu geceyi, “City of the Sun-Someday” şarkısını dinlemek istiyorum okurken bu yazıyı.
“Sarı loş ışığın gözüme soldan vurduğu odamda Herman Hesse-Bozkırkurdu kitabını okuyordum. Son zamanlardaki durumumun bu denli sıradanlaşmış olması korkusuyla bu gece kitap okumaya karar verdim. Çünkü sıradanlaşmış olmasına izin vermek sıradanlaşmış olması kadar korkutucuydu. Ve açıkçası eve tıkanıp kitap okumam da bir tür kaçıştı… Kitabın içinde öylesine süzülüyordum ki Harry Haller’i (kitaptaki kahraman) hissettim iliklerimde bir an. Doğruldum, raftaki ufak boy aynadan gözlerime baktım…Bu gece dışarda dolanıp (park dışında) yorgunluktan düştüğüm yerde uyumak istiyorum.”
“Bu gece bir kamelya sahiplendim, şu altı köşeli ahşap olanlardan. ’Küçük Prens’in’ yıldızları sahiplenmesi gibi sanıyorum. Küçükken çatısına çıkmaya çalıştığımız. Neden sahiplendim bilmiyorum onda otururken ruhum güvende hissettim. Ama bu sahiplenmemi gerektirir mi? Bilemedim, neyse muhtemelen şimdi de başkasını saklıyordur gecenin karanlığından. Sahiplenme ve sahiplenilme isteğinden pek acı çektim, kendimi suçlamayacağım, yine yetiştirilme şeklimi suçlayıp sana başka bir şey yazmak istiyorum. İnanamadığım veya inanmak istemediğim bir şey var.
-Bence bu kamelya beni hissediyor, anlıyor. Altı köşesi var, altı kulak ve her biriyle beni anlıyor…”
“Bugün beni anlıyor mu diye bakmaya gittim fakat başkaları oturuyordu kamelyamda. Ne diyebilirdim ki? Öfkemin benliğimi sarmasını engellemeye çalışmaktan başka çare bulamadım.”Hans Zimmer-Red Warrior” çalıyor ve ben sesi kısmak istiyordum veya kısmak zorundaydım sanki. Bir süre baktım ve eve dönmeye karar verdim. Onun da o insanlara sığınak olmaktan memnun olmadığı ihtimalinin düşüncesiyle teselli olmaya çalışarak ağır adımlarla ilerlerken gölü fark ettim… Ay kıvıl kıvıl süzülüyordu göl üstünde, süzüldükçe hayat buluyordu göl .Belki de Ay, hayat veren tek şeydi onca yıldız arasından göle. Kendi ışığına sahip olmak gerek değilmiş hayat vermek için durgun bir göle…Göl-Ay-Gece ilişkisini düşünerek yürürken kapıda buldum kendimi. Belki de sadece doğanın doğal seyrindeydi her şey diyerek(nedense biraz da kendimi kandırmış hissiyle) yatağıma geçip gözlerimi kapattım.”
“Sabah erken uyanamadım bugün. Zamanın tamamen dışında hisseder bir halde gözlerimi açtım. Uzun zamandır tavanla bu kadar bakışmamıştık. Doğrulmak için bir sebep bulamıyordum ve tavanla bakışmamız giderek anlamsızlaşmaya başladı. Gözlerimi açmamla birlikte daha da silikleşen rüyamı anımsamaya çalıştım. Tamamen unuttum. Hayatlarımız da evrenin hafızasında bir rüya gibi silikleşip unutulacak mi diye sordum kendime. Tüm anlamlandırma çabalarımla…Neden uyandım ki ben?”
Günlükleri ayrı ayrı odalardan toplamıştık. ”Ben daha fazla dayanamayacağım, sen devam etmek ister misin?” diye sordu. Aldım elime ilk bulduğumuz günlüğü dinlediklerimi bir insanın yaşamış olma ihtimalinin insan vicdanıma yüklediği ağırlıkla.