Soğuk hava yüzüne vuruyor, rüzgâr kulağında uğulduyordu. Ağzından çıkan buhar onu sinirlendiriyordu sebepsizce. Aslında bu gereksiz sinirinin sebebini biliyordu. Ofladı, soğuk havaya. Sabah güneş açıyor da bu dünya neden bu kadar soğuk kalabiliyor geceleri? Diye söylendi. Soğuk havaları hiç sevmezdi. Elleri çatlardı. Annesi sert tırnak kenarlarına dokunurken “Oğlum ne olur sanki krem sürsen” diye söylenirdi. Annesini özlemişti yine. O kadın yüzünden ihmal ettiği annesini… Hayatının aşkı olduğunu düşündüğü o kadın onu terk ederken sahilde annesini özlediğini hissetmişti tam o an…
Dudağının kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı. O kadın ayrılık konuşması yaparken onu belki de gerçekten sevmediğini, konuşmasını hiç dinlemediği anda fark etti. Adımlarını yavaşlattı, bir elini bol kumaş pantolonun cebine soktu. Sevdiği kadının ne dediğini hiç mi hatırlamıyordu?
Düşündü.
Hayır, dedi sesli bir şekilde. Kafasını sağa sola salladı. O kadın onu orada terk ederken o boş boş havayı seyretmişti demek. Zor günlerinden birini daha bitirmişti anlaşılan, bir an önce evine girmek istiyordu. Yoğun bir iş günü ardından, 3 yıl mı yoksa 4 yıl mı olduğuna emin olamadığı bir ilişkiyi bitirmişti. Bittiği an o ilişkinin içinde olamadığını bile fark etmişti. Neler paylaşmıştı oysa onunla? Ayrılıklarına üzülmesi, boşluğun ortasında bırakmıştı onu. His yoktu, kızgınlık yoktu, intikam yoktu, kırgınlık bile yoktu. Sorun bende mi acaba diye düşündü? Hayatta mana bulamıyor muyum ben kendime, yaşamıyor da sallanıyor muyum anlamsızca diye söylendi. Öylesine bir başvuru sonucu çalışmaya başladığı bankadaki işini düşündü, mutluydu. Kaldığı evden de hoşnuttu. Hayatta umutsuz olduğu bir yer yoktu. Arkadaşlarını getirdi aklına, hayır onlarda da bir terslik yoktu. Şimdi arasa yanında olurdu her bir dostu. Belki de bu ilişki çoktan bitmişti. Sevdiği kadın da böyle bir cümle kurmuştu sanki. Sonunda yürüyüşünü bitirmiş apartmanına girmek üzereydi. Marketin üstündeki apartmanın 4.katı idi dairesi, tam marketin önünden geçerken bir kadın gördü. Ufak tefek, kısa sarı saçlı, soluk benizli…
Anne, dedi bir adım attı kadına doğru ve tuttu kadının kolundan.
“Ne yapıyorsunuz beyefendi!” diye bağırdı kadın, mavi gözlerini ona dikip.
“Özür dilerim ben… Sandım ki…” dedi ve yola devam etti. Boğazına bir yumru oturdu. Sandığından çok özlemişti anlaşılan annesini. Telefonu eline aldı. Rehbere girdi. Telefon 3. çalışında açıldığında asansöre binmişti bile.
“Alo… Oğlum. Aloo!”
Asansör yüzünden sesi gitmiyordu karşı tarafa anlaşılan, huzursuzlanarak asansör aynasına baktı, telefonu kapatmamıştı hala. Takım elbisesinin içinden sırıtan, sımsıkı takılmış kravatından fışkırmış kellesine baktı, beyaz, soluk teni; henüz kimsenin fark edemeyeceği yeni yeni beyazlamaya başlamış birkaç teli ve koyu sarı saçları… Yakışıklıydı. Yaklaştı aynaya mavi gözlerinin taa içine baktı, yaklaştı yaklaştı ve yaklaştı. Baktı, sadece gözbebeklerindeki o karanlık deliğe doğru. Yok, içinde bir his, bir duygu yoktu. Kendi katına geldi, geri çekti aynadan alnını. Kızaran alnını ovalarken, aynadakine bakıp mutluyum ben dedi, mutlu kelimesine bastırarak.
“Heh, sesin geldi oğlum, Mutlu olacaksın tabi. Neden olmayasın?” Hala kulağında tuttuğu telefonundan ses geldi. Anahtarını kapıya taktığında,
“Mutluyum tabi.” Dedi ve yine yutkundu. “Ama annemi özledim sadece, baba.” Diye kısılmış sesiyle zoraki konuştu.
“Özlememek mümkün mü? Ama evladım 3 yıl oldu hala her gün aynı şey için arıyorsun? Böyle olmaz.”
Babası bir anlık sessizlik verdi, o sırada kapıyı kapattı. Karanlıkta yorgun bedeni yok oldu, bir başına hissetti kendini. Bir başına ve yapayalnız.
“Böyle olmaz be yavrum.” Diye çatallı bir sesle yineledi babası. Babasını da üzmüştü bir anda, boğazındaki yumruyu yutmaya çalıştı. Eliyle soğuk duvara dayandı, hala karanlıktaydı.
“Yok babam, bu sefer onun için aramadım. Bu sefer hayırlı bir haber vermek için aradım aslında.” Dedi bir anda düşünmeden.
“Evlenmeye karar verdik biz.” Diye ekledi.
Babası çok mutlu olmuştu, neyse ki çok soru sormamıştı. Sonra daha fazlasını konuşacaklarına dair sözleşip kapattı telefonu. Evleneceğini duyan annesi olsaydı şimdi, ah neler sormazdı ki…
Dizlerinde mecal kalmamıştı. Küçülmüştü sanki bedeni, kalbinin atışlarına yetmez olmuştu. Sırtını duvara yasladı, kirpiklerine sıcak bir damla tutundu. Yavaş yavaş dizlerinin üstüne indi, gözyaşı çenesine dokunduğu an diz kapakları yere kavuşmuştu.
Tekrar telefonunu aldı eline, sevgilisini aradı. Telefon çaldı, çaldı, çaldı. Ancak açan olmadı. Kapattı. Tekrar ararken düşündü, annesi bu dünyadan göçeli 3 yıl olmuştu doğru ya, ilişkileri başlayalı da 3 yıl olmalıydı o zaman. Tekrar telefon çalmaya başladığında ayrılık anlarını hatırladı.
“Ben senin annen değilim, yoruldum. Yüzüme bak ve bir şey söyle bana be adam! Gitme de!”
Sevgilisinin kurduğu bu cümleyi hatırladığında telefon açıldı. Karşı tarafın konuşmasına izin vermeden,
“Gitme.” Dedi.
“Çok geç.”
“Sen de gidemezsin!”
“…”
“Beni bırakma.”
“Ağlıyor musun sen?”
Defalarca affetmişti kadın onu. Yine affederdi, biliyordu. Ne söylemesi gerektiğini de biliyordu.
“Seni seviyorum”
“Ben… ben de seni seviyorum.” Ağlamaya başlamıştı kadın da. O ise hemen kendini toparladı, boğazını temizledi.
“Evlenelim mi?”.