Değer verdiklerinizden uzak olmak bazen kalbinizde küçük küçük özlemlere sebep olabilir. O küçük küçük özlemler, biraz üzüntü ve kırgınlıkla harmanlanıp her akşam yemeğinize bir tutam girdiğinde yutkunmaya başlarsınız. Bazen konuşmak çözüm için kolay bir yoldur. Bazense çok daha fazlası gerekir. Ne yapacağınızı bilemezsiniz. Ne eskiye dönebilirsiniz ne de yeniye. Sevmiyor değilsinizdir ama kırılmış ve yorulmuşsunuzdur. Neden istediğim gibi olmuyor dersiniz. Çoğu zaman ne karşı tarafın istediği ne sizin istediğiniz olur. Çünkü böyle durumları çok fazla kontrol edemeyiz. Karşınızdakine değer veriyor seviyor olmak içten gelen bir bağdır. Ve bir bağınız olması demek yapacağınız ya da yaşayacağınız her şeyin ilk sizi etkileyeceği anlamına gelir. İşte tam da bu yüzden değer verdiklerinizle olan kırgınlıklarınız öfkeniz en çok sizi yıpratır.
Sevgi çok güçlü bir duygudur ama çok da kırılgandır, hassastır. Sevdiklerinizle aranızdaki bağa dışarıdakilerin zarar vermesi ne kadar güçse kendinizin veya sevdiğiniz insanın zarar vermesi de o kadar kolaydır. Bu yüzden arada kalmışlığın ta kendisi sevmenin de madalyondaki öbür yüzüdür. Kırmak istemezsiniz ama kırılmak da istemezsiniz. Bir el, bir gülümseme yetecekken Afrika’da ki su misali asla yağmur yağmaz. Ne sevmekten vazgeçebiliriz ne vazgeçmekten.
Küçükken hayata dair iç görülerimiz, bakış açımız da küçük oluyor belki ama bir yandan sorunlarımız da küçük oluyor. Çözümleri de çok basit oluyor. O yüzden insan köşeye sıkışınca bazen hep çocuk olmak ister; her şeyin çok daha kolay olduğu zamanlara ait olmak.
Büyümek bazı tercihleri de hayatımıza getirir. Ve her tercih yeni bir vazgeçiştir. O yüzdende kazandıklarımıza sevinirken kaybettiklerimizin de yasını tutarız. Onları özleriz. Zaman durumları düzeltse de ne olursa olsun, ne kaybedersek kaybedelim; birilerini, bir şeyleri sevmiş olmak ve hala sevebiliyor olmak başlı başına muhteşem bir şey.