Makarna
Eylül 3, 2019
İzafi Kopmalar
Eylül 3, 2019

Tutkunun Dili Olsa

Konuk Yazar: Fasif Çoğaş


İnsanlığımı hiçbir zaman kaybetmedim ama acaba ne zaman insan oldum. Çünkü beni annem doğurmadı. Doğmuş bir ruhun içerisinde nefes almaya başladım. Yaşanılanları izleyerek öğrendim. Bir gün ilk kelimelerimi söyleme hayali ile yaşadım. Ben de bir gün sarılabilecek miydim? Bir ismim veya yüzüm olabilecek miydi? Bastırılmış duygular olarak tanıtılmışken hayata, bir gün ben de bir kişilik olarak kabul görebilecek miydim? Güneş ışığının tenimi okşayışı hakkında hislerimi nasıl paylaşmak isterdim, bilmiyordum. Maalesef doğduğumda bir annenin ya da babanın kucağında ağlayamadım. Hapsolmuş bir hisken, gözyaşlarım sadece bir bedene kalp atışları olarak yansıdı. Eli kolu bağlı bir tutkuydum ben. Güçlü bir duruşu zayıflatmaması gereken bir gerçektim. Zaaftım. Ancak artık daha kudretliyim. Ele geçirdiğim o zihin giderek teslim oluyor arzularıma. O da biliyor ki hayat tek başına yaşamak için çok zor. Yalnızlığını bana teslim ederek dinlenmek istiyor. Şimdi benim zamanım.

Sonradan hayata gelmenin en zor tarafı kendinize ait bir yüze sahip olamamak. Hatıraları paylaşarak, başkasının gecelerine atılmak. Uyandığınızda bu sabah bana mı ait korkusu ile savaşmak. Kendi arkadaşlarınızı seçememek. Seçilmişleri sevmeye çalışırken kendinize ait dairenin içerisinde var olma nöbeti tutmak. Ağır gelen yükleri dağıtmak için sözlerinizi özgürce paylaşamamak. En azından biliyorum ki zaman beni öldürmeye çalışırken, hislerimden hiçbir zaman ödün vermedim. Ne hayatımın çalındığını iddia ettim ne de bir başkasının hayatını çaldığımı… Hala sevebiliyor ve sarılıp yanabiliyorum. Peki seni de kendim için yakabilecek miyim? Kavrulduğum bakışların arasında bir köşede sessizliğini tadabilecek miyim? Bilmezsin, ben çok severim konuşmayı. Sözlerden arındırılmış bir şekilde doğru noktalar arasında yolculuk yapmayı. Evim diyebileceğim alanlara hükmetmeyi. Kendimden ödün verebilecek kadar kapılmayı. Belki de teninde neden olduğum akışlar içerisinde yıkanmayı. Severim, sevilemediğim kadar severim.

İçine doğduğum bu bedeni ilk ne zaman keşfettim ve nasıl dünyaya geldim; Tapılan basamaklarda dizlerini kanatmış bu çocuk bana neden hissetme izni verdi, anlıyorum. Bunları düşünürken gözlerimi açtığım ilk güne gidiyorum. Kalabalığın içerisinden koşar adımlarla hayatıma girişin aklıma geliyor. Kalıcı olmalı hayali ile tetikte beklerken her fırsatı kullanmaya gayret edişimi hatırlıyorum. İhtiyaçlara hitap etmeyi bilen o bedeni bir tutku için yönlendirdiğim o gün, mutlak varlığımın ortaya çıkışıydı. İyi ki kanatlarını benim üstümde çırpmışsın. Bugün anlıyorum gökyüzünün neden bu denli cıvıltılı olduğunu. Yaşama inancım bundandır işte. Keşfimi yaşayabilmek için tabularla oluşturulmuş bu yapıyı ele geçirme isteği hep bundan. Nemli varlığını koklayabileceğim bir geleceğin ihtimali ile kıvranışım da elbette bundan ötürü.

Siz bilir misiniz, gözlerini saklayan bir çocuğun gözleri ile birini izlemeyi istemek nasıl bir his. Size ait olmayan gözlerin tek fırsatınız oluşu. Tutku olmak böyle bir şey işte. Bir bedende yaşarsınız ama düşmanınızdır zihin. Korkunuzdur olasılıklar. Oysa sarılmak istiyorumdur sadece. Üşüyen bir bedenin sobası, terletebildiğim bir elin mendili ve gözyaşları için omuz olmak istiyorumdur. Nefeslerimizin ritmini eşleştirmek için bedeninle uyuşmak ve kül olmak istiyorumdur. Havada savrulan izmaritler gibi bitmekten ise korkuyorumdur.

Zaaf olarak görülürken, bugün benim kendi zaafım var. Koyu kaşlar altına mahkûm olan deli ruhumun bir düşkünlüğü var. Ayağa kalkıp mutluluk ile yere yıkılmak isteyen bir zaafım. Huzurlu bir şekilde sevgimi paylaşabileceğim ikindi çaylarım, hayallerim var. Farkındayım, sahip değilim bu ruha ya da yaşadığım bedene. Olsun, en azından sahip olduğum ilk varlığım için sana şükrediyorum. Sayende yeni hayatıma doğuyorum.



Paylaşmak Güzeldir: