Uyandığında güneş tepeye varmıştı; etrafında insanlar yürüyor, köpekler havlayarak birbirlerini kovalıyordu. Sırtında bir ağrı hissetti, büyük ihtimalle tutulmuştu. Uyumak için rahat bir yatak dururken sahildeki sert bir kayayı seçerse olacağı buydu tabi ki. Yüzü de yanmaktaydı, direkt güneş ışığı yemişti nihayetinde. Sırtını dikleştirdi, ayaklarını ve sırtını gerdi. Çıkan kemik seslerinden tatmin olunca doğruldu. Ayağa kalkmaya çalıştı ama sağ ayağı epey uyuşmuştu. Yürürken sağında tahtadan bir korsan bacağı taşımaktansa yeniden oturmayı yeğledi. Hem canı da istemiyordu şimdilik yürümeyi. Oturup düşünmek geçti içinden yeniden. Oturdu, düşündü. Şuursuzca sigara yakıp yarısına geldiğini sonradan fark etti. Tütün, bu fikri patinajda onu yalnız bırakmayan bir yaverdi. Ağlayamadığı ve duygularının içinde infilak ettiği birkaç dakikadan sonra ayağının karıncalanmasının geçtiğini hissetti, ayağa kalktı ve yürümeye başladı. Karnının acıktığını hisseder gibi oldu. Doyuruculuğu en yüksek ve fiyatı en düşük yiyecek olan simite birkaç kuruş vererek ısırıp çiğnemeye başladı. Yürürken, gün ışığının ortalığı aydınlatmakla yetinmeyip insanlara da canlılık kattığına şahit oldu. Parktaki çimenlerin yeşili alabildiğine parlıyor, çocuklar kovalamaca oynuyor, semtin zengin kadınları süs köpeklerini bugün ayrı bir neşeyle dolaştırıyordu. İnsanların oluşturduğu bu muhitin dışında kaldığını hissetti.
Epey bir yol almıştı, o semt senin bu ilçe benim derken bayağı bir gitmişti. Topluluklardan kaçmak isteği ona öz kontrolünü yitirtmişti. Buraya kadar nasıl geldiğinin farkına ancak bacakları ağrımaya başlayınca fark etti. Güneş batacaktı, karanlıkta dışarıda kalmak, hele de böylesi tenha bir yerde güçtü. Gerçi fark edilmeyeceği ve kimseyle muhatap olmayacağı bir yer, kendisine evi gibi değil miydi? Kısıtlı bir saadet duydu, edinebildiği pek az huzurla yoluna devam etmeye çalıştı. Aslında kalp sızısını bastıran bu yorgunluklar onu ziyadesiyle memnun ediyordu. Yeniden sigara yakmak istedi, çift dalı kalmıştı. Kendine hâkim olması gerektiğini düşündü, geri attı cebine. İktisatlı olmakta fayda vardı, gelecek efkârları gözetmeliydi. Düşüncelere daldı bir kez daha. Berrak ve saf geçmişini, ileride olacaklardan bihaber kurduğu hayaller geldi yine aklına. Yeniden o aptal çocuk olabilmek için nelerini vermezdi ki? Ailesini, kadim dostlarını düşündü. Konfor alanının sonsuz rahatlığını, sıcaklığını duyumsadı iliklerine değin. Eski kitaplar, filmler, şarkılar, tatlı anılar… Ceketini yüzüne çekti, elleriyle yüzünü kapattı. Etrafını görmeyi hiç istemiyordu, tek isteği bulunduğu boyuttan kopmaktı. Kaybolmaya bıraktı kendini, uzun bir müddet bu vaziyette kaldı, tatlı hayallere daldı.
Gözünü açtığında ağzında yarı uykunun tadı, kafasında alkol almışçasına bir mayhoşluk ve görüşünde daha bir netlik vardı. Kendi içine çekilip yeniden açıldığında kozasından çıkmış kelebek gibi olurdu, bunu yeniden yapabilmek ona iyi hissettirdi. Kalkacak güce de tam bu sırada sahip olmuştu. Kalktı, yürüdü. Bu sefer, gariptir, ayrı bir canlılık vardı içinde. Uzun süre hareketsiz kaldıktan sonra içine dolan enerji ve arzunun patlamasıyla birden adımları hızlandı, kafası sağına soluna daha fazla oynuyordu. Biraz yürüdükten sonra bitkin düştü, durup etrafına göz gezdirdi. Sevinci kısa sürmüştü, anlık bir heves gibi gelip geçmişti. Kuytu karanlık ona yeniden selam çakıyordu. Sinirinden gözleri açıldı, içinden küfretti ve iki yanındaki dükkanlara göz gezdirmeye başladı.
Sağ çaprazında bir plakçı, hemen yanında da bir kitapçı vardı. Ne de çok severdi kitapçıları! Kayıp olduğunu hissettiği, hezimetini kabullendiği; kısacası bir sığınağa ihtiyaç duyduğu her seferinde kendisini buralara atardı. Yeni basılmış kitapları açtığında burnuna dolan kokusu, eski kitaplardaki nostalji havası, tüm bu kitapların içindeki saklı hazineler… Dışarıdaki insanların kirlettiği dünyadan kaçan bir avuç insanın kağıtlarda yarattığı bu evrenler nasıl da cazip, nasıl da yaşanasıydı! Ciğersiz birtakım insanlara sarf edeceği emek ve zaman yerine kitaplarla geçirilecek saatler, insan bünyesine ne kadar da faydalıydı!
İlk önce kitapçıyı seçti, plakçı bekleyebilirdi. İçeri geçti, başladı kitapları karıştırmaya. Saatlerini geçirdi kurguların, dizelerin dünyasına atılarak; fakat sonra saatin epey geç olduğunu, kitapçının artık yavaştan kapattığını, kaldı ki hiçbir kitabı satın alamayacak kadar beş parasız olduğunu da hatırlayarak en son incelediği kitabı mahzunca yerine bıraktı. Kitapçı dükkanını gezmeyi tamamlayamamıştı, daha plakçıya uğrayacaktı! Burnundan derin nefesini vererek cennetini terk etti, dışarıya çıktı. Sığınaklar, nihai duraklar değillerdi, sadece yol üzeri dinlenme istasyonlarıydılar. Kalıcı bir şekilde iltica edemeyeceği kadar kısa süreli ve pahalıydılar. Fantezisinden sıyrılıp gerçeklikle yüzleşince, her şey kendine yeniden zor geldi. Elbette bunu da gururuna yediremedi ve cebindeki son 2 dalı bu çırpınmaya feda etti. Son fırtı çekince başını kaldırdı. Etrafına bakındığında her yer zifiri karanlıktı. Hayatına hoş bir giriş yapan aydınlık, sahneden vakit erkenken çekilivermişti.
Yürüyemeyecek kadar doymuş ve bitkin olmasına rağmen gecenin bu saatine hiçbir toplu taşıma aracının kalmamasından ve taksiye parası çıkamayacağından çaresizce yeniden rap rap etti adımları. Elleri cebinde, gözü yolda, aklıysa bambaşka bir yerdeydi. Tüm bunların artık bir sonu olmalıydı. Yeryüzündeki hiçbir gidişat, bu kadar uzun sürmemeli, bu kadar ebedi görünmemeliydi. Peki ya bu seyir nerede değişecekti? İyimserlerin peynir ekmek yer gibi bahsettiği “tünelin ucundaki o ışık” sahiden var mıydı? Bu husus üzerine kara kara düşünmeye koyuldu. Bu esnada yol üzerinde önüne çıkan müptezel görünümlü bir dayıdan otlandığı sigara çiftinden birini yaktı ve tefekkürünü sürdürdü. Hayatın sunabileceği kolaylık, altın tepside ayağına kadar gelmeyecekti pek tabii. Heyhat, sürekli bunun arayışında olmaktan da o kadar yorulmuştu ki, nihayet pes etmiş ve Pink Floyd’un anlattığı o “rahatça uyuşmuş” vaziyete gelmişti. Ortada kasmaya değer bir şey de yoktu aslında, bu sonuca vararak yürüyüşünü sürdürdü.
Kafasındaki karmaşık düşünceleri az biraz temize çekebilmesi, içini boşluk hissiyle doldurmuştu. Hiçbir içgüdüsüne bağımlı olmadan, aklının egemenliğinde karar verme yetisine sahip olduğunu hissetti. Bunu test etme ihtiyacı duyarak ani bir yön değişikliğine gitti, ana cadde yerine tenha bir yola geçti. Daldığı gibi, caddenin kenarında ışıkların aydınlattığı bir geçiş gördü. Bu geçiş belli ki bir ara sokağa çıkıyordu. Öteden çalgı sesleri, bağırmalar, el çırpma ve parmak şıklatma sesleri ilgi çekiciydiler. O arada nasıl bir şeyin döndüğünü merak edip sokağa daldı.