Uyandı. Bir süre gözleri kapalı biçimde bekledi. Vücudunun her bir uzvuna, parmaklarına hükmetmek için gücünü toparlamaya çalıştı, başaramadı. Etrafındaki gürültülü sessizliğin azıcık vızıltısı bile yorulmasına yetiyordu. Odasının sokağa bakan tek ve büyük penceresine bakmak için gözlerini açmaya çalıştı. Karşısındaki hafif bulanık görüntünün netleşmesini bekledi bir süre. En sonunda camdan içeri süzülen kırmızı ışığın odasını aydınlatan tek ışık kaynağı olduğunu fark etti. O da tam karşıdaki barın cırtlak, ona göreyse “sevimsiz ve modası geçmiş” neon lambasıydı. Yatağının solundaki komodinden telefonunu almak için soluna dönmeye çalıştı, ama heykel gibi kaskatı bedenini kontrol edemedi. Gövdesinin ona daha ne kadar direneceğini merak etti. Bir süre gözlerini aslında beyaz renkte olan fakat ışığın etkisiyle ilginç bir kırmızı tonuna dönmüş tavana dikerek, ne ara bu odaya geldiğini ve ne zaman uyuyakaldığını hatırlamaya çalıştı. Tekrar uyuyakaldığı sırada, saat başı rengi değişen neon lambası sırasıyla önce pembe, mor ve en sonunda maviye dönüyordu.
Kendine geldiğinde ağzındaki iğrenç tadın tesiriyle öğürdü. O gece bir şey yemediğinden veya içmediğinden emindi. Hatta ona kalsa bir aydır böyle yemekten içmekten kesilmiş haliyle yaşaması bile bir mucizeydi. Etrafında kalmış tek tük birkaç arkadaşı da onun bu hali için üzülmeyi çok uzun süre önce bırakmışlardı. Bu konuda kendisi de dahil kimseyi suçlayamıyordu, bu hale nasıl geldiğini bile bilmiyordu zaten. Huzursuz bir titreşim irkilmesine sebep oldu. Yatağında doğruldu, yanı başındaki telefonu aldı. Bulunduğu ülkeye ait olmayan bir kodla başlayan numaradan aldığı boş mesaja bakakaldı. Kim olduğunu ve ona neden böyle bir mesaj attığını anlamaya çalışacak ne isteği vardı ne de dermanı. Az önce telefonu aldığı komodine tekrar uzandı, artık o neon ışıktan da eser yoktu. Kapattılar herhalde diye düşündü. Zifiri karanlıkta komodinin tozlu ahşap yüzeyini eliyle yokladı, eline çarpan hafif sigara kutusunu yavaşça aldı. İçinde kalmış üç daldan bir tanesini, kutuya sıkıştırdığı mor çakmakla birlikte çıkardı. Çakmağın taşını birkaç kez hızlıca çarpmaya çalıştı, 5. başarısız hamlesinden sonra önce birkaç kanat çırpışı sesi duydu. Ardından ateşten bir kuş tekevvün etti çakmağın ateşinde. Hızlıca palazlandı ve odanın içerisinde uçmaya başladı. Sağ taraftaki kapının hemen yanındaki masaya kondu. Kat ettiği her mesafede odanın içerisi daha da aydınlandı. Konduğu masadaki evraklar ve kâğıtlar yavaşça kıvılcımlandı ve en sonunda da yanmaya başladı. Odanın içerisi yoğun bir dumanla kaplanırken o da kuşun yere düşen tüylerinden birisini almak için yatağından uzandı. Sızlayan ve eriyen parmaklarına aldırış etmeden yavaşça kaldırdı tüyü ve sigarasını yaktı. Ciğerlerinin içine dolan şeyin sigaranın zehri mi yoksa anbean görme mesafesini azaltan alevlerden kaynaklanan duman mı olduğunu anlayamadan bayıldı.
Bilinci açıldığında içinde tatsız bir meyusiyet ve bedbinlik hissetti. Gözlerini açmak için kalan son enerjisini bir araya getirmeye zorladı kendini, fakat gözleri sanki birbirlerine dikilmişçesine sıkı bir şekilde kapalılardı. Elleriyle gözlerini ovuşturmak için kolunu kaldırmaya çalıştı. Zincir şıngırtılarıyla beraber çıplak vücuduna çarpan soğuk demirin açtığı yarayla çatlak bir çığlık attı. Bacaklarını hareket ettirmeyi umdu, onların da zincirlenmiş olduğunu fark etti. Kendini kötü hissediyordu, fakat bu duygu korkudan ziyade sadece nefret hissiydi. Hâlbuki neye karşı bu hissi beslediğini veya şu anda neyin onu tetiklediğini bilmiyordu. Artık tek istediği şu anda, kusursuz depremler çıkarmak, şelaleden damlayan tek bir damla gibi tüm hırsıyla kendini kayalara vurmak ve gökyüzünü kan kırmızısına bulamaktı. Kendini ne kadar sakinleştirmeye çalışırsa kanı daha da korlaşıyor ve damarlarını parçalarcasına yakıyordu içini. Haddizatında kendi de bu dalgalanmanın sonunun kötü biteceğini biliyordu fakat ilk defa kendini bu kadar güçlü hissetti. Yatağının sallandığının farkında bile değildi, ardından odasının tek penceresinin patladığını, sokaktaki arabaların delicesine öten alarmlarını, kendilerini yok etmek istercesine bedenlerini duvarlara vuran ve ağlayarak ölen kuzgunları da duymadı. Zincirlerinin kollarında, bacaklarında açtığı geri dönüşü olmayan yaralarından da bihaberdi, teni zaten alev içindeydi. Bir anda her şey bitti, sesler kesildi, yatağı durdu, zincirler eridi. Gözlerini açtığı gibi etrafındaki hiçbir şeye baktı. Tek bir cisim, tek bir atom ya da enerji zerresi göremedi. Hafiften yaklaşan bir vızıltıyı fark etti, vızıltı bir anda ismini sayıklamaya başladı ve en sonunda çığlıklara dönüştü, büyük bir gürültüyle finalini yaptı ve bütün kozmos etrafını sardı. Kaç milyar yaşında olduğunu bilmediği galaksilere eliyle ulaşmaya çalıştı, barıştan yoksun toprakların sahibi Dünya’yı gördü uzaktan, son demlerini yaşayan yıldızların patlamalarına tanık oldu, tenine çarpan meteorlara nefret kustu. Yorgun düştü, savunmasız bedenini boşluğun ortasında oradan oraya savrulmaya bıraktı.
Uyandı. Gözlerini hafifçe açıp etrafını inceledi. Odasına giren lacivert aydınlık sabahı müjdeliyordu. Odasının içi gayet topluydu ve ilginç bir şekilde insan enerji veriyordu. Yavaşça doğruldu, yatağından dışarı uzattı ayaklarını. Boş gözlerle komodinine baktı, buruşuk sigara paketini, sevimsiz kabıyla cep telefonunu ve sabahın altısını gösteren saatini gördü. Büyük bir çabayla ayağa kalkmaya çalıştı ve başarılı oldu. Yürümeyi yeni öğrenen bir yaratık edasıyla sendeleyerek dolabının önüne geçti, siyah tişörtünü ve gri pantolonunu üzerine geçirdi. Çıkarken odasının kapısını kapattı sağ ön çaprazındaki mutfağa girdi. Bir bardak su içmek için çeşmeye uzandı. Suyunu içerken masadaki bisküvi paketi gözüne çarptı. İçinden bir tane aldı, ağzına atmasıyla tükürmesi bir oldu. Anlık tat değişimi bile midesinin bulanmasına yetmişti. Sokağa açılan kapıdan çıkarken bütün düşüncelerden, idelerden ve duygulardan mahrumdu. On beş adım önündeki kuzgun ölüsünün yanından yürüyerek sokağın sonuna ulaştı, sağına dönü ve gözden tamamıyla kayboldu.