Uyuyan Güzel
Aralık 3, 2025

Nadim

Sabah bankadan gelen aramayla uyandım. Kullandığım ihtiyaç kredisinin son iki taksidini ödememişim, yeniden yapılandırmak ister miymişim? Bilmem, ister miyim? Yatakta gerindim biraz, sonra kafamı bir yana eğip kolumu kafama destek tutarak yatmaya devam ettim. Kalkmaya hazır hissettiğimde doğruldum. Üzerime bir hırka geçirip mutfağa yöneldim. Canım kahve istedi. Filtre kâğıdı almak için dolaba uzanırken gözüme takvim çarptı. 4 Aralık olmuştu bile. Bundan tam bir yıl bir gün önce hayatımda her şey yolundaydı, ama 364 gün önce her şey tepetaklak olmuştu. Geçen sene kasımın ortalarında karım annesinin ameliyatı için için Manisa’ya gitmişti. Ben de bunu fırsat bilip arkadaşlarımla yazlığa gittim. Birkaç gün mangal yakıp, temiz havayı ciğerlerimize çekecek, olsa olsa birkaç akşam da demlenecektik
işte. Orta yaşlı Türk erkekleri başka nasıl eğlenir?
Ah! Allah kahretsin!
Füüf füüf füüf
Şu kettledan bir kere olsun elimi yakmadan kâğıda su dökemeyecek miyim? Neyse tamam iyiyim işte. Geçen sene Kasımın 23’ünde bizim aile dostlarıyla epeydir görüşmediğimi fark ettim. Hepsi eskiden beri tanıdığım, çocukluklarına tanık olduğum arkadaşlardı. Kimisi hayatlarında saygın yerlere gelmiş başarılı insanlar kimi de tefessühle bunalım arasında gelip giden yurtsuzlardı. Ben de bu grup içerisinde en saygın, en parlak, en önde gelen kişilerden olmamakla birlikte bazı güzel özelliklere, efendime söyleyeyim erdemlere, faziletlere sahip bir üye olarak kimsenin çok sevmediği ama kimsenin de nefret etmediği bir profile sahiptim.

Eh, ne birileri tarafından izzetüikramla, türlü gösterilerle davet edilecek kadar saygın ne de birileri tarafından acınacak ve kurtarılmaya layık görülecek kadar aylak olduğumdan bu tarz kalabalık birleşmeler ancak ben ve benim gibi vasat kimselerin davetiyle gerçekleşebilirdi. Gerçi babam bana “Koyun boku gibisin oğlum sen” derdi. Kimseye bulaşmazsın, senden kimseye zarar gelemez anlamında, elhak bu 1 yıl
öncesine kadar doğruydu babacığım, hayatta olsaydın, işlediğim günahı bilseydin belki beni inek boku olmaya terfi ettirirdin. Ah burnum… Şu mendilin hâline bak, cebimde kala kala tortop olmuş. (Sümkürür)
Yalnız iyi sümkürdüm, ciğerlerimden burnuma kadar hiçbir şey bırakmadım. Hah ne diyordum, arkadaşlarımla bizim yazlık evde buluştuk. Bu arada yanlış anlaşılmasın, babamdan falan düşmüş değil, kendi finansal yeteneklerimle edindiğim bir yazlık ev burası. Kışları nadiren gideriz aslında ama bizim hanım olmayınca ben de fırsat bu fırsat deyip arkadaşlarımı çağırmış bulundum. Tabii mangal yapılacaktı
ben de şanım yürüsün diye pirzola almıştım, yanında da votka içilecek. İçkileri de onlara havale ettim artık. Gecenin tam ortasında Münir Nurettin’in şarkısını hatırlatarak kadehimi havaya kaldırarak “Fecirden kadehlerde nağme içmişler” deyip şov yapmayı planlıyordum. Akşam güzel başladı, kimin gelirken ne getireceğinin sevk ve idaresini mükemmelen yaptım. Karımın sonradan laf edeceğini düşündüğüm
hemen her şeyle ilgili de önlem aldım. Evin sigara kokması, insanların kusma ihtimali, sağda solda kalacak yağlı çatal kaşık, koltuklara dökülecek yemekler, lekelenmiş kıyafet, mangalda kalan yağ ve yanmış et parçaları, açık unutulacak pencere, kilitlenmeyecek kapı, kalmak isteyen insanlar olursa onlara verilecek
nevresim, misafirlerden özenle saklanması gereken pahalı porselenler hepsi ama hepsi için küçük hınzırlıklar düşündüm ki akşamımız sorunsuzca bitsin. Böyle fütursuzca sayıp dökmelerim yanlış anlaşılmasın lütfen karım müşkülpesent bir kimse değildir. Aksine, oldukça geçimlidir sadece ben bazı şeyleri yerine getirmeyi ihmal edersem kendisini kaybedebiliyor.

Neyse olay gününe dönelim. Saat 6’ya doğru misafirler bir bir gelmeye başladılar. Mangal yakıldı, etler pişirildi. Ana yemeğin bitmesine yakın kadehlerimiz de boşaldı tabii. Kadeh diye havalı anlattığıma bakmayın elimizde bildiğiniz Paşabahçe 24’lü bardak seti vardı ve onlardan içiyorduk, bildiğiniz su bardaklarıyla yani. Benim de ayıptır söylemesi ta gençlik yıllarımdan kalma bir alışkanlığım vardır, su bardağıyla içtiğim yüksek alkollü içkilerin yarısına kadar alkol diğer yarısına da o an kullandığım
seyreltici madde her ne ise, meşrubat veya su, onu eklerdim. Bu orandan hiç şaşmadım ve bu oranın yüzümü kara çıkardığını da hiç hatırlamıyorum. Neden? Çünkü acı olduğu için yavaş yavaş içersin yani kontrol sendedir. Mideni bastırmak için de mecburen bol bol meze yersin böylece kanına yavaş yavaş karışır. Hayatında yenilik mi yapmak istiyorsun? Önce bir sor bakalım o eskilik orada neden varmış
salak herif. Evet öyle işte. Ha, Refik diye bir arkadaş var bizim. Yani hem refik hem Refik gibi ihihih. Bu dedi ki ah dedi Şükrü eskiden olsaydı şu su bardağını tepene dikerdin sonra da sallanmazdın bile… Hepimiz yaşlandık ama sen bizden daha çok yaşlandın.

Söyledikleri kanıma dokundu tabii, benden öte bizden ziyade demek ha? Halt etmişsin sen kerkenez kılıklı diye geçirdim içimden. O an saniyeden daha kısa bir zaman için bunun pek doğru bir karar olmayabileceği aklıma geldi ama o şerefsize kendimi ispat etmenin önemi gözümde ağır bastı ve diktim votkayı kafama.
Doğrusu o andan sonrası biraz dumanlı… Su bardağını kaldırıp ‘Bloody Marry’ diye bağırarak duvara çaldığımı hatırlıyorum, biraz sonrasında da ayağa kalkıp dans ederken video çektiğimizi hatırlıyorum. Sol elimi yukarı kaldırıp ‘Orfeon Record’ diye başlıyordum tüm videolara bu da tamam. Ama bir noktadan sonra zihnimde ‘Orfeon Stop Record’ denmiş olmalıydı.

Off! Bugün de güneş açmayacak galiba, hep bulutlu hep bulutlu. Bugün şu yerleri silsem aslında biraz adama benzeyebilir ev, çok dağıldı. Öğleden sonra muhakkak temizlik yapmak lazım.

Özür dilerim biraz dikkatim dağıldı. Ertesi sabah kalktığımda başım dönüyor midem bulanıyor, başım sızlıyordu falan bunlar beklendik tepkiler diye düşünerek çok üstünde durmadım. Biraz kendime gelmeyi bekledikten sonra masanın başına geldim, birkaç bardak kırılmış yere vişne suyu dökülmüş ortalık olağanca dağınıklığıyla duruyordu. Eh, böyle akşamların yarattığı problemler olabilir tabii diye düşünerek ama karımla takışmaktan da korkarak, elime hortumu alıp etrafı temizledim. Vişne suyu kurumuştu ve epey zor çıktı yerdeki seramiklerden. Evden çıkmadan gözüme bahçede parıl parıl parlayan bir demir parçası çarptı. Biraz yaklaşınca anladım ki bu bir ok. Gece ok yarışması mı yapmışız diye düşündüm. Hatırlamaya çalıştım. Aklıma pek bir şey gelmedi ama zihnimde bir fotoğraf karesi gibi odama girdiğim ve duvarda asılı olan okları fark ettiğim sahne vardı. Doğrusu o an için çok üstünde durmadım. Okları topraktan çıkardım, temizledim, yerlerine yerleştirdim ve yazlığı kilitleyip eve döndüm. Bu arada karım kayınvalidenin yanından döndü, onun da iyi olduğunu haber verdi. Ben de tabii kaç defa telefon açıp hâl hatır sordum öyle düşüncesiz damat gibi davranmadım anlayacağınız.

Tam da bu sofra ve yerden çıkan oklar olayının hatıralarının silikleşmeye başladığı sıralarda, yani Aralığın 4’ünde, sabah eşimle işe gitmek için hazırlanıyorduk. Karım duş alıyordu bense çay demliyordum. Tam çayı demlediğim sırada kapı çalındı ve karşımda petrol mavisi mi her ne zıkkımsa o renk elbisesiyle bir postacı belirdi.

Meymenetsiz suratıyla ve yapmacık saygısıyla, efendim şurayı imzalayın, burayı imzalayın deyip durdu. Nedir bu kadar çok imza diye düşündüğümden sordum:
– Nedir bu posta?
– Mahkeme celbi abi.
Gözlerim fal taşı gibi açıldı, şaşkın gözlerle postacıya bakakaldım. O da ahlaksız bir çocuk gibi muzip bir ifadeyle artık ne bok yemişsen der gibi baktı ve gitti. Neyse içeri girdim, zarfı açtım bir baktım kasten adam yaralama suçundan hakkımda dava açılmış, 2 ay sonra da duruşması varmış. Elim ayağım boşaldı, yüzüm kireç gibi beyaza kesti. Bu arada karım duştan çıktı, saçını havluyla sarmış bir şekilde yanıma geldi ve
elimdeki kâğıda bakarak ne gelmiş diye sordu. Sesim çıkmadı, belli belirsiz bir şekilde “kredi kartı gelmiş” diyebildim. Evdeki çay aklıma bile gelmeden alelacele çıktım. Arabaya varana kadar vücuduma olanları unutamıyorum. Önce beynim zonklamaya başladı ama her bir bölgesi sıra sıra. Örneğin önce kafamın arkası zonkluyordu ve sanki kafamda biyoloji dersi veriliyormuş gibi bir ses “Oksipital lob” diyordu. Böyle böyle hemen hemen beynimin tüm parçalarında zonklama hissettim. Zonklama geçtikten sonra beynimden bir film şeridi gibi o gece ve ertesi sabah gördüklerim geçti. Sırayla okun parlaklığı, toprağa
saplanan oklar, yerdeki vişne suyu… Bu mahkeme celbiyle üstünde durmadığım ne varsa yeniden anlam buluyordu. Adeta hayatım kara ama netliği artıran bir mercekle yeniden gözlerimin önüne seriliyordu. Arabaya biner binmez ellerimi yüzüme kapatarak ağlamaya başladım. Hıçkırarak aynı şeyi tekrar ediyordum:

– Aman Yarabbi ben bir katilim!

Bir süre bu hâlde ağladım. O gün boyu vücudumla ilişkim kopmuş gibiydi. Bunu nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Benzetme olması açısından şöyle düşünün, bir şeyi görüyorsunuz diyelim ayağınız, onun ayak olduğunu da biliyorsunuz ama ayak ne demek bilemiyorsunuz. Akşama kadar girdiğim tüm konuşmaları sanki beynimde var olan ve ezbere konuşma yapma konusunda mahir bir bölge benim yerime
yapıyormuş gibiydi. Söylediklerimin bir anlamı olup olmadığını karşımdaki insanların yüz buruşturup buruşturmamalarından anlıyordum. Yüzlerini buruşturuyorlarsa anlamsız bir şey söyledin düzelt, buruşturmuyorlarsa anlamlı bir şey söyledin, düzeltme onları dinliyor gibi yap. Bu şekilde iş günü bitti. Arabaya biner binmez o günün üstündeki sis perdesini kaldırmak için ortamda bulunan arkadaşlardan birine telefon ettim.

Nasıl bir konuşma mıydı?
Sahi nasıl bir konuşmaydı?

Arkadaşım bana sinirli bile değildi. Filmlerde badana yapılmış duvarlar olur ya, bembeyaz ve tek düze işte onlar gibiydi. Haber okuyan spiker sesleri gibi, tek düze ve yalnızca haber vermekle ilgilenen… O gün odadan elimde yay ve okla çıkmışım. Sonra da henüz evlerine dönmemiş olan insanlara gelişigüzel bir şekilde fırlatmışım. Elimden yayı almaya çalıştılarsa da kâr etmemiş ben atmaya ve atarken de insanlara
küfretmeye devam etmişim. Oklardan biri Refik beyin dizine saplanmış, dava da bu yüzden açılmış. Ama başka bir arkadaşımızın kafasına çok yakın şekilde geçmiş ve dediğine göre isabet edip ölmemesi şans meselesiymiş. Kapatmadan evvel kelimesi kelimesine şöyle söyledi:

“Katil olmayışının sebebi şansının olmasıydı, ahlaki değerlerin değil ve artık hiçbirimiz seninle görüşmek istemiyoruz” dedi.

Acı hissettiğimi hatırlıyorum ama yaptıklarına da hak verdim. Mide bulandırıcı bir şey yapmıştım ve elimde olsaydı kendi derimi domates veya elma gibi soyar böylelikle bu günah işlemiş bedenden kurtulurdum.

Ne şekilde eve döndüğümü hatırlamıyorum. Kapıyı açtığımda karım mutfakta yemek yapıyordu. Elinden tutup salona getirdim. Arkadaşımın bana söylediklerini kelimesi kelimesine ilettim. Şok olmuş olacak ki gülümsemeye başladı ve “ne demek bu” diye sordu. Çaresizce hatırlayamıyorum dedim. Benim herhangi bir şeyi onaylama veya reddetme şansım yok çünkü hafızamda hiçbir an yok. Sadece okların parlaklığını
hatırlıyorum ve sonra da bu dedim. (Mahkeme celbini uzatarak) Celbi okudu, masaya koydu 30 saniye kadar sessizlik yaşandı. “Bir şey demeyecek misin?” diye sordum. “Ne diyeyim” dedi, bu sefer hissizlik sırası ona geçmişti. Sanki çevresindeki her şeyi yutan bir delik olmuştum da benimle konuşanın duyguları çekiliyordu. “Konuşmak istemiyorum şu an” dedi. Ağzından duyduğum son sözler bunlar oldu. Yanımdan kalktı, küçük bir valiz yapıp evden çıktı. Birkaç hafta sonra kayınbiraderim onun eşyalarını toplamaya geldi. Ondan birkaç hafta sonra da avukatı anlaşmalı boşanma evrakları imzalatmak için geldi. Bu evraklara göre evimiz onda yazlık evimiz ise bende kaldı. Bir taraftan boşanma duruşmaları bir taraftan bu kasten adam yaralama duruşmaları derken işe devam edemediğim için işten de ayrılmış oldum. Mecburen ben de kalkıp yazlığa taşındım. O gün bu gündür de herhalde 500 metre ilerideki bakkaldan öte tarafa hiç geçmedim. İşte artık bugün son 1 yılda olmuş olan her şeyle yüzleşmem gerektiğini hissediyorum. Sizi de bu yüzden hayatıma konuk ettim. 1 yıldan sonra ilk defa aynada kendi yüzüme bakacağım, olan olayları
olabilecek en az bozucu perspektiften görmeye çalışacağım ve son derece mahkeme bana bir ceza verse de vermese de kendi vicdanımda neyi nasıl yapmam gerektiği hususunda hesaplaşma yaşayacağım.Hadi bakalım, (Derin bir nefes alır)

Öncelikle yaptığım şey amasız, fakatsız, öncesiz, sonrasız, seviyesiz ve iğrenç. Bunun hiçbir hâl ve şartta savunulacak bir tarafı yok. İnsanları evime davet ediyorum, onları yanımda rahat hissettiriyorum ve daha sonra savunmasız oldukları bir anda saldırıya geçiyorum. Bu çok ayıp ve sakil. Bu yüzden hepsinden tek tek, kendileri bir daha hayatımda olmayacaklarsa bile, benimle yaşamaya devam edecek olan hatıralarından ve manevi şahsiyetlerinden af diliyorum. Bu, benim doğruluğuna inandığım “insanın davranışı değil.

Peki ama böyle pişmanım ve kendimi kötü hissediyorum demeyle çözülür mü bir şeyler? İnsanlara verdiğim korku hissi, onların insanlara güvenebilme yetisine verdiğim zarar ve belki daha aklıma gelmeyecek başka yan etkiler ne olacak? Bunların hiçbirinden vareste değilim. Hepsini hem ruhen hem de mümkünse fiziken sırtlanmak ve bir çeşit ilahi suyla yunmak istiyorum. Benim elimden onları iyi etmek için bir şey gelmez ama üstüme düşeni düştüğü kadar yapabilmeliyim. Dünyada büyük günah işleyen ilk mücrim ben değilim ve sonuncu da olmayacağım. Şimdiye kadar bana verilenle yetinirdim o yüzden “şükrü”ydüm şimdiden sonra “nadim” olacağım, ve sonra da eğer mümkünse “naci”… İlk adım pişmanlık gösterip tövbe etmek olacak. Peki, bu nasıl yapılır? İslam’da mesela nasıl tövbe edilir? Günahını düşünürsün, diz çöküp Allah’a ellerini açarsın biraz gözyaşı döküp estağfurullah çekersin. Ellerini yüzüne sürmeden de son bir niyazla “Allah’ım beni yakma” dersin. Ama ben cehennemden korktuğum için pişmanlık duymuyorum ki… Arkadaşlarımın güvenini boşa çıkardığım, onları kötü etkilediğim, korkuttuğum için pişmanım. Karımla mutlu bir evliliğimiz varken hayatımız istediğimiz gibi gidiyorken bir katil olabilme ihtimalimle onu korkuttuğum ve hayatımızı alt üst ettiğim için pişmanım. Özne bensem de acıya konu olan ben değilim, hakkım olmaksızın zarar verdiğim başkaları. Ruhuma ağır gelen de bu. Dolayısıyla İslam’ın tövbesinden razı değilim. Peki Hristiyan tövbesi neye benzerdi? Bunun için öncelikle Katolik olmam gerekiyor. Sonra da doğduğum yer itibariyle kayıtlı olduğum bir kiliseye sahip olmalıyım. Bu durumları karşıladığımızı düşündükten sonra ilk iş ayine katılırdım herhalde. Ayinden sonra papaz efendinin koluna yapışır, günah çıkarmak istediğimi söylerdim. Pişmanlığımı anlatır belki konuşurken biraz ağlar ondan akıl isterdim. Peder bana Hristiyanlık tarihinden Aziz bilmem kimin en başında azılı bir katil olduğunu sonra tövbe ederek kendini kiliseye kapattığını ve ermiş olduğunu söylerdi. Şu duayı şu
kadar kere oku, kiliseyi ihmal etme falan derdi. Yalnız hissetmemek ve gelişimin/değişimin mümkün olduğunu bilebilmek güzel ama ben çektiğim acıdan yararlanmak için pusuya yatmış kiliseye çıkar sağlatmak istemiyorum. Evet yanlış bir şey yaptım, bunu da hiç ama hiç alkolün etkisindeydim diye geçiştirecek değilim. Ama ben özümün şeytan olduğuna inanıp bütün hislerimin ve insanlığımın üstüne çekiçle vurmak da istemiyorum. İçimde yanlış giden bir şeyler varmış, alkolün etkisiyle böyle açığa çıkmış. İnsanlara verdiğim zarar için üzgünüm ve önce neden böyle davrandığımı anlayıp sonra bu davranışa yol açan sebepleri ortadan kaldırmak istiyorum. 2 kere 2 eşittir 4. Yok Hristiyanlığın tövbesinden de razı
değilim.

Budistliğe bakacak olsam beni ne karşılardı? Her şeyden önce yine bir üstadım olmalı. Günahsız olduğuna inandığım bir üstat, bir gyatso… Eh, bu gyatso benim ne günah işlediğimi zaten bilirdi ve bana gelip şu mantrayı şu kadar gün boyunca şu kadar sayıda oku diye görev verirdi. Eve döndüğümde önce bu mantrayı okur ve tövbe eder sonra meditasyon yaparak ruhumdaki lekeye odaklanırdım. Hayır, Budizm’de ruh yok zihnimdeki lekeye. Sonra üstadımı düşünürdüm yüce bir tahtın tepesine oturturdum onu ki onun vücudundan çıkan ışık benim içimdeki lekeyi temizlesin. Bu leke, önceki yaşamlarımdan gelmiş olabileceği için kendimi çok da suçlu hissetmezdim ve temizleme işini üstadıma bırakırdım. Herhalde bir zaman
sonra da olayın acısını hissetmez olurdum. Bu tövbe diğerlerinden bile kötü herhalde. Her ne kadar önceki yaşamlarımla ben birsem de işlediğim günahın esas sorumluluğunu önceki yaşamlarıma attım bu bir,
günahımdan kurtulma sorumluluğumu ve ihtimalimi üstadıma havale ettim bu iki, bireyliğimi parça pinçik edip üstadımın karşısında kendimi ezdim hatta kanlı canlı bir insana ibadet eder hâle geldim bu da üç. Neden böyle bir davranış örüntüm oluştu sorusu boşta, kendime dair neyi değiştirmeliyim sorusu boşta, üzdüğüm insanların gönlünü nasıl alabilirim sorusu yine boşta. Verilmiş bir tane cevap var: “Eh geçmiş
yaşamlarımdan birinde bir halt yemişimdir ve bu yaşamımın belki suçu yoktur. Günahsız olan üstadımın sözünden çıkmazsam kurtuluşa ererim.” Eee, geçmiş yaşamlarım bu yaşamda insan olmayı hak ettiğine göre en fazla küçük günahlar işlemiş olabilirler çünkü insanlık çok yüce bir mevki, o hâlde hiç sorun yok. Edepsizlik ulan bu. Hiçbir şey bilmediğimiz şeyler hakkında iç rahatlatıcı spekülasyondan başka
bir şey değil. Yoo yoo, Budizmin tövbesinden de razı değilim. Anlaşıldı, dinlerle ilerlemek bana bir şey katmayacak. Peki ama bana ne bir şeyler katacak? Hmm, belki tarihten bir şeyler vardır. İnsanlık tarihi çok eski, bu konunun işlendiği bir metin muhakkak olmalı. Antik Yunan’ı düşünelim mesela, Oresteia annesini öldürdükten sonra şehre döndüğünde kimse onunla konuşmamıştı. Öz annesini öldürmenin bedelini adeta eti lime lime doğranırcasına tattığı yalnızlık acısıyla yaşamıştı. Hmm, bak işte bu güzel. Yaptığı davranış tanrıları kızdırdığı için değil başkasına zarar verdiği için cezalandırıldı hem de onu seven kimseler tarafından. O da buna ses çıkartmadı çünkü hak etmişti. Daha sonra Athena onu affetti ve yeni bir hayat
kurmasına müsaade etti, o da böylelikle ikinci şansı buldu. Evet, ben de yaşanan şeyleri geri alamam ama oturup cezamı çekip değişmek için azmedersem, kendimi tanırsam ve alkolün veya o an ortamda bulunan neyin öyle davranmama sebep olduğunu bulursam işte o zaman ikinci bir şansı, yeni bir şehirde yeni hayat kurmayı hak edebilirim. O günden ve değişimden sonra eski arkadaşlarımdan birisi veya karım geri dönmeyi kabul ederlerse ve ben de o zamanki hâlimle bunu istersem gelebilirler. Hiç kimseye kalıcı bir hasar vermediğim için minnet hissediyorum. Başıma bir şey gelmediği için minnet hissediyorum.
Amin.



Paylaşmak Güzeldir:

Burhan Kibar
Burhan Kibar
Kendisini meraklı bir kimse olarak tanımlar. Okumaktan, öğrenmekten, tanışmaktan ve keşiflere çıkmaktan hoşlanır. Bunlardan arta kalan zamanında Münih Teknik'te yüksek lisans öğrenciliği yapıyor. Boğaziçi İşletme'den mezun. Okulunu şu an olduğu kişi açısından vazgeçilmez görüyor. Seyahat etmeyi, yeni kültürlerle tanışmayı ve onları anlamaya çalışmayı kişisel gelişim için vazgeçilmez görüyor. Kendini tanıma yolculuğundan ve yazmaktan da ekstra keyif aldığını belirtmeden edemiyor.