Üç gün geçirdiğim Bakü bu zamana kadar dolaştığım şehirler arasında en az İstanbul kadar keşfetme fırsatını bulduğum tek şehir oldu. Azerbaycanlı bir arkadaşımın eşliğinde hem kent tarihini hem de ülkenin yakın geçmişini biraz daha yakından tanıdım. Olur da Bakü’ye yolunuz düşerse bu yazıdan edineceklerinizin seyahatinizde sizlere değer katması en büyük temennim. O hâlde filmi başa sarıp her gezinin ilk mühim adımını el alalım: havalimanından şehir merkezine ulaşım.
Bakü’de tek bir havalimanı mevcut. Havalimanı Türkiye’dekinin aksine ücretsiz internet sunuyor turistler için. İnternete bağlanın ve “Bolt”, “Yangoo”, “Uber” uygulamalarından birisini indirin (öncesinde de indirebilirsiniz). Ne yazık ki “sarı terör” sorunu bir tek Türkiye’de yok. Kazıklanmamak için uygulamalardan istifade etmek şart.
Ben bu uygulamaları indirip gitmiştim ancak havalimanı dışarısına çıkınca, kendi internetim üzerinden araç çağırmayı denedim. O esnada internetim bir türlü bağlanamadı, araç çağıramadım. Daha sonra birisi yanaştı, beni bırakmayı teklif etti. Anlattığından pek bir şey anlamadım ama “Bolt”tayım ben de dedi, o sebeple istemsizce kabul edip bindim. Böyle bir durumda siz siz olun, reddedin tabii.
Araçta benden başka iki kişi daha vardı. Bu taksi aslında Bolt üzerinden yolcu alıyormuş ama daha çok yerel takılıyor. Havalimanından uygulamada 5,5 manat gözüken mesafe için benden 15-20 manat aralığında bir ücret talep etti (1 manat 22₺). Gerçekten hiç tartışmadığım kadar taksiciyle tartıştım. Neredeyse yarım saatlik bir yol ve münakaşa neticesinde 10 manatta mutabık kaldık, adrese vardım ve kapattık konuyu. Gerek var mıydı peki? Hayır. O yüzden “hayır” demeyi öğrenmek lazım hakikaten.
O esnada korkutucu bir tecrübe olsa da şu an düşündükçe gülümsetiyor. Türkiye’de etmek durumunda kalmadığım tartışmayı Bakü’de etmek komik hissettirdi.
Cuma günü öğlene dek dinlendim. Zaten sabaha karşı 5’te arkadaşımın evine varabilmiştim. Öğleden sonra da çıkıp dolaştık beraber.
Bakü’de kaldığım günlerde sırasıyla şu şekilde bir keşif gerçekleştirdik: Çarlık Rusyası dönemi Bakü mahalleleri, İçerişehir ve Ağ Şehir (Ak Şehir).
İlk gün Çarlık dönemi gelişen mahalleleri yürüdük. Eğer Kars’a veya Tiflis’e gittiyseniz Rus hükümdarlığı döneminde Kafkasya’da gelişen “Baltık mimari” akımının tesirini burada bolca göreceksiniz. Ben Bakü’nün İçerişehir haricinde bu denli geniş eski mimari öğeleri barındırdığından habersizdim. Bu yapılar arasında pek çoğu yıkılmış veya yıkılmaya yüz tutmuş vaziyette. Buna rağmen yine de kayda değer sayıda 19’uncu yüzyıl ve 20’nci yüzyıl yapısı mevcut.
Aslında Bakü’nün Çarlık içerisinde en önemli kentlerden birisi olmasında başat rolü petrol oynuyor. 19’uncu yüzyılın ilk yarısında, Bakü’nün kuzeyinde Bibi-Heybet bölgesinde ilk kez petrol çıkartılıyor. Burada önemli olan şey petrolün rahatça çıkarılabilir olması. Yani bugün okyanuslar üzerine kurulan, çok derinlere inen sondaj cihazları gibi düşünmeyin. Bakü’nün altı petrol kazanı. Nitekim şehir, petrolün çıkması ve endüstri devrimi ile beraber şehir dehşet bir nüfus patlaması taşıyor. Almanya’dan, Polonya’dan, Rusya’dan ve daha pek çok farklı milletlerden insanlar petrolün getirdiği refahtan yararlanmak için Bakü’ye akın ediyor. Bakü’de bu zamanlar çokuluslu ve çokdinli yapının taşları atılıyor.
Azerbayacan’da petrol için “neft” kullanılıyor. Futbolseverler Neftçi Bakü’den hatırlayacaktır. Neftçi de petrol işçisi demek.
Neftin keşfi ile beraber pek çok insan müthiş zengin oluyor. Örneğin Tahir Tagliyev isimli bir şahıs, 1820’lerde yoksul bir ailede dünyaya geliyor. Babası ayakkabı tamircisi. O da geçimini kıt kanaat sağlıyor. Bir ara iki Ermeni ortakla Bibi-Heybet’ten bir arazi satın alıyor. Onların da hayali, belki arazimizde neft bulunur da refaha erişiriz. Ancak yıllar geçiyor ki arsada tık yok. Nihayetinde Ermeni ortakları bu sevdadan vazgeçiyor, Tagliyev de onların paylarını satın alıyor. Hayat, Tagliyev’e 50 yaşında gülüyor. Bu arazide de neft bulunuyor. Tagliyev, yaşamındaki bu yeni dönemde Rusya’nın en zenginleri arasına katılıyor. Kendisi sonradan görme birisi değil asla. Kim olduğunun, nereden geldiğinin farkında. Kendisi bir okuryazar değil ama eğitim onun için çok önemli. Hem kendi çocuklarını hem de başka talebeleri yurt dışında, burs vererek okutuyor. Okuttuğu insanlar daha sonra Azerbaycan’a dönüp alanlarında başarılı kişiler oluyor. Şehrine bir tiyatro binası hediye ediyor. Şehrin mimari ve kültürel gelişimi için yatırımlar yapıyor. Her ne kadar tahsil görmemiş, okuma yazma bilmez olsa da Tagliyev’in ticarete kafası basıyor gerçekten. Kendisini nefte bağımlı kılmıyor, elde ettiği gelirle gıda, tarım, tekstil gibi farklı alanlara da yatırım yapıyor. Hatta daha 19’uncu yüzyılda, eşine az rastlanır şekilde ilk kez lojmanlı bir tekstil fabrikası kuruyor. Fabrika işçilerine ücretsiz konaklayabilecekleri alanlar tahsis ediyor.
Tagliyev, Sovyetler Birliği’nin ilk dönemlerinde hâlâ hayatta. 1920’de Azerbaycan’da sosyalist rejim ilân edilince Bakü’deki burjuvazi sınıfı bütün mal varlığından oldu. Bu sosyalistlerin önemli şahsiyetlerinden birisi de, Tagliyev’in eğitimi için burs sağladığı Neriman Nerimanov’du. Tagliyev’in toplumu için yaptığı katkılara bir karşılık olarak çok nadiren denk gelinebilecek bir şans sunuldu: hangi mülkünde yaşamak isterse, orada yaşayabilecekti. Kendisi ölümüne dek Mardakan’daki yazlığında yaşadı.
Bu iki isim Azerbaycan’da karşınıza sıkça çıkacaktır. Wikipedi üzerinden bir okuma sizlere seyahatiniz için yeterli birikimi sağlayacaktır.
Tahir Tagliyev, neftin zengin ettiği insanlardan yalnızca birisi. Şu an ismin hatırlayamadığım bir bilim insanı buraya bir konu hakkında bilimsel araştırma yapmaya geliyor. Daha sonra neft ilgisini çekiyor. Kendisi de yine zengin oluyor. Nobel ailesinin bir üyesi de yine Bakü’de bir neft şirketi olan Branobel’i kuruyor. Hızla büyük bir servet elde ediyor.
Bakü’deki neft endüstrisi 20’nci yüzyılın başında dünya ihtiyacının yarısını karşılıyor. Sovyetler Birliği döneminde de Bakü’nün neft endüstrisi önemini koruyor. Burada 1926 gibi kırılan üretim rekoru ancak 2005 gibi geçilebilmiş.
Velhasıl neft, Bakü’nün bir metropol olmasında başlıca etken olmuş. Önce Çarlık sonra Sovyetler Birliği bugün de Azerbaycan bu bereketli kaynaktan istifade etmeye devam ediyor.
Peki bugün Azerbaycan’da halk Körfez halklarının refahına ulaştı mı?
Maalesef Azerbaycan’da, tüm bu neft ve doğalgaz kaynağına rağmen büyük bir yoksulluk var. Sınıflar arasında derin bir uçurum mevcut çünkü tüm bu gelirler, yalnızca en tepedekileri doyuruyor.
Azerbaycan’ın milli neft şirketi, ülkenin neredeyse her şeyi, SOCAR (“State Oil Company of Azerbaijan”, Azerbaycan Devleti Neft Şirketi). SOCAR, dolaylı yollarla bugün Aliyev ailesine ait. İlham Aliyev, yaklaşık 20-25 senedir ülkenin başında. Ondan önce de babası Haydar Aliyev Azerbaycan’ın başındaydı. Orta Asya cumhuriyetlerinde görebileceğiniz klasik bir diktatörlük anlayacağınız.
Aliyev tabii kendi başına değil. Bakü’ye gittiğinizde Kapital Bank, Pasha Bank (Paşa Bank) vb. bazı kuruluşlar göreceksiniz. Agalarov Real Estate karşınıza çıkacak örneğin. İlham Aliyev’in eşi Mihriban Aliyev – Azerbaycan Cumhurbaşkanı Vekili – evlenmeden önce aslında bir “Paşayeva”. Entelektüel bir aileye mensup. Bu iki ailenin güçbirliğinden bugün Azerbaycan ekonomisini tekelleştiren “Paşa Holding” çıkıyor. Agalarov da aslında Rus asıllı bir Azerbaycan vatandaşı. Emin Agalarov, bir zamanlar İlham Aliyev’in damadıydı. Ancak görünen o ki ex-damat olmanın bir önemi yok. “Once a damat, always a damat”. Bugün Agalarovlar ülkedeki en önemli emlak girişimlerini gerçekleştiriyorlar.
Yani anlayacağınız devasa bir servet var ve bu servetten yalnızca bazı siyasi elitleri ve çevresi beslenebiliyor. Ülkede asgari ücret 400 manat yani yaklaşık $200. Doktorlar bile neredeyse yok pahasına çalışıyor. Örneğin sosyal güvenlik sistemi Azerbaycan nispeten yeni. Eğer bir rahatsızlığınız için devlette doktor görmeniz gerekiyorsa, aynı zamanda doktora bir ödeme de yapmanız gerekecek. İlk başta kulağa rüşvet gibi gelebilir ama tam öyle değil aslında. Azerbaycan’da devlet doktorları istihdam ediyor, onlara hastanelerde oda tahsis ediyor. Ancak bu odayı donatmak (yalnızca tıbbi değil, tesisat ve elektrik işleri de örneğin), bakımını ve onarımını yaptırtmak doktorların sorumluluğunda. Bu sebeple bir ücret de ödeniyor. Yani doktorlar pek çok şeyi hastalardan ve kendi maaşlarından karşılamak durumunda kalıyor.
Buna karşın ülkede güvenliğe inanılmaz bir yatırım var. Polis maaşlarından haberdar olmamakla birlikte Türkiye’deki gibi hayal etmek yardımcı olacaktır kanısındayım. Metro istasyonlarında, sokaklarda her yerde polisler geziyor. Polisler kendi başına yeterli değil elbet. Parklarda, bahçelerde her yerde kameralar var. Kocaman bir 1984 içinde gibi hissettiriyor insana.
Kamu çalışanları, devlete karşı serbest zamanlarında da bazı vazifeleri yerine getirmek mecburiyetinde. Haydar Aliyev’in doğum gününün kutlanması, bir uluslarası etkinlik – mesela Bakü maratonu – için katılım gerekiyorsa bu katılımın sağlanması gibi katılımın zorunlu olduğu çeşitli aktiviteler.
Hoş, Haydar Aliyev’in doğum günü artık kutlanmıyor. 2016 senesinde sanırım bir kişi Haydar Aliyev heykeli altında “Kul bayramınız kutlu olsun” yazınca bu kutlamalar kesiliyor. Yazan kişi tespit ediliyor. Evinde kilogram ağırlığında uyuşturucu ele geçiriliyor. Hapse giriyor.
Anlayacağınız; cam gökdelenler birer güzel görüntü yalnızca. Refah buraya ne zaman uğrar bilinmez.
Şimdi o hâlde biraz da İçerişehir’i ele alalım. İçerişehir, surlarla çevrili bir iç kent. Dar yollar, iyi korunmuş ve renove edilmiş eski yapılar ilgi çekici kılıyor. Bakü’de çok rastladığım ve benzerini Kayseri’de de denk geldiğim kâgir binaya ahşap balkon çıkmak gerçekten taş ve ahşapın uyumunu çok güzel yansıtıyor. Üstelik Bakü’nün çınar ağaçları, salkımları şehrin kum rengi tonuna zenginlik katıyor. Eski şehrin tarihi Şirvanşahlar dönemine tekabül ediyor. Uzun süre Azerbaycan ve Bakü’de hüküm süren bu devlet, en sonunda Safevilerin parçası olmuş. Petrol keşfine dek üç aşağı beş yukarı şehir aynı kalmış. Sonrası da neftin keşfi ve şehrin surların dışına doğru büyümesi. Bugün İçerişehir bilhassa Bakü F1 Grand Prix’i pistleri arasında yer aldığı için F1 için de eşsiz yarış mekânlarından birisi.
Bakü’de daha önce neft ile beraber pek çok farklı etnisiteden insanın Bakü’ye göç ettiğinden söz etmiştik. Bu gelen milletlerden birisi de Almanlar. Almanlar buraya geldiklerinde kendilerine ait kiliseler inşa etmişler. Bakü’de bu sebeple yan yana denilebilecek bir şapel, bir de kilise var. Tabii kilise protestan kilisesi, o sebeple müthiş ilgi çekici diyemem katolik muadillerine nispeten. Yine de bu kadar uzakta küçük bir protestan komünitesinin yeşerdiğini görmek, onların bu komünite için kendi ihtiyaçlarına yönelik miras bırakması insanda takdir uyandırıyor. Zira Almanlar buraya imkânlar için geldilerse de buradaki yaşamın parçası olmuşlar. Azerbaycan’da kurdukları Helenedorf kolonisi ile şarap üretimine katkıda bulunmuşlar örneğin. Ülkede bir zamanlar önemli nüfusa sahip bir diğer millet ise Yahudiler. Bugün de hâlen bir nüfus barındırıyor. Hatta İsrail – Azerbaycan arasındaki diplomatik ilişkilerin yeşermesinde mühim bir tesire de sahipler. Tabii bu ilişkin Azerbaycan açısından neft; İsrail açısından silah satışıyla da doğrudan ilişkisi var. Hatta Bakü’nün Tel Aviv ile bu yakınlaşmasından mütevellit senelerdir sınır komşu, din kardeşi İran ile neredeyse kanlı bıçaklılar. Her ikisi de Şii inancına bağlı olan bu milletlerin bu derece farklı uçlarda yer alması elbette garipsenmesi gereken bir durum. Ancak yakın zamandaki siyasi atmosfer, örneğin İran ve Azerbaycan ordularının Karabağ civarında askeri tatbikat yapması ikili ilişkileri yumuşatmak yönünde önemli bir adım gibi duruyor. Ancak bunu İsrail’de görüyor, özellikle Azerbaycanlıların “Güney Azerbaycan”a dair hissiyatlarından faydalanarak iki ülke arasında pek de üstükapalı olmayan bir şekilde ilişkilere ket vurmaya çabalıyor.
Azerbaycan pandemiye doğru ordusunu kuvvetlendirdi. Siyasi iklimi de uygun hâle getirdi. Rusya, Ermenistan ve Azerbaycan arasında bir çatışmayı önlemek için yaklaşık 30 yıldır Karabağ’da koruyucu vaziyetteydi. Ancak Ermenistan’da zamanla ABD ile yakınlaşma göstergeleri, İlham Aliyev’in ise bölgeye uzak bir güç yerine Putin ile yakınlaşması ve diğer bölge ülkeleriyle de ilişkileri sıkı tutması sayesinde, Rusya’nın da yeşil ışık yakmasıyla Karabağı geri almak için Ermenistan ile savaştı ve amacında başarılı da oldu. Tabii iddialar burada son bulmuyor. Aliyev, bu sefer gözünü “Qerbi Azerbaycanlıların” haklarını müdafaaya adamış vaziyette. “Qerbi Azerbaycanlı”, yani Batı Azerbaycanlı diye belirttiği insanlar ise Ermenistan’ın kuruluşundan çok önce Ermenistan topraklarında yaşayan Azerbaycanlıların memleketlerine güvenli geçişi. Bugün Ermenistan’da Azerbaycanlı yok, Azerbaycan’da Ermeni olmadığı gibi. O sebeple aslında bugün bir anlam ifade etmeyen iddiaların neden gündeme getirdiği düşündürücü gelebilir. Belirttiğimiz gibi Azerbaycan’da tüm zenginlikler hakikaten minicik bir zümrenin elinde. Savaş olacak, güvenlik şüphesi olacak ki bu refah sürdürülebilir olsun. Bunu Bakü’de Aliyev’in askeri üniformalı, güneş gözlüklü o klasik pozunu gördüğünüzde aklınızda bulundurursunuz. Sonuçta tüm ülkenin atardamarı Bakü: sanat, ticaret, siyaset, tedrisat. Ne yazık ki günümüzde boşalan köyleri tekrar doldurmak pek mümkün görünmüyor. Belki Orta Çağ’da yaşanılan salgınların büyük şehirleri boşaltması gibi bir durum olabilir gelecekte, bilemeyiz. En azından şu an görünüş o yönde değil.
Aliyev yalnız yakın zamanda Rusya’nın bir Azerbaycan Hava Yollarına ait sivil uçağı düşürmesi sonrası Rusya’nın özür dilememesini müteakipen Rusya’ya kırgın görünüyor. Rusya-Azerbaycan ilişkileri bu sebeple biraz limoni. Ancak Azerbaycan’daki Rus vatandaşları bundan ne derece etkileniyor bilmiyorum. Azerbaycan’da yerli Ruslar çok sayıda. Bir zamana dek şehrin lingua franca’sı Rusça. Hâlen Rusça bilmek büyük iş görüyor. Hatta nasıl bizde iş şartları iyi seviyede İngilizce bilmekse Azerbaycan’da bu Rusça ve İngilizce bilmek gibi düşünebilirsiniz. Yerli Rusları Bakü’nün ayrı bir topluluk gibi durmuyorlar. Azerbaycan toplumuyla tamamen karışmış vaziyetteler diyebiliriz.
İçerişehir’den, Çarlık dönemi Bakü’den söz ettik ama aslında yalnızca buraları gezmedik. Bakü’de bir de bir zamanlar “Qara Şehir” varmış. İsmindeki kara, sizlerin de çıkartacağı üzere neft mefhumuyla doğrudan alakalı. Bir zamanlar ana şehrin dışında, bir işçi kentiymiş burası. Bugün ise Bakü metropolünün içerisinde kalınca tekrar bir elden geçirilmiş. Buradaki sanayii buradan taşınmış, şehrin farklı bir bölgesine geçmiş. Buradaki yapılar sökülmüş veya yıkılmış ve sıfırdan yeni bir konut projesinin inşaası başlamış burada. Evlerin pek çoğu Viktoryen – Parizyen taklidi apartmanlar. Fena da değil, uzaktan bakınca o kadar çaktırmıyor bence ama yine de içerisindeyken simülasyondaki glitchler biraz göze batıyor. “Sonradan görme refah” stili demek daha isabetli olacaktır burası için belki. Yine de Bakü halkı sevmiş görünüyor burayı. Gittiğimizde mezuniyet zamanıydı ve pek çok yeni mezun, bu Viktoryen evlerin önünde fotoğraf çekiliyordu. Bakü’nün bu yeni yerleşim projesi, elbette “Qara Şehir” ismiyle devam edemezdi. O sebeple yeni ismi burasının “Ağ Şehir”. Şu an için hayalet bir kent gibi. Pek çok binanın, dairenin bir oturanı yok. İş yerleri, insanlar yerleşmeden önce gelip açılmış. Kahveciler, nargileciler, burgerciler ve daha başka başka işyerleri. Bakü ile ilgili enteresan işlerden birisi de belki de bu. Bakü’ye dair paylaştığım gökdelenli manzaralar sizi yanıltmasın, örneğin denize doğru uzanan cam, çember şeklinde bina bomboş aslında. Ama uzaktan “Baku skyline” ne kadar da güzel, debdebeli görünüyor. Sanırsınız Manhattan. Ama işte, o işler öyle olmuyor. Bakü, körfezdeki refahı taklit etmeye çalışıyor. Ancak Körfez’in aksine Bakü’de ne kadar petrol olursa olsun, aynı derecede ekonomik işlekliğe sahip bir bölge değil. Bu sebeple aynı patlamayı yaşamak zor. Yüz sene önce daha mümkündü belki ama bugünkü petrol rezervleri belli ki yeterli gelmiyor. Peki Türkiye’den de alışık olduğumuz tüm bu “mega projelerin”, “çılgın projelerin” yükünü kim omuzluyor? Zaten ellerinden her şey alınmış olan Azerbaycan halkı. Gördüğünüz bütün manzaralar, on milyon insanın sefaleti üzerine inşa olunuyor.
Bundan birkaç sene önce kısa süre yürürlükte olan bir yasadan bahsetti arkadaşım. Karşıdan karşıya geçiş konusunda Azerbaycan’da halk bizden pek de farklı sayılmaz. Yaya kırmızı ışık yanarken geçerseniz cezası 20-30 manat gibi bir tutar. Bugün 400 manat asgari ücret, bu dediğim durum da 2017 senesi gibi düşünebilirsiniz. Kafanızda tutarın büyüklüğünün canlanması için bir fikir verir. Velhasılı kısa süreli bir yasak. Gerekli finansman sağlanmış olacak ki sonradan kaldırılmış kural.
Bir ilginç an daha. Bakü her zaman bugünkü gibi değil. Bir zamanlar zor da olsa gerçek muhalefet varmış. Örneğin bu videoda Cemal Ali isimli bir sanatçı İlhan Aliyev’e sövüyor. Küfür, Azerbaycan’da kamuda edilmesi çok ağır bir ifadedir. Küfür eden insanlara pek hoş bakmıyorlar ama Cemal Ali bir istisna olmuş gibi. Cemal Ali bu küfürden sonra hapse giriyor. 2011 senesinin Eurovision galibi Azerbaycan, 2012’de turnuvaya ev sahipliği yapacak olunca pek çok siyasi suçlu hapisten salınıyor. Cemal Ali’de fırsat bu fırsat diyip Almanya’ya iltica ediyor. Hikâye böyle.
Şehirden, siyasetten çok söz ettik, biraz kafanızı şişirdik. Biraz da iştah açıcı konulardan konuşalım, ne dersiniz? O hâlde gelelim Bakü’de ne yenilir ne içilir konusuna. Azerbaycan’da yemekler şüphesiz çok lezzetli. Yöresel yemeklerin yanında yerli Ruslara hitap eden Rus mutfağına ait mekânlar da çokça rastlanıyor. Bir de Gürcü mutfağı tabii ki olmazsa olmaz. Gürcü yemekleri çok meşhur, Azerbaycan’da seviliyor epey.
Ben bulunduğum süre içerisinde yalnızca Azerbaycan’a ait lezzetler denemeye gayret ettim. Bu lezzetlerden ilk tattığım “Qutab” idi. Qutab için gözleme diyebiliriz ama hamuru daha ince. Sokak aralarında, fast food olarak tüketilebilecek cinsten bir yiyecek. Fiyatı İçerişehir’de bir nebze yüksek ama normalde sokak aralarında 60 gopik (kuruş, güncel kur ile 12 TL)’a bulmak mümkün. Göyerti (yeşillik), qarın (işkembe), etli ve peynirli şekilde bulmak mümkün. Bu lezzet aynı zamanda bir halk lezzeti. Yani taşrada, sofralarda da yenir. Ancak benim arkadaşım etli qutabı ilk kez Bakü’de gördüğünü söylemişti. Ben etli, göyertili ve qarınlı olandan denedim. Etli ve göyertili pek lezizdi ama qarını şahsen lezzetli buldum, her damak zevkine hitap etmez kanısındayım.
Bu tuzlu yemeğin üzerine bir de ufak bir tatlı seansı yapıyoruz. Pışka isimli bir noktadan ufak pişi topu alıyoruz. Şekil ve görünüş olarak pişi diyebiliriz ama bir hayli ufak. Pışka, üzerine pudra şekeri yenilerek tüketiliyor. Oldukça uygun, 20 gopik kadardı yaklaşık tanesi. Tatlı niyetine güzel gidiyor.
Biraz daha yürüyüp iyice yoruluyoruz, vakti akşam ediyoruz. Bu sefer şehir merkezinde “Xezar Kafe” isimli bir lokasyonda oturuyoruz. Burası, yerin altında kalan bir restoran. Dekoru gerçekten göz alıcı. Geleneksel, herhangi bir modern iddiası olmayan veya kendini farklı bir biçimde gösterme ihtiyacı hissetmeyen, öz bir restoran burası. İçerişehir ve Nizam Caddesi gibi iki önemli noktanın kesişiminde olmasına rağmen fiyatları cep yakmıyor. Belli ki yereller de buraya yemek için geliyor. Burada bir Xırdalan birası içtik, ben yemekte “yarpaq xengeli” sipariş verdi. Bu yemek için mantının açık hâli diyebiliriz sanıyorum. Mantı hamuru olarak hazırlanan, kare şekilde kesilen hamur parçaları tabağın altına, üstüne de kıyma eti konuluyor. Yanında yoğurtla servis ediliyor. Gerçekten çok sevdim ben, sizlere de mutlaka öneririm.
Burada yiyip içtikten sonra sırada Bakü’nün renkli barlarına geliyor sıra. Bakü’nün şehir merkezindeki barları kendilerine özgü tasarımlarla donanmış, içki içmeyi gayet keyifli ve sakinleştirici kılan bir ambiyansa sahip. Pek çok mekâna güvenle girebilirsiniz. Azerbaycan’ın kendi bira markası “Xırdalan” isimli biradır. Mekânlarda nispeten ucuz diyebilirim. Ayrıca ithal olarak Efes, Tuborg gibi markaları da bulabilirsiniz ama Türkiye ile aynı fiyat neredeyse. İçki için burada umumiyetle ucuz demek pek mümkün olmayacak. Bana kalırsa içki burada, belki de ithal ürünler olması sebebiyle, değerli. Bu da Azerbaycan’da esasen bir bira kültürü oluşmasına engel teşkil etmiş olabilir. Fakat atıştırmalık açısından hiç de yaratıcılıklarını kaybetmemişler. Azerbaycan’daki atıştırmalık çeşitleri gerçekten uzun listelere yayılıyor. Her birisi de gerçekten birayla iyi gidiyor denilebilir. Klasik atıştırmalıklar haricinde bana en enteresan gelenler “boğaz” ve “tavuk midesi” idi. Mide hafif ekşimsi bir tat ama her damağa uymayacağı aşikâr. Boğaz ise uzakdoğuda servis edilen tavuk ayağı gibi emilerek tüketilen bir atıştırmalık. Bazı insanlar seviyor, her ne kadar bize anlaşılmaz geliyor da olsa durum böyle.
Azerbaycan’da şarapçılık fena değil. Ben kendim iki marka şarap ile döndüm. Buradaki şaraplar ekseriyetle ülkenin Kuzeybatısında yetişiyor diye hatırlıyorum. Gürcistan sınırına yakın bölgelerde iklim daha uygun. Gürcistan’da olduğu gibi yarı-tatlı şaraplara rastlamak sıkça mümkün. Ben Azerbaycan şaraplarını beğendim. Ancak içki için söylediklerim şarabı da kapsıyor, pahalı.
Duymuşsunuzdur belki ama çay kültürü Kafkasya’da önemli. Bizim içtiğimiz şekilde çay, sanırım bir tek bizde içiliyor. Çaydanlık iki parçadan oluşur. Altta su devamlı kaynar, üstte ise çay demlenir yine suyun içinde. Çayın altı açılır, kapatılır ve uzun bir süre çay tüketilir. İran’da, Azerbaycan’da ve başka çay kültürünün yeşerdiği ülkelerde bu pek rastlanmıyor. Herkeste çay, tek bir çaydanlık ile servis edilir. Çay içerisinde demlenir ve servis edilir. Çay demlendiği gibi tüketilir, tekrar tekrar ısıtılmaz. Zaten çay bir süre sonra ekşir, acır. Çay içerken Azerbaycan’da yanına beyaz kiraz reçeli, vişne reçeli. vb. reçeller tüketilebilir. Çayı şekerle tüketmem ancak reçelle tüketmek gayet zevkli, zaten Türkiye’de kahvaltılardan da az biraz alışkınız diye tahmin ediyorum.
Bir öğlen yine İçerişehir yakınındaki “Nergis Restoran”a gittim. Orası epey meşhur bir yer, güzel Azerbaycan yemekleri yiyebilirsiniz. Fiyatlar az tuzlu ama harikulade bir mekân dekoru var, yemekleri de bol porsiyonlu ve güzel. Ben “şirin dolma” aldım. Bizdeki lahana sarması aslında, etli bir sarma. Üzerinde kuru yeşil üzüm ve kestane ile servis ediliyor. Tatlı-tuzlu karıştırmayı sevenlerin ağzına layık bir yemek. Dolmanın arkasından bir de “Şeki Piti” sipariş verdim. Şeki, Azerbaycan’ın Kuzeybatısında kalan önemli bir yerleşim yeri. Esasen vakit olsaydı orayı da görmeyi çok arzu ediyordum ama nasip olmadı, Bakü’ye vakit anca yetti desem yeridir hatta. Burada denedim Şeki Piti’yi ben de. Kesinlikle daha çok kışın tüketilmesi gereken, ağır bir yemek. Ancak epey lezzetli. Kuzu eti, nohut, yufka ekmeği ile yapılıyor. Bir kazan yemeği, bulamaç gibi görünüyor. Bu “Piti” yemeği aynı zamanda Kars’ta da yapılıyor ama buradaki gibi değil bence. Kars’a giderseniz de deneyebilirsiniz, yediğim en güzel yöresel yemeklerdendi kesinlikle.
Dönmeden önceki akşam “Pitixana” isimli farklı bir restoranda son akşam yemeğimizi yedik. Burası eski usûl meyhane gibi desem yanlış olmaz. 1970’lerden bu yana faaliyette bir lokasyon. Menü yok, menü oradaki yaşlı amca ne derse o. Burada Azerbaycan’da et yemeği ararken ilk karşınıza çıkacak “Lüle Kebabı”nın tadına baktık. Lüle Kebabı yanına “Kalban” dedikleri bir domuz eti yemeğinden sipariş ettik. Bir et siparişimiz daha vardı ama hatırlayamadım. Ayrıca içecek olarak ikişer üçer şat kadar votka, bir de Azerbaycan’da sevilen bir meyve olan feyhoanın hoşafından aldık. Hoşaf, menülerde “kompost” ismiyle sıkça rastlayacağınız bir eşikçi burada. Burada bir eşlikçi, ikram kültürü yok. Eğer masaya bir eşlikçi, meze geliyorsa bilinki fiyatını ayrıca ödeyeceksinizdir.
Burada paylaştığım içerikleri görsel olarak da aklınızda canlandırmak isterseniz Instagram’da roaming_journal hesabım üzerinden göz atabilirsiniz.