Galiba uzun bir süredir yazmıyorum. Az önce arkadaşıma yazımı okuttum ve yazdıklarıma şaşırmaları beni şaşırttı. O an uzun süredir yazmadığımın farkıma vardım. Şimdi yazının başına geçtim. Ne ya da neler yazmalıyım hiç bilmiyorum, kaldı ki bu yazdığım yayınlanacak bir yazı mı ondan da emin değilim. Başımdan aşağıya doğru olan fikir akışını hissedebiliyorum. Bu hissi yıllardır hissetmemiştim. Bir insan neden kendini ifade etme biçimi olan yazmayı bırakır hiç bilmiyorum. Yazı yazmanın, fikirlerini fiziksel hayata taşıyarak onlara can vermenin büyüklüğünün tekrar farkına varıyorum. Düşünüldüğünde kendi dünyanda bambaşka olarak anlamlandırdığın olay akışının diğer dünyalara misafir olabilmesi, üstüne üstük o dünyalarda bambaşka şekilde anlamlandırılması bu yolculuğun akıl almaz bir detayı sadece. Kendi dünyanı başkalarına açmak mı yoksa daha öncesinde kombinasyon görmediğin bambaşka bir dünyaya kendini bırakmak mı daha çok sana hizmet eder bilmiyorum. Şu an yıllardır benim bile ziyaret etmediğim kendi dünyamı size açmak farklı hissettiriyor. Adımlarımı atarken uzun süredir basılmamış çimenleri hissediyorum. Bir dönemler altın çağını yaşayan bu yeri böyle tozlu görmek garip hissettiriyor ama güneşin geldiğini hissediyorum. Burayı ziyarete açma vaktinin geldiğini bağırıyor sanki evrenin her bir parçası.
Evrenler, dikkatimizden kaçan ve basit olduğunu düşündüğümüz mabedler. Farkında olmadığımız çok fazla detaydan oluşan bir kabuk. O kabuğun içinde bizi oluşturan her şey, her bir parçamızı birleştiriyor ve etkiliyor. Bir anlığına dursak ve etrafımıza baksak farkına varacağız ki her şeyin sebebi olduğunu. Belki de bunu yapmak nefesimizi kesecek, bu büyüklük karşısında şoka girceğiz. Sığ sandığımız, bazen hor bile gördüğümüz her detayın kocaman küçük evrenler içerdiğini anladığın o an bazı şeyleri anlamlandırmamızı sağlar. Karınca kadar sandığın şey, an gelir oksijen olur ve fazlalığında seni boğar. Galiba evrenlerimizi açmak ve ziyaretçilerden önce onlara yol yapmak boğulmamızı engeller. Biz bile evimizde kaybolmuşsak bir yabancıdan nasıl yolu bulmasını isteyebiliriz.
Başka evrenlere adım attıktan sonra, etrafa bakıp orayı anlamlandırmaya çalışma çabasıyla mücadeleye gireriz. Bize verilen yolda yürümeye çalışarak gördüklerimizi kendi açımızdan anlamlandırmaya çalışırız. Herkes kendini tuzlu suya ait hissetmez belki tatlı sudur onların yeri. Tatlı sudan da aynı şekilde bizi yüzeyde tutmasını bekleyemeyiz. Girmeden önce kapının dışına bırakmalıyız kirli ayakkabılarımızı, bize sağlanan yollara zarar vermemeliyiz. Hissetmek için temasımızı kesecek şeyleri bırakmak evrenin özüne daha da yaklaşmamızı sağlar.
Başka evrenleri ziyaret ettikten sonra evimize geliriz. Bırakıp köşeye fırlattığımız detaylarımız içinde keskin ayakkabılarımızı dışarıda bırakabiliriz. Bize ait olmayan geçtiğimiz o yollara gösterdiğimiz narinliği kendimize gösteririz belki. Evimizde boğulmamayı, rahatsız hissetmeyi ve ziyaretçilere yol göstermeyi tekrardan öğrenebiliriz. Gözlerimizi kapatıp rahat bir nefes almanın büyüsünü unutmak kendimize verebileceğimiz en büyük zarar olur.
Galiba ben evrenimin yollarını tekrardan açtım. Uzun süre sonra tozlar kirler kalktı ve güneş tekrardan geldi. Yazı yazmaya uzak kalmak kendinin bir parçasını saklamak demekmiş. Sizin bile yürümeyi beceremediğiniz bir yolda başkası nasıl yürüyebilir ki?