Konuk Yazar : Damla Hıçkıran
“Bir soru sormuştun bana binlerce cevabı olan, hatırladın mı?
Bulabildin mi acaba kendi yanıtını…”
Siparişi almaya gelen garsona “Birini bekliyorum, o gelince alırsınız rica edeyim.” dedim. Yaklaşık yarım saattir ıhlamurlu parktaki sessiz köşede, caddeye yakın tarafta onu bekliyorum. Bu parkta koşmayı çok severdi, o yüzden burada buluşalım istedim. Az ilerideki yokuştan korkmasına rağmen bisiklete binmeyi o yolda öğrenmişti. Sevimli, zayıfça, altın saçlı bir oğlan çocuğuydu o vakitler. Üzerinde küçük yaşta abi olmanın sorumluluğuyla direktifler yağdırırdı etrafındaki çocuklara. N’apsın? Bir lidere ihtiyaç var. En büyük çocuk da o. İş başa düşer, istemese de oyunları o kurardı. Kendi içinde hiyerarşik bir düzeni var bu çocukluğun.
“İşte, sana sorular kitabının bir sayfası:
Dünyadaki en güzel yer neresi?
Kendi cennetinde rotanı bulabildin mi?”
Tam 45 dakika sonra, ben beklemeye dayanamayıp bir bardak çayı bitirmiş, ikincisini söylesem mi söylemesem mi diye düşünürken geldi. Üzerinde annesinin çok yakıştırdığı mor tulumu vardı. Saçlarını taramış. Onu görür görmez hatırladım ve beklemeden iki oralet söyledim. Oralete bayılır, bazen içine tek şeker atardı. Geldi, sessizce oturdu karşıma. “Ben burayı çok severim.” dedi. Gururlandım, yaptığım bu küçük seçim için. “Hoş geldin, Nasılsın?” diye sordum.
“Nasıl hissediyorsun kendini?
Kaç duygu var heybende?
En sevdiğin şarkı hâlâ aynı mı, kaç kere değişti
Bir de şimşekler hâlâ korkutuyor mu seni?
O zamanlar en sevdiğin renk yeşildi.”
Biraz evdekilerden bahsetti önce. İyilermiş çok şükür de kavga, gürültü kesilmemiş. Kardeşim hala yaramazlık yapıyor diye yakındı. Savcı olmak istediğini ama buralardan da ayrılamayacağını söyledi. Daha erken karar vermek için dedim. Sakinler gibi oldu ama bir dakika geçmeden yeniden ayağını titretmeye başladı. Dik oturmam için uyardı beni. Oraletinden bir yudum daha aldı. Sonra arkasına yaslanıp kafasını yukarı kaldırdı. Derin bir nefes alıp “Oh” dedi. “Ihlamurlar…”. “Beni dinlendiriyor burası.” Aniden bana döndü “Akın” dedi. “Başardık mı?”
Başarmak ne demek bilmiyorum ki. Tek öğrendiğim şey küçükken başarmayı yanlış öğrendiğimiz dedim. Bu parkta başladık sanki başarıya doğru yürümeye, sonra başarıya bisikletle daha hızlı gitmeye. Ama varamadıkça yuvarlandık o bisikletle uçtuğumuz yokuştan. Ama mutlu muyuz diye sorarsan. Ne olursa olsun mutluyuz, iyiyiz. Bazen hatırlayamasam da mutluluğu nereye koyduğumu, iyiyiz. “Savcı olduk mu?” diye sordu. Hayır, hiç çıkamadığımız bu şehirden çıktık. Ve seyahat etmeyi çok sevdik. Şarkıcıyım şimdi. Turneden turneye geziyorum dedim. Mutlu oldu mu bu cevabım karşısında bilmiyorum. “Eee.” dedi “Anlat, başka neler var? Mesela âşık olduk mu?” Kikirdedi.
“Ateş suyu yakarmış
Can gönüle ağırmış
Hasret büyük düşmanmış
Aşk böyle bir şeymiş”
Aşık da olduk, ayrılığı da yaşadık. Ama hala bu konulardan bahsetmeyi sevmiyorum, kendime bile, dedim. “Âşık olmayalım o halde.” Dedi. Güldüm. Artık çok güzel resimler yapıyoruz ve ben eskiden senin sevdiğin gibi güneşi dağların arkasına çizmiyorum. Güneş çizmeyi en çok sevdiğim şey ve ortada dedim. İlgilenmedi. Yarım oraletini karıştırmaya daldı. Artık dedim ailemiz de mutlu ve annen seni hep çok sevmiş, şimdi de çok seviyor dedim. Şaşırdı. “Gerçekten mi?” dedi. Evet, sadece görebilmen için biraz daha zamanın geçmesi gerekecek dedim. Güneş gibi. Doğacak. Sonra batacak. Bu yüzden o güneşin kıymetini bil ve ona sımsıkı sarıl. “Ben karanlıktan korkarım.” dedi. Akın dedim, alışıyoruz. Karanlığa da aydınlığa da. İstemesek de alışıyoruz. Korkma, ben yanındayım.
“Değdi gölgelerimiz birbirine
Sonbaharın gelişiyle
Bir yaz günü gülüşüne
Veda etmek böyle bir şeydi”
İstemiyorum gün batmasın diye ağlamaya başladı. Ben de ağladım. Kafamı masaya gömmüş uyumuş kalmışım. Ne olduğunu anlayamadım uyandığımda yanaklarım ıslaktı. Masanın üstünde iki oralet birine hiç dokunulmamış. Biri çok az kalmış. Sokak lambaları yanmış, güneş batmıştı. Serindi, ürperdim. Boğazımda acı bir tat ve anında unutmaya başladığım rüyamla kalakaldım. Önümde bir not defteri vardı ve üzerinde şu satırlar yazılıydı:
“Bir soru sormuştun bana binlerce cevabı olan, hatırladın mı?
Bulabildin mi acaba kendi yanıtını:
Ben kimim, İyi miyim?”