Öneri Video (Bununla birlikte okunması benim için daha güzel olur.)
Hani bir an gelir ve farklı hissedersin. Sanki bir bilge gibi. Rüzgâr, çimenleri ve ağaç yapraklarını usul usul sallar. Bu sallanmayı fark edersin, ne kadar ahenkli dersin. Kaybolursun orada, adeta büyülenirsin, seni etkisi altına alır ve hiç bakmayı kesmek istemezsin. Usul usul dalgalanan çimenler ve ağaç yaprakları, sanki hayatın farklı bir yönünü bulmuşsun gibi etki bırakır sende. Sonra gözün arkada duran bulutlara kayar, bakarsın dönüyorlar, durmuyorlar ama öyle normal dönme değil bayağı koşturuyorlar. Diyorsun normalde de bunlar bu kadar hızlılar mı? Sana gene o his gelir, “Bu hayatın bir şifresi mi var acaba?” dersin. Bakarsın öyle çözmeye çalışırsın. Böyle tüylerin ürperir, için titrer, nefes almayı unutursun, gözlerin dolar ve hafif gülümsersin. Sanki hayatın farklı bi katmanına ulaşmışsın gibi. Dert etmen gereken sorumluluklar, düşünceler, beklemeler, üzüntüler, gitmeler ve kaybolmalar, hepsi bitmiş; için hafif, sen ferah. O andan çıkmak istemezsin. Bu kısa hayatın meşgalesinin neden bu kadar yoğun olduğunu anlamazsın. Neden dersin. Böyle olmaya gerek var mı? Ama o an o kadar yoğundur ve seni güzelliğiyle büyülemiştir ki sen kafayı ona veremezsin. Sadece anda kalırsın. Gözünü onlardan alamazsın. Kuş sesleri, gülüşler duyarsın. Rüzgâr beraberinde o mis kokuyu da getirir seninle. O koku, anı derinleştirir. İçine çekersin, çektiğin gibi bütün hücrelerine gider. En ufak parçandan en büyük parçana kadar esiri olursun. O ılık rüzgârla gelen mis kokuyu içine çekmelerin hiçbir zaman yetmez. Sürekli çekmek istersin. Sonunda rüzgârın kendisi karşına çıkar. Tüm vücuduna serinliğini tattırır. Sanki uçuyormuşsun gibi. Kollarını açıp kafanı yukarı kaldırırsın, bırakırsın kendini rüzgâra. Sadece serinletmez seni. O, sana ihtiyacın olan her şeyi verir. Yüksek bir köprüden atlasan deniz seni sapasağlam içine alacakmış gibi, gram hareket etmeden bulutların arasında olacakmışsın gibi. Saçların hiç yüzüne değmez tüm süre boyunca. Seni üzecek hiçbir şey yapmaz bu rüzgâr, bu an. Gözün sulanmıştır, tüylerin diken diken olmuştur arınmışsındır tüm her şeyden. Hafifsindir, yoktur bir sorumluluğun derken yavaş yavaş bir ağırlık gelir, sanki büyülü evrenin kapanış saati gelmiştir. O ferahlık, o yoğunluk azalır. Sersemlersin, ne olduğunu anlayamazsın. Yavaş yavaş kurduğun o çok yaşanmışlığa sahip krallığının parçalarını elinde görürsün. Artık çökmüştür. Kalbinin attığını, üstündeki eşyaları, sorumlulukların yükünü ve etrafındaki insanları hissedersin. Arkandan biri adınla seni çağırır yanına gitmen için. Kalırsın öyle, maruz kalmak istemezsin buna. Gitmek istemezsin. Geri dönmek istersin o an-a, olmaz. Krallığın girişi de krallıkla birlikte yıkılmıştır. Ayağa kalkmaya çalışırsın ama kolların bacakların ağırdır, zorlanırsın. O bir anda denizin kuvvetini yok sayan, çok hızlı uçan kişi yoktur. Sırtındaki soyut bir yükün altında ezilerek, elinde krallığının kalıntılarıyla o insanların yanına gidersin. Aslında rüzgâr hala aynı rüzgârdır, koku hâlâ aynı kokudur, kuş sesleri aynıdır, çimenler ve ağaç yaprakları aynıdır, gülüşler aynıdır. Teknik olarak her şey aynıdır. Kısa sürmesine rağmen ne kadar büyülüydü, krallara yaraşırdı. Bazen uçamasak da yüksekten, deniz bizi ölümün esiri yapsa da biz bu aynı şeylerde sürekli bu hisleri yaşayabiliriz. Korkmayın, o anlar kısa sürmek zorunda değil. Evren size her gün aynı özenle ve güzellikle elinden geleni veriyor. Her anınızı özel kılabilirsiniz. Her anınızda krallığınız olabilir. Unutmayın krallığınız hep elinizde kalmak zorunda değil.