Konuk Yazar: Mustafa Özgül.
Senden sakladılar
Kısraklar, başparmaklarıyla atlayıp ayın kovuğundan
Giz oluverdi senin göz bebeklerinde
Senden ölümünü bile sakladılar
Daha nergisken, ışık saçan zamanda umutlarını…
Yarım bıraktılar
Gülmek iş değil diye yüzünde
Her acının manasını sakladı gece
Ve iğnelerle açtılar bir gün gözünü,
Alelade çevrildi nasırlı, kuru eller üzerine
Masumiyet mesut bir anı şimdi
Serin hülyâların tutmuyor elinden
Çocuk rüyalarını idam ettiler,
Katilin tüm takım elbiseler.
Sen ve ben. Sen, ben…
Şarkılar acı, zaman geçiyor her gün önünden
Yokluğuna libas biçip kefenini giymekten
Saçamıyorsun taşlarla yığın eteklerini.
Kokusu nerede şu salıncakların?
Yoruldun yürümekten bildiğin caddeleri
Mecburiyetten, kahkahalarıyla bohem palyaçolardan
Üreyen küfürlü komalar sürüklüyor seni,
Toplayama diye kalbini
Açık ve seçilen bir mesafeye koyman için, içini.
Benze, benze ki olma eskisinden eksik
Tamamla toplum denen bu kangreni
Benze ki doğmasın alevi gerçeğin, hiçbir vakit.
Mumlar yanıyor, lambalar sönüyor.
Odadaki siyah melekler bir bir çıkarıyor gövdelerini
Düşüyor dimağımdaki dallardan yaprak taneleri
Parça parça, yeksan su katreleri
Vuslat telleri dokunuyor sıcak göğsüne.
Dışarıda bir gün çıkacak dilinden
Bir gün dökülecek kaldırıma adın
Çekingen adımların arsız ve latif,
Ezecek sayıklayarak geçilen sokakları
“Neden sığdın toprağa, çağlarken suların.”