Ne çağrışıyor zihninizde.
Yardıma ihtiyacı olan bir iş yapan, kan ter içinde kalmış birinin yanına yardıma koştuğunuzda alnında boncuk boncuk olan teri silerken ağzından, tebessümle dökülen bir söz mü?
Onca zorluğun ardından hayatına bakarken; yaşananla yaşanmayanla, içte kalanla dışa vuranla, günahıyla sevabıyla, tüm geçmişiyle orada halleşen bir ihtiyarın ağzından, büyük bir teslimiyetle gelen bir söz mü?
İşine gücüne gitmek için sabahın daha sökmediği saatlerde soğuk havada montunun yakalarını dikip elleri cepte dışarı çıkarken geride bıraktığının uğurlamasına ve dileklerine içten bir bakış düşerken o babanın ağzından çıkan dumanın içinde uçan bir söz mü?
Müşkül durumda kalmış, belki bunalmış belki sıkılmış belki de baskılanmış, yorulmuş ve hatta sindirilmeye çalışılmış bir adamın kendisine tepeden bakan aslında ancak kendinden üst bir kapıya paspas yapan, takım elbise giyen, seçilmişe el pençe seçene aslan kral olan, bir puştun karşısında yaptığı ayıplara cevaben o “sus payı” diye atılan şeylere karşı boyunduruk altına girmeyeceğini gururla söyleyen bir babayiğidin ağzından çıkan son söz mü?
Ve daha nicesi canlanabilir zihninizde ve daha nicesi çağrışabilir içinizde, kalbinizde. Benim aklımda sevdiğim bir dostumun sesiyle canlanıyor bu kelime. Onun sesinde can bulurken, anlamı bazen “anladım” olur, bazen “doğru diyorsun” olur, bazen “sen de haklısın be kardeşim” olur, bazen de “dert etme” olur, bazen “nasip” olur, bazen “bu kadarmış” olur. Ne tonla, hangi anda dediğine göre değişir.
Benim hedeflerim, ideallerim ve gerçekleştireceklerim var. Bir planım bir programım var. Uğruna savaştıklarım ve uğruna daha da mücadele edeceklerim var. Benim dertlerim var gece yatakta canımı sıkan. Benim kaygılarım var neşeli anlarda içime dolan. Benim dileklerim var her bir yok olan bir hayat daha gördüğümde içimden geçen. Benim korkularım var gençliğin kaybolmasına dair. Benim arzularım var dünyanın değişimine dair. Benim daha birçok diyeceğim var olan bitene karşın. Derler ya ajandası ayrı bunun, baksana laflarına. Hah ondan işte ayrı bir ajandam var. Ayrı diyorum çünkü öyle. Ajandamda kin, nefret, öfke, karanlık yok. Ajandamda umut, iyilik, dostluk var.
Ajandamda geleceğe ışık var.
Ajandamda fakirlikten çocuklarını doyuramayınca topluca intihar eden aileye bir çare var.
Ajandamda ayrımcılık, kayırmacılık yaparak hak etmeyenlerin önüne geçtiğini düşünenlere liyakat olan bir düş var.
Ajandamda her rengin yan yana olduğu bir tablo var.
Ajandamda iş arasa da bulamayan, yaşadığı şehrin valisine çıktığında “git, mendil al onu sat, dilenme burada” denen ekmek kavgasında ezilenlere dirayet var.
Ajandamda elleri cebinde gecenin ayazında sokakta gezen kafasında gelecek kaygısı olan gençlere umut var.
Ajandamda yapmadıkları şeylerden dolayı hak etmedikleri cezalar çeken insanlara hak var, hukuk var.
Ajandamda hep güzel şeyler mi var? Bilmem ben dertlerimi yazdım ajandama ama dertlerimi yazıp nokta ile bitirmedim asla. Sonunda bir virgülle devam ettim. Ondan sonrasında hep bir çözüm olsun istedim. Hep bir ihtimal daha var dedim.
Ve ihtimalin olması ümidiyle kalktım sabahları, onun ümidiyle çektim sıkıntılarımı, onun ümidiyle direndim insanların umutsuzluğuna, karamsarlığına,” sen mi kurtaracaksın sanki bu ülkeyi” gevezeliklerine.
Dedim bir başlayalım, gerisi gelir. Anlatalım çare bulunur, bir “bismillah” diyelim güç gelir gövdeye, kalkar demir yığınları, gider gitmesi gereken yerlere dedim. Ama ben bunu yapmak için tek olmamam gerektiğini biliyordum. Derdimle dertlenen, milletin dertleriyle dertlenen bir yer gerekti. Sırtımı dayayacaklarım olmalı gibi geldi. Dayamak istedim sırtımı gözümü kapamak istedim emin bir şekilde. Ama hesap etmedim bazen bazı küçük hesapları, her derdimi dinleyeni dert ortağı saymamam gerektiğini bilemedim ve gerçekten dertlenenleri bulmam gerektiğini anlamam zaman aldı ve zamanın kaybedilecek kadar bol olmadığını da hesap etmemiştim.
Sonra geriye çekilip baktım ve inanır mısınız aklıma ne demek geldi?
Eyvallah.