Konuk Yazar: Abdullah Kazıcı
Girişimcilik yolculuğumda en çok zorlandığım kavramlardan biri “aidiyet” oldu. Çünkü sürecin ilk yıllarında aidiyet, benim için hep “bir yere bağlanmak”, “bir grubun parçası olmak” ya da “bir toplulukta kendine yer bulmak” demekti. Oysa bugün çok daha iyi görüyorum ki girişimcilikte aidiyet bambaşka bir şeymiş. Bir yere değil, bir amaca ait olmak; bir topluluğa değil, kendi yolculuğuna bağlı hissetmekmiş asıl mesele.
Bir işletme kurmak, bir marka geliştirmek, bir fikri büyütmek… Bunlar dışarıdan bakıldığında dışa dönük adımlar gibi görünür. Fakat benim deneyimimde her büyük adımın merkezinde iki soru vardı:
Ben kimim?
Neye ait hissediyorum?
Bu soruların cevabını bulmak, yolculuğun hem en yorucu hem de en çok beni geliştiren kısmı oldu. Çünkü aidiyeti çoğu zaman başkalarının bizi tanımladığı alanlarda arıyoruz: sektörlerde, unvanlarda, etiketlerde… Fakat girişimci olunca hızla anlıyorsun ki bu etiketlerin hiçbiri seni taşımıyor; aksine sen onları taşımak zorunda kalıyorsun. Ve bir noktadan sonra sessiz bir iç ses beliriyor:
“Ben aslında nereye aitim?”
Aidiyet, Bulunan Değil; İnşa Edilen Bir Şey
Girişimcilikte aidiyet, bir topluluğa pasif şekilde dahil olmakla değil, kendi alanını aktif olarak inşa etmekle oluşuyor.
Benim aidiyetim zamanla şunlara dönüştü:
Fark ettim ki aidiyet, dışarıdan “kabul görmek” değil; içeride “kendini kabul etmekle” başlıyor.
Kırılmaların İçinde Büyüyen Bir Pusula
Girişimci olmak bazen hırçın bir denizde tek başına ilerlemek gibi. Rüzgâr değişiyor, pazar değişiyor, sen değişiyorsun… Böyle zamanlarda insan doğal olarak bir yer arıyor, bir tutunacak dal.
Ve zamanla şunu fark ettim:
Beni ben yapan pusula çoğu zaman başarılarım değil, kırılmalarım oldu.
Kaybettiğim işler, düşen motivasyonum, tıkandığım süreçler… Hepsi beni “Ben kimim?” sorusuna daha çok yaklaştırdı.
Aidiyetin, dış etkilerle değil; kırılganlıkla barıştığın, kendine dürüst olabildiğin yerde filizlendiğini gördüm.
Topluluk Aramadan da Güçlü Bir Yola Ait Olmak
Bugün girişimcilik sürekli “topluluk”, “network”, “ekosistem” üzerinden konuşuluyor. Elbette bunlar değerli, zaman zaman da gerekli.
Ama insan, en çok kendini ait hissetmediği yerlerde yoruluyor.
Benim deneyimim şu oldu:
Bir topluluğa ait hissetmeden de, çok güçlü bir yola ait olabiliyorsun.
Çünkü aslında yol, seni sen yürüdükçe sahipleniyor. Derinleşen de, büyüyen de bu oluyor. Ve topluluklar zaten sen kendi yoluna sahip çıktıkça kendiliğinden oluşuyor.
Aidiyeti Bir Duygu Değil, Bir Enerji Olarak Görmek
Şimdi fark ediyorum ki aidiyeti bir duygu değil; bir enerji olarak hissediyorum.
Bir şey yaparken içimde beliren o küçük ama çok güçlü “Evet, bu benim işim” diyen his…
Aidiyet benim için:
anlamına dönüştü.
Bu, toprağa değil; insanın kendi iç toprağına kök salma hâli.
Aidiyet, Bir Varış Değil; Bir Başlangıçmış
Uzun süre aidiyeti bir varış zannettim:
Bir ekibe dahil olunca, bir projeyi büyütünce, bir marka olunca…
Oysa bugün anlıyorum ki aidiyet bir başlangıç noktasıymış.
İçeride yanan bir kıvılcım, dışarıya doğru genişleyen bir alan…
Şimdi girişimcilik yolculuğumda şuna inanıyorum:
İnsanın kendine ait hissettiği bir “neden”i varsa, en çetin yollar bile hafifliyor.
Ve belki de girişimcilikte en güçlü motivasyon tam olarak şu:
Kendine ait bir yol çizdiğini bilmek.
“Ben kimim?” ve “Neye ait hissediyorum?” soruları pusulan olabilir.
Geri kalan yol, tamamen senin inşa edeceğin bir hikâye.