İstanbul tek başına ve sessizlikte vakit geçirildiğinde farklı bir şehir. Normalde “İstanbul rengarenk, hayat dolu bir şehir. Yaşamayan tek kişi varsa burada, o benim.” gibi hissettirirken yalnız kalıp, yeni yerleri keşfetmeye çalıştığınızda size dinlenmiş ve zihni temizlenmiş hissettirebiliyor.
Geçtiğimiz haftalarda normal şartlarda aceleyle hazırlanıp okula gitmem ve 4 saat boyunca fransızca görüp hiçbir şey anlamamam gereken bir sabaha uyandım. İnanılmaz rutinleşmiş sabah hazırlanma döngümü gerçekleştirirken bir haftadır sürekli ertelediğim modaya gidip çevreyi fotoğraflama planımı gerçekleştirmeye karar verdim. Kombinimi bile self date planıma uyacak şekilde güncelledim. (Asla size okuldaki dersinizi ekmenizi tavsiye etmiyorum bu arada, devamsızlık hakkım çok zor durumda…)
Telefonumun tüm bildirimlerini yurttan çıktığım an kapattım. (Yeterince ıssız adam değilim, öncesinde beni merak edebilecek isimlere bilgilendirme geçtim.) Yürürken ve vapurda sevdiğim şarkılar dinledim. Hatta günü daha da çok romantize ederek özel bir playlist oluşturdum. -Yazıyı okurken dinlemenizi tavsiye ediyorum, linki yazının sonuna bıraktım..- Son zamanlarımın favori şarkısı Deniz Tekin’den “Bir Vahayı Deniz Sandım”. Albümün tamamı da oldukça güzel, o da tavsiyem olsun.
Vapurdan indikten sonra dinlediğim şarkıyı da kapattım. Sabah 10 olmasından kaynaklı Kadıköy, Moda genelde sahip olduğu kaotik kalabalığa da sahip değildi. Çokk uzun zaman sonra İstanbul’da yürürken hiç navigasyon kullanmadım. (Normalde okul-yurt arası yürüme döngüsü dışında her yerde navigasyon kullanma bağımlılığım var.)
Farklı tüm caddelere girip uzun uzun dolaştım. Önünden geçtiğim eski ve pencereleri güzel çiçeklerle renklendirilmiş birçok evin sahibi olmayı diledim. Bir de erkek arkadaşım olurdu yanımda. Sabahları yürüyüşe, kahve içmeye çıkardık… Gelecekte sahip olmak istediğim hayat üzerine iki üç eski apartman ve sessizlik sayesinde uzun uzun düşünme fırsatı buldum.
Bir noktada yürürken normalde navigasyon kullanarak gittiğim için yerini asla ezberleyemediğim rulo ile karşılaştım. (Rulo Kadıköy’de çok uygun fiyata karnınızı doyurabileceğiniz harika bir yer.) Bildiğiniz karşılaştım. Karşıma çıktığında şaşırdım. Normalde dışarıda yalnız yemek yerken bile gerilen bir karakterimdir. Oturdum tek başıma rulo yedim. Dışarıda yemek yemeye dair bile anksiyeteye sahip olduğum için hem kendimi zorbaladım hem de anksiyetimin üzerine gidip geride bırakmaya çalıştığım için kendimle gurur duydum.
Yemek yedikten sonra random caddelere girip fotoğraf çekmeye devam ettim. Birçok antikacıda çok güzel parçalar gördüm. Yeni tasarlanan mobilyaların neredeyse hepsinin eskilerle kıyaslandığında inanılmaz çirkin olması üzerine düşündüm. O düşünce akışı içerisindeyken tekrar gelecek hayatıma dair kurduğum hayallere savruldu zihnim. Biraz da evimde olacak mobilyalar üzerine kafa yordum.
Sokaklarda gördüğüm martı ve kedilere eğlendim. Bazı kedilerle dostluk inşa etmeye çalıştım. Ama sanırım onlarla dost olmaya çalışan birçok insan, dostlukları karşılığında güzel yemekler gibi birçok hizmet sunduğundan ve ben kuru, kuru karşılıksız bir teklifte bulunduğumdan dostluk talebimi iyi karşılamadılar…
Aynı caddeden 5. kez geçtiğime ikna olduğum noktada gezimi sonlandırmaya karar verdim. Bir kafeye oturup bu sefer de uzun uzun çektiğim fotoğrafları editledim. Buyrunuz bazıları;
![]()
Size herhangi bir rota sunmayacağım veya bir mekan önerisi vermeyeceğim. Çünkü bence en iyi rota aynı caddeden 5. kez geçtiğiniz ve kaybola kaybola caddeleri keşfettiğiniz rota olacak.
Playlist Linki: