Konuk Yazar: Ali Hasan Kalk
Bu yazımda belki Zümrüdüanka içerisinde denenmemiş bir şey deneyip bir albüm yorumu yapmak istedim. İnceleyeceğim albüm, Bülent Ortaçgil’in albüm olarak pek de bilinmeyen ama çıkardığı şarkıların bir geçen zamanda düzenlenip bir hayli pöpülerleştiği 1990 yılında çıkan 10 parçalık albümü “İkinci Perde” olacak. Albümü bu kadar sevmemi sağlayan Ortaçgil’in samimiyeti, albüm içerisindeki konu farketmeksizin her şarkıya yayılmış durumda.
Albüm Linki:
https://open.spotify.com/intl-tr/album/4khQ5NzOKiWR65ZmVxVPDk?si=6eVW3EiSQ9OrSHhdSJ452A
Özel Ricam: Yorumları bahsi geçen şarkıyla beraber okumanız.
Bu İş Çok Zor Yonca
Albümün ilk şarkısı “Bu İş Çok Zor Yonca” Ortaçgil’in bir ev içine sıkışmış isyanı gibi duyuluyor bana. Şarkıda hem toplumsal hem kişisel normalleşmiş yalnızlığa, sorgulamadan yaşanmış hayatlara, doğru olarak kabul edilmiş bilinen yalanlara yakınıyor Ortaçgil. Bunu bir evin içinde sanki koltukta karşılıklı oturduğu Yonca adlı bir kadına anlatıyormuş gibi akış içinde, aklından her biri geçiyormuş gibi öfkeli anlatıyor tüm bunları ve O bunları anlatırken arkadaki ritim Bülent Ortaçgil’in içindeki sinir bozukluğunu anlatıyor gibi. Ortaçgil sinir bozukluğunu nakarat kısmında yükselerek içinden atarken bu sinir bozukluğunun atılması bize o samimiyet hissini veriyor. Sanki Ortaçgil, evin dışındaki işleyişten mutsuz ama bizim yanımızda huzurlu hissediyor ve bize derdini anlatıyor. Bir bakıma bizi bize anlatıyor.
“…Taş yüreklerde kilitli duygular,
Kapılar açılmayınca
Bu iş zor, çok zor yonca…”
Bozburun
Sert notalar karşılıyor bizi sanki bi kabullenmişlik bi rahatlık var ama yaslandığım yerden kum tanelerinden mutlu değilim onların varlığı beni rahatsız ediyor. Ortaçgil’in hayatında çok önem verdiği bir yer olan “Bozburun” ilçesinden alıyor adını şarkı. Ortaçgil yine yalnız; sevdiği uzakta, hatta belki sevdiği uyurken hissediyor bu hisleri ve o yalnızlığını paylaşıyor bizimle. En küçük sesin bile bir gök gürültüsü olduğu dünyadan yazıyor bize bu şarkıyı. Öylesine ufacık bir ses duymak istememeyi bu kadar sesli bir şekilde anlatmanın verdiği zıtlıkla dinliyoruz. Bir de şarkıda çok ilginçtir bir çok duyudan bahsedilmiş. Denizin kıpırtısı, ufacık sesin gök gürültüsü ve kokunun dansını anlatmış bizlere. Her bir duyu da çok güzel somutlaştırılmış ve gözümüzü kapattığımızda tüm duyularımızla hissediyoruz. Kokunun dansı başlar kısmından sonraki “tararay ray raray”ın bir sağ bir sol kulaktan baskın duyulması da o dansı şakaya vurulmuş bir şekilde anlatıyor bizlere.
“Güzellikler paylaşılmak ister,
Sevdiğim uzakta,
belki uyumaktadır.”
Ortaçgil, içinde birikmiş sevgiyi bu şarkı ile uzaktaki sevdiğine gönderiyor bir yandan da. Bozburun’da sahilde otururken uzaktaki belki de uyuyan sevdiğinin kulağına bir fısıltı, bir iç dökme gibi “Bozburun”.
“Güneşi yolladık bütün renklerle,
Oyuncağıyız artık alışkanlıkların.”
Küçük Şeyler
Bozburun’daki “tararay” kısmı bu şarkının introsunu oluşturuyor. Şarkı; çok küçük akor, nota ve arkadaki bas yürüyüşüyle bize açılış yapıyor ve öyle devam ediyor. Çok basit bir şarkı, arkada çok fazla bir enstrüman yok, çok fazla bir hareketlenme yok sadece bir basın adım seslerini duyuyor ve onu takip ediyoruz. Takip ederken de küçük duyguları anlatıyor bize piyano. Ne kadar da basit ve ne kadar da “küçük” bir şarkı.
” Hep büyük düşler
Büyük düşler peşinde koştuğunuz
Sonra neredeyiz diye içinde kaybolduğumuz.”
Arada Sırada Düşünür
Beşe dört metre odamızda 100 metreküp havamızla memnun muyuz? Monoton hayatlarımızda Ortaçgil’in dediği gibi dünyamız gezdiğimiz yerler kadar ve şarkıda Ortaçgil’in anlattığı kişi yalnızca işten eve yolları biliyor. Şarkı tamamen monoton bir şekilde yaşayan, hayatta kendi çizdiği döngüden çıkmayan fakat arada sırada da ne yapmalı, kime gitmeli, kimden sormalı diye düşünen birinin hikayesini anlatıyor. Ortaçgil diğer şarkılarındaki gibi monoton karakteri monotonluğunun dışında arada sırada düşünmesiyle ele alıyor. Fakat düşünmek yetmiyor bir şeyler de yapmalı ki uçucu olan kokular da kalsın bizlerle, iz bıraksınlar bizlerde. Eylemsiz düşünmek neye yarar ki?
“Kokladıklarıdır dünyası,
Limon Kolonyası,
Lavanta,
Hepsi uçucu”
Saçların
Kimi zaman ne kadar çabalasak da hayat bizi pas geçer, ne bir ödül ne bir başardım hissiyle avunuruz. Bu zamanlarda kendi yolumuzu bulmak, bu yolda kararlı olmak çok ama çok zorlaşır. Sonra zamanı gelir ve hayatın aslında bizi bir şeylere hazırladığını anlarız. Ortaçgil bu şarkıda da tam olarak bu histen bahsediyor. Ortaçgil bu kadar susamış olmasaydı belki de içmezdi karşısındakini. Av ve avcı bu kadar hazır olmasaydı yaşamazlardı birbirlerini. Hayatın bizi hazırladığı şey her neyse, o başımıza geldiğinde onu kabul etmeli ve yaşamalıyız bir bakıma. Psikolog Phill Stutz’ın gerçekliğe dair 3 tane kesin kabulü vardır. Bunlar: Hüzün, mutlak çaba ve belirsizlikdir. Stutz bu 3 şeyin hayat boyu süreceğini ve bunlardan kaçış olmadığını söylüyor. Ortaçgil’in bu şarkısı mutlak çaba gerçekliğini kabul etmiş, susamış, yorulmuş kişinin hayatın ona hazırladığı kişiyle karşılaşması sonucu ortaya çıkmış gibi.
“Saçların bir ipek böceği gibi,
Örüyor geleceğimi,
Eğer sonuna kadar yaşamak olmasaydı,
Tanımazdık birbirimiz”
Beni Kategorize Etme
Çok tatlı bir tartışma şarkısı bu şarkı. Ortaçgil kendisini kategorize eden sevgilisine yazıyor bu şarkıyı. “Beni kendi kutularına koyup öyle yargılama, beni ben olarak gör” diyor ve bunu kırıcı olmayan tatlı bir ritimle keza ritme yakışır derecede yumuşak ama net sözlerle söylüyor. “Ben seni öyle sevdim” kabul et beni, beni böyle gör.
“Karikatürleştirme beni,
İlahlaştırma,
Tabulaştırma sakın,
Tapulaştırma”
Sevgi
Müziğiyle uyan ne kadar bir masum bir şarkı yazmış Ortaçgil. Başlangıçta basit ve sakince akan notalar ardından naif bir gitar, sonrasında sert tuşelerle çalınan piyano, sonrasında yaylılar ve en sonunda, başlangıçta kullanılan klavyenin biraz daha insancıl ve oturaklı hali… Şarkının arkasındaki müziği dinlemek bile bize hikayeyi anlatıyor aslında bu da Ortaçgil’in ve arkasındaki ekibin ne kadar bilinçli olarak şarkıyı işlediğini anlatıyor bizlere. Sözlerde dikkat çeken durum ise bu şarkı diğerleri kadar yalnız bir şarkı değil. Sevginin işleyişi için bir karşılık bekliyor Ortaçgil. Bir koşul koyuyor “Yanıma gelirsen eğer…”. Yanındaki insana ihtiyaç veya gereklilik söz konusu bu şarkıda. Bir yandan da sürekli kişisel arayışta olan Ortaçgil bu şarkıda beraber bir arayıştan bahsediyor. Şarkının sonundaki:
“ben kaybolurken
sen ararken
ben kaybolurken
bulacağız birbirimizi”
bu sözlerde çok dikkatimi çeken bir durum var. Ben kaybolurken ve sen ararken sen beni bulacaksın diye sonlandırmıyor şarkıyı Ortaçgil. “Bulacağız birbirimizi” diyor ve aslında Ortaçgil, her ne kadar kaybolsa da bir arayışta olduğunu; arayan kişi her ne kadar arayışta olsa da bir kayboluşta olduğunu anlatıyor bize.
Çığlık Çığlığa
Ortaçgil karşısındaki kişiyi sevdiğini anladığı günden sonraki içindeki sevginin hayatındaki değişimine katkısından bahsediyor bu şarkıda. Ama şarkının en önemli kısmı Ortaçgil yine yalnız. “Sevgi” şarkısındaki o beraberliğin yanı sıra Ortaçgil’in yalnızlığı tekrar dışa vuruluyor. Senin güzelliğinden veya senin sevgin demiyor, “seni sevdiğimi anladığım günden beri” diyor. Yine kendi hislerini kendisiyle beraber anlatıyor, yine aşkını yalnızlığıyla betimliyor. Ne kadar da ince bir anlatım var şarkıda.
“Seni sevdiğimi anladığım günden beri,
Gökyüzü değişti,
Geceler değişti,
Çocuklar bile bana çiçek diye baktılar.”
Sıcak
Şükür şarkısı gibi bu şarkı. “Bozburun” şarkısındaki soğuk notalar, gergin hissettiren hava bu şarkıda tam tersine dönmüş gibi. Bu şarkıyı “sıcak” yapan şey ise bir sevgi. Ortaçgil’in sevgisi soğuğu bile çok “sıcak” kılıyor. Bir de aşkı karşılık bulabilse her şey “daha da sıcak olacak”. Duygularımızın nasıl da fizikselleştiğini, tüm algılarımızı değiştirdiğini çok ama çok güzel anlatan bir şarkı. Sevdiğimizde ısındım fiilini kullanmayı seçiyoruz. Peki bu sadece soyut bir ısınmadan ibaret midir yoksa gerçekten de ısındığımızı hissediyor muyuz? Bana ve Ortaçgil’e göre bu sorunun cevabı kesinlikle.
“Uykusuzluk sıcak,
Bardaklar eriyecek,
Kuşlar susacak,
Çok sıcak”
Beyazın Şarkısı
Son şarkıda bizi tekrardan bir “tararay” girişi karşılıyor. Bu eser gerçeklikten ürküp gerçekliği nasıl şekillendirdiğimizi anlatıyor bize. Daha önce eşi benzerini duyamacağınız bir şarkı “Beyazın Şarkısı”. Korktuğumuz için rüzgara esinti deriz, içindeki cinsellikten utandığımız için daha da karmaşık hale getiririz aşkı, birine gitmek bizi incittiği için bekleriz ve tüm bunları bir şarkıyla anlatır Ortaçgil. Şarkıdaki beyaz, masum temiz kalpli saf birini temsil ediyor ama bu beyaz kişi saydığım tüm gerçeklik yanılsamalarını yaşıyor kendi hayatında. Rüzgara esinti dediği için beyaz ve kirlenmiyor çünkü onun için hayat çok saf, güzel ve karmaşık. Tüm renkleri ayırmaktansa bir yerde toplayıp beyaz yapıyor kendini. Fakat içindeki hiçbir rengin kıymetini de ne biliyor ne anlamaya çalışıyor. İşin ilginci beyaz olanlara da hep gri diyor şarkıdaki beyaz, ki incinmesin siyahlar.
“Koca adamın kurdu kocamaz,
kocasa bile kendi anlamaz,
benim şarkılar biraz farklıdır,
kusura bakmasınlar.”
Yorumum (şarkı değil)
Tüm albümü ince ince dinledikten sonra benim ilk üçümü soracak olursanız sırasıyla: Saçların, Bozburun, Bu İş Çok Zor Yonca olurdu. Bülent Ortaçgil, bu albüm yayımlandığından beri geçen 35 senede bile benzerine rastlanmayacak samimiyet ve aykırılıkla yazmış tüm bu şarkıları. Albümün içindeki aykırılık ve samimiyet Ortaçgil’in kendi oluşundan, doğallığından geliyor diyebiliriz. Hem siyasi konuları hem duygusal hem de toplumsal konuları bu kadar yalnız bir dilden anlatıyor olması da bence dinleyen bizlere dokunuşunu çok ama çok içselleştiriyor. Eğer gün gelir albümü dinlerseniz yorumlarınızı çok merak ederim. İyi bakın kendinize.