Girişi sağlam yapmak istiyorum ama aklıma gelen en mantıklı ve beni gerçekten düzlüğe çıkaracak cümle şu galiba: BU YAZI SPOİLER İÇEREBİLİR ÇÜNKÜ İÇERMEK ZORUNDA!
Dünyanın belki de gelmiş geçmiş en doğru noktasındayız. Bazıları için Greenwich olabilir, bazıları için doğduğu topraklar olabilir ama durun durun kesinlikle yanılıyorsunuz. Siz önce LOST Adası’na bir uğrayın derim.
Keşke bu bir gezi rehberi olsaydı. Nursu, Oğuzhan veya Aydın olmak için kırk fırın ekmek yemem gerek — hele ki bu aralar sağlıklı beslenmeme rağmen(!) Ama onlara meydan okuyorum, çünkü bu adanın taşını toprağını iyi tanırım. “Çok gezmedim ama çok izledim” desem kahkahalara boğulur musunuz acaba?
Yörüngeden çıktığımın farkındayım; adayı mı anlatsam, adalıları mı anlatsam, ikilemdeyim. Bence şöyle başlayalım: Yörüngeden çıkan tek ben değilim. 22 Eylül 2004’te saat 16.16’da, 324 yolcu ile Pasifik Okyanusu’na iniş yapan biri daha var. Oceanic Airlines Flight 815 adlı uçağımız, asıl hikâyenin başrolü. Şimdi şunu demek vardı: “Keşke bizim Burgazada’ya düşselerdi, aaah aaah…” Ama ne yazık ki idüğü güdüğü belli olmayan bir adaya düştüler Pasifik’te.
Şimdi hikâyeyi baştan yazmak istemiyorum. Hem ben sıkılırım hem de okuyanı sıkarım, bunun farkındayım. Ama bahsetmem gereken birkaç isim var. Onları sadece bir kelimeyle özetleyeceğim:
Jack Shephard – Lider
John Locke – İnançlı
Kate Austen – Özgür Ruh
James “Sawyer” Ford – Alaycı
Hugo “Hurley” Reyes – Neşeli
Sayid Jarrah – Sorgulayıcı
Ben Linus – Manipülatif
Desmond Hume (FAVORİMDİR.) (SEE YOU IN ANOTHER LIFE BROTHER.)
Claire Littleton – Anne
Charlie Pace – Fedakâr
Jin-Soo Kwon – Gelenekçi / Sun-Hwa Kwon – Sakin
Hikayeye bence bir bakın çünkü benim hayatımda izlediğim en iyi kurgulardan biri. Öğrettiği, meraka sürüklediği ve heyecanlandırdığı çok nokta var. Karakter analizi seven ve o karakterlerin değişimini gören herkesin oturup üzerine düşeceği nadide bir eser.
“Alper, dikkat et söylediklerine!: ‘Don’t tell me what I can’t do!’” diyenlere kucak dolu sevgiler.