Bülent Ortaçgil’in İkinci Perde Albümü Yorumu
Aralık 3, 2025
Nadim
Aralık 3, 2025

Uyuyan Güzel

“Annem” diye mırıldandı İlven. Bir serinlik hissetti. Hava her zamankinden daha tazeydi. Yavaşça gözlerini açıp ortamın ışığına adapte olmaya çalıştı. Gözleri ortamı çok seçemedi. Nerede olduğunu ve ne yaptığını anlamaya gayret etti. Duvarlarla çevrelenmiş üstü açık bir avluda ahşap bir sedirde oturuyordu. “Burası neresi?” diye düşündü. Hava aydınlıktı ama görünürde bir güneş de yoktu. Taşlardan örülmüş avlunun kenarında öylece oturuyordu. Uzağı görüp detayları seçebilir olduğunda çevreyi yeniden taradı. Duvarların üstünden görebildiği kadarıyla dışarıda sararmış meşe ağaçları vardı. Aklı karıştı. Sonbaharda mıydı? Şüpheci gözlerle çevresine bakınıp duruyordu. 

Ayağa kalktı, ağır adımlarla avlunun merkezine doğru yöneldi. Yürüyüşü temkinliydi ama merakı ile hareket etmeye devam ediyordu. Derin nefesler alıyor ve hiç ses çıkarmamaya çalışıyordu. Serin bir hava vardı. Üzerinde ince bir bluz olmasına rağmen üşümüyordu. “Aslında tam tadında.” diye düşündü. Merkeze geldiğinde bilinci henüz yeni yerine oturmuş olacak ki, “Ben rüya mı görüyorum?” dedi kendi sesini duyabilecek şekilde. Hiç beklemediği bir anda arkasından, “Merhaba İlven.” dedi bir kadın sesi. İrkildi. Merakla kafasını arkaya çevirdi. Döner dönmez sanki dünya da kendi çevresinde iki tur daha atmıştı. O bir saniye iki gün gibi hissettirdi. Şimdi başka bir sahneye bakıyordu. Şaşkın gözlerle gördüğü manzarayı algılamaya çalıştı. Bulunduğu yerin çehresi değişivermişti. Duvarların arkasındaki ağaçlar yeşermiş, avlu daralmış ve güneş ışınları yeniden hissedilir olmuştu. Önce sol tarafına baktı. Taştan yapılma bir tezgah, üzerinde yüzü rahatlıkla görülebilen ve uyuyan küçük bir kız vardı. Öylesine masum ve duru bir yüzü vardı ki, sanki geleceğe dair umut hissinin vücut bulmuş haliydi. Sonra sağ tarafına baktı. Küçük bir masa ve tabure vardı. Masanın üzerinde boş bir kağıt ve tükenmez kalem duruyordu. “Bu kağıda ne yazılmalı?” diye düşündü. Ardından tam karşısına odaklandı. Zamanın izini taşıyan bir ifadesi olmasına rağmen oldukça genç gözüken bir kadın, İlven’i delip geçen bakışlarıyla ona gülümsüyor ve kaşlarıyla resmen konuşmasını buyuruyordu.

İlven: “Sen kimsin?”

Kadın: “Sana sözleşme fırsatı sunan bir Melek. Kısaca L.”

İlven: “Burası neresi?”

L: “Sözleşme bahçesi. Bir takas niyetledin.”

İlven: “Anlayamıyorum. Rüya mı görüyorum şu anda?”

L: “Rüya görmüyorsun ama evet uyuyorsun. En azından uykunda buraya geldiğini söyleyebilirim.”

İlven: “Ne niyetlemiştim ki? Tam anlayamadım. Bu kız kim?”

L: “Annen. Uyumadan önce ne düşündüğünü hatırlıyor musun?”

İlven: “Annem? Ama… Küçük bir kız bu. Anneme benzemiyor.”

L: “Çünkü sen, onun seçimleri doğrultusunda olduğu kişiyi anne olarak tanıdın. O, seçimlerinden arındırılmış halinde. Uyumadan önce ne düşündüğünü hatırlamaya çalış.”

İlven duraksadı. Uyanık olmadığından emindi. Ancak bir rüya için fazla gerçek hissediyordu. Kadın da ona rüyada olmadığını söylüyordu. Neydi bu sözleşme bahçesi? Tezgahın üzerindeki küçük kız, annesi miydi? Ne kadar da huzurlu ve güzel gözüküyordu. “Annem.” diye iç geçirdi. Ne düşünmüştü uyumadan önce? Ne yapmıştı? Aslında tüm akşamı evde geçirmişti. Kolileri açıp dolaplara bir şeyler yerleştirdiğini anımsadı. Sonrasında ne olmuştu? Bir süre düşündü. Yavaş yavaş hatırlıyordu.

İlven: “Salçalar!”

L: “Evet İlven. Peki sonra?”

İlven: “Annemin salçalarını yerleştirmiştim. Bana yolladığı kolileri boşaltıyordum. Sonra…”

L: “Sonra İlven? Ne düşündün uyuyana kadar.”

İlven: “Annem. Hatta babam. Benim için yaptıklarını. Gecelerini gündüzlerine katışlarını. Feda ettiklerini. Ödün verdiklerini. Benim yaşamam için. Yaşamadıkları o hayatı. Hayatları… Hatırlıyorum. Evet.”

L: “Yaşamadıkları hayatları düşündün. Sonra yaşadığın hayatı ele aldın. Sonra bir niyetle uyudun.”

Şu an kiminle konuştuğunu aklı almıyordu. Gerçekten bir melekle mi konuşuyordu? Zihninde geriye doğru filmi sarmaya çalışıyordu. Detayları gözden geçiyor ve eksik sahneleri bulmaya çalışıyordu. Düşündükçe uyumadan önce yaşadığı akşamı ve yaşadıklarını hatırlamaya başladı. Kalbi sıkıştı. Elleriyle gözlerini yokladı. Ağlamıyordu. Ancak tüm gece ağlamış gözleri yokladığını hissedebiliyordu. İlven niyetini de hatırladı. “Sözleşme bahçesi demek.” dedi. Bu gerçekten mümkün olabilir miydi? En azından üzerine konuşmaya değerdi. En kötü ihtimalle tuhaf bir rüyadan uyanırdı. O sırada kadına baktı. Gülümsüyordu.

L: “Yaşamadıkları hayatları düşündün. Sonra kendi hayatını tarttın. Ve bir niyet… seni buraya getirdi.”

İlven’in kalbi sanki atacak alan bulamıyordu. Sıkış tıkış hissetti. Hava tazeydi ama içine çekmeye çalıştığında ciğerleri kesik yiyor gibiydi. Hafiften midesi de bulanıyordu.

İlven: “Suçlu hissediyorum.”

L: “Hissetme. Konuş.”

İlven: “Benim için vazgeçtikleri şeyleri düşünmeden edemiyorum. Benim için mi? Ben ne yapabildim ki?”

L: “Nelerden vazgeçtiklerini düşünüyorsun?”

İlven: “Hayalleri, heyecanları, merakları, hata yapabilme hakları, yorulduklarında her şeyi bırakabilme özgürlüğü ve dahası. O kadar çok vazgeçiş var ki. Evlatları için yaptıkları. Benim için yaşayışları. Ben… Ben bu sorumluluğu taşıyamadım. Yaşamayı beceremedim. Ne bir hayali gerçekleştirebildim. Ne de o salçaların hesabını ödeyemedim.”

L: “Sence annen salçaların hesabını ödemeni bekliyor mu?”

İlven: “Elbette hayır. Fakat bu beni daha da yaralıyor. Bu kadar beklentisiz verme hali. Buna değer olma isteği. Bu isteğin hakkını verememiş olmam… Bir kadının hayali sadece benim var olmaya devam etmem olmamalı.”

L: “Bu hayalle mutlu oluyor olamaz mı?”

İlven: “Mutlu. Bana olan sevgisi gözünü kör etmişçesine mutlu. Çok daha farklı seçimleri olabilirdi.”

L: “Niyetinle kendine haksızlık ediyor olamaz mısın?”

Bacaklarındaki gücün azaldığını hissetti. Usulca dizlerinin üzerine çöktü. Artık annesi göz hizasındaydı. Küçük kıza dikkatlice baktı. Kim bilir ne hayatlar onu bekliyordu. Yaptığı bir seçimin sonucunda İlven şu an buradaydı.

İlven: “Gücüm kalmadı ama devam edebilirim. Mutlu da olabilirim. Ancak yaşayamadığı o hayatı ona verme isteğinden geri duramıyorum. Bu yaşlara gelmem için kendisinden vermiş olan anneme karşı borçlu hissediyorum.”

L: “Bu borcu hayatını olabildiğince güzel yaşayarak ödeyemez misin?”

İlven: “Ona göre evet. Belki birçoğumuza göre. Ben buna katılamıyorum. Avutma gibi hissettiriyor. Bundan sonrasında benim, hakkını vererek yaşayacak olmam sadece bir olasılık. Benim, annem için niyetim ise bir olasılık değil.”

L: “Evet değil. Bunun için buradayız. Sen geleceğe karşı bir şüphe içindesin. Bununla mücadele etmek yerine bir başkasına, yani annene garanti bir yaşanmışlık istiyorsun. Onun seni tercih etmek isteyebileceğini hiç düşündün mü?

İlven: “Tabii ki beni tercih eder. Her zaman beni önceledi ama bir başka gerçeklikteyken burası artık hiç yaşanmamış bir hayat olmalı. O gerçekliğin içinden burayı değerlendirmesini istemiyorum.

L: “Hangi hayat daha değerli?”

İlven: “Bilmiyorum. Değerli olanı bulmaya çalışmıyorum.”

L: “Sence annenin de bir tercih hakkı olmamalı mı?”

İlven: “Şu an onun tercihini yaşıyoruz. Bu sefer ben onun için karar vermek istiyorum.”

L: “Neden bu sevgi dolu tercihini yok sayıyorsun?”

İlven: “Çünkü altında eziliyorum.”

L: “Bir sevginin altında ezilmektense üstünde yükselmek istemiyor musun?”

İlven: “Korkularımı yenemiyorum.”

L: “Oldu o zaman.”

İlven, zeminde hafif bir sarsıntı hissetti. Elleriyle yerden destek alma ihtiyacı duydu. Hâlâdizlerinin üzerindeydi. Annesi halen tezgahta masum bir şekilde yatıyordu. Ona bakmak içinde umut hissetmesini sağlıyordu. Ardından bir karalama sesi işitti. Sağına doğru baktığında az önce masadaki boş kağıdın üzerinde bazı yazıların belirdiğini fark etti. Bulunduğu yerden yazıları okuyamadı. “Sözleşmem!” diye sahiplenici bir düşünce oluştu zihninde. Sözleşme hazır olmalıydı. Derin bir nefes aldı. Önce sağ ayağı ile yere basıp tüm gücüyle kendini yukarı doğru itti. Sonra sol ayağını da yere basıp kendinden emin bir şekilde ayakta pozisyonlandı. Niyetinden emindi. Bu bir akşamlık bir durum değildi. Ayların hatta belki yılların bir birikimiydi. Çocukluğundan beri özveriyle sevilişine veremediği tüm cevaplardı. Kuramadığı onlarca hayalin bedeli ve suçlu hisseden bir hayatın özrüydü. Çokça dramatikse bile bu düşünceler, bu ona ait bir dramaydı. Rolünü seçmiş ve niyetini gerçekleştirecekti. Sonuçta en kötü ne olabilirdi. Bir rüyadan uyanıp hayatına dönerdi.

İlven: “Ben hazırım.”

L: “Anlıyorum. Yaşanmamış bir hayata gerçekten şans vermek istiyorsun. Bu hayata karşı merakın hiç mi kalmadı?”

İlven: “Benim için bu artık bir merak konusu değil. Arayışlarım beni daha çare sahibi yapmadı. Ben annemden aldığım şansı bir gün sahip olabileceğim çocuğuma değil anneme geri sunabilmek istiyorum. Yaşayamadığı hayatı denemesini istiyorum. Lütfen sözleşmeyi tamamlayalım.”

L: “Oldu o zaman. İlven. Annenin hiç yaşayamadığı o hayatı yaşaması için, hiç var olmamış olmayı kabul ediyor musun?”

Hava durağandı. Ne bir hışırtı vardı ne de bir uğultu. İlven kendi kalp sesini bile duyamıyordu. Sanki sessizlik kendine ait bir çağ başlatıyordu. Görmekten başka duyusu yok gibiydi. Bir de düşünmek. Zihni asla susmuyordu. “Güzel annem.” diyordu. Sonunda hayatı boyunca gördüğü sevgiye bir karşılık verebileceğini hissediyordu. Alışılmış bir yol değildi elbet. Biraz kendisine göre bir seçimdi. Son kez gözlerini kullanmak istedi. Yanakları yavaş yavaş ıslandı. Ağlıyordu. Bu sefer suçluluktan ağlamıyordu. Kolilerden çıkardığı salçaların altında da ezilmiyordu. Huzur hissediyordu. Sözleşmeyi imzalıyordu. 

İlven: “Kabul ediyorum.”

Ve ekledi.

“Hiçlik de bir armağan olabilir.”





Paylaşmak Güzeldir:

M. Haluk Ovacık
M. Haluk Ovacık
Tutkusu hikayeler olan ve öğrenip gelişmek için yaşayan bir etki girişimcisidir. Hayallerini gerçekleştirmek için arkadaşlarının ideallerinin bir parçası olmaya özen gösterir. Hedefi davranışsal iktisat alanında uzmanlık geliştirerek ekolojik sürdürülebilirliğe katkı sağlamaktır. Kendisini toplumsal etkiyi hızlandırmak için gençliğe bulaşmış bir halde veya Simurg'u anlatırken bulabilirsiniz.