Sabah oldu, kalktım yataktan, bir fincan kahve içip koştur koştur işe gittim. Bilgisayarın başından kalkıp toplantıya gittim bir ara. Sonra yine ofisteki masamın başına oturdum. Arkada yine o gıcık iş arkadaşımın sesini işittim, kulaklığımı taktım. Akşam 6’yı gösterdiğinde saat, paltomu alıp otobüs durağına yürüdüm. Yorgun argın eve geldiğimde sabahtan kalan kahveden biraz doldurdum kupama; oturdum kanepeye, televizyonun karşısına. Sonra gözlerim kapanmaya başladığında uzandım yatağıma.
Uyandım ertesi sabah ve yine işe gittim bir fincan kahve içtikten hemen sonra. Bu aralar uykuyu kahvaltıya tercih ediyorum. Pazartesi, salı, çarşamba derken hafta sonu geldi. Yoruldum tabii, cumartesiyi kendime ayırayım dedim, her sabah çalan 5 alarmını kapattım. Önümüzdeki iki ayın her pazarını planladığımdan yarın ne yapacağım belliydi. Arkadaşlarla sahilde piknik yapacaktık. Keşke yarın da evde oturabilseydim; belim gerçekten çok ağrıyor, ofisteki sandalyeler hiç rahat değil. Hem param da cebimde kalırdı. Birikim yapmak istiyorum bu aralar. Neyse… Yapacak bir şey yok. Arkadaşlarımdan birinin doğum günü, mecbur gideceğim.
Uyandım, hazırlandım. Sahile gittik, hediyeleştik, pastalar üflendi, iyi dilekler tutuldu. Onlar da haftalarını anlattılar. Herkes koşturuyormuş bir yerlere, herkes hep çok meşgul. Bir oh çektim içimden.
Ara sıra, çok yorulmuşsam sadece rahatsız oluyorum bu döngüden. Ama sonra ayın biri geliyor, banka hesabımda maaşımı görünce gidiyor bütün burukluklarım. Bazen bırakmayı düşünüyorum işi. Potansiyelimi kullanamadığımı, gelişmediğimi hissediyorum. Sonra işi bıraktığımı söylersem annemin ne kadar üzüleceğini hatırlıyorum. O benim İstanbul’da yaşadığımı ve bir ofis çalışanı olmamı gururla anlatıyor teyzemlere.
Çok aç gözlü hissediyorum sonra kendimi, içimi pişmanlık kaplıyor. Kovuyorum aklımdan, zihnime hiç düşmemiş gibi bu düşünceler hayatıma bakıyorum. “Hayırlısı buymuş” derim kötü bir şey olursa. Ağzıma pelesenk olmuş bu söz. Olur da aklıma gelirse sorgularım içinde yaşadığım bu küçük ama konforlu dünyayı, kafamı kaldırır bakarım yukarı. Söylerim kendi kendimi teselli eder gibi: “Senin olduğun yerde olmayı isteyen o kadar genç var ki…”
Bunu kendime hatırlattıkça o sıradan insan yığınının bir parçası olduğum için huzurla dolar içim.
Bu fikirleri boş olduğum tek zaman, pazar gününde düşünürüm sadece. Çok dışarı çıkmam. Dışarıda belki normal olmayan insanlar vardır, kafamı kaldırıp yukarı baktığım o nadir anların hepsinde gözümde olan o at gözlüklerine dokunurlar, daha da kötüsü çıkarmak isterler gözlüğümü belki de. İyisi mi ben evimde oturayım, televizyonda benden kötülerinin durumlarını izleyip halime şükredeyim. Uyurum sonra da, sabah olunca elimde yine bir fincan kahve, koştur koştur yine işe, otobüse.