Dönüp Bakmak Ruhuma
Şubat 4, 2025
Erciyes’in Misafirleri
Şubat 4, 2025

Yetiş Ya Satürn!

 

Canlar… Ben bugün 27 yaşıma girdimm.  Bu yaşı hem ezoterik açıdan hem de gelişim psikoloji çerçevesinden değerlendirirsek… ANBILİVİBILLLL! Haykırıyorum gerçekten “neeeeğğ” diye. Şahika Koçarslanlı ses tonu ile ifade edecek olursak: OH MAY GAD. Her zaman söylerim, siz beni bir de 32’lerimde görün diye. Hele 45’e falan ömrüm varsa eğer, tadından yenmeyecek de işte o günlere kadar kendime ve hayatıma sahip çıkmak gibi bir sorumluluğum var. What a challange bro! Olur be… Neden olmasın yani? Ben ki ne hapishaneler ne intiharlar ne mezarlıklar ne alt sokaklar ve karanlık izolasyonlar görmüş insanım (…anne Çankırı bu yazıyı okurken kısa bir kalp krizi geçirir…) Ben, kimdir ki zaten? Bakmayın öyle dediğime; ben, zannettiğim ben ile bir yol geldim bu durağa kadar. Göreceli şekilde hatalar yaptım. Bilinmezlikler içerisinde bazı şeyleri bilmediğimi kabul edemedim. Bilmemenin aczi ne ilginç, hem seni bilmeye götüren itki oluyor hem de kendi kendinin yıkıcısı olman için cellat gibi ensende bekliyor. Biliyorum zannetmek de bir kibir değil midir? Kibri bir kimlik olarak giymek veyahut kibir ile yaşamda yol alma sorumluluğunu almak… Ama gibi… emin de değilim yani. Emin olmak zorunda mıyız, bilmiyorum. Anlattığım hikâyenin şimdiki olguları bu şekilde yalnızca. Ne inanalım ne inanmayalım.

Varsaydığımız kırılgan gerçekliklerde bazı yürüyüş rotaları takip ettiğimizi düşünmekteyim. Biraz performatif bir hâl bana kalırsa. (Ayrıca, ne yapayım, performatif biriyim ve içimden geliyor hayata da böyle bakmak, olamaz mı yani benim de baş etme mekanizmam böyle oluvermiş.) İçinde nedensellikleri de barındıran, cüzi ve külli irade üzerinden okumalar da yapılan bir sistem gibi. Yani gibimtrak. Aman yeter be kardeşim! Amma öttün car car iki yürüdün diye. Ne çok anlamak, görülmek, anlaşılmak ve duyulmak istedin. E ne yapalım, öyle derler, vermeyi istemeseydi istemeyi vermezmiş. Ondandır diyorum ki benin, senin, bizin egosundan sıyrılıp; tek olanın hiçliğinde ve bütünlüğünde var olmak, bence mümkün. Ve bu mümkünlük rotasında, 27 yaşımdan tüm dünyaya bir mesajım varsa o da şudur: SAL YA HU! Sal da bir rahatla. Ama yeri geldiğinde de tutmasını bil :)) Uçurum kıyılarında fazla dolaşmaya gelmez bu hayat :)) Yoksa Satürn baba, cıss yapabilir. Kendisi, sembolik anlatımda kural koyucu, zamanın yöneticisi ve eli maşalı öğretmendir. Sınırları ve sorumlulukları belirler. Dersine uyum gösterirsen, sana ödülleri ile gelir. Döngülerin içerisinde kendini var etmeni sağlayarak yaşamı var etmeyi çağrıştırır. Biraz biraz anlıyorum ki yaşamın sorumluluğunu alabilmek, kendinin sorumluluğunu alabilmekten başlıyor. Yine geldik mi basit olanın esas zor olan olduğunun muhabbetine? Devam.

“Yalnız ölü balıklar akıntıyı takip eder” isimli güzide bir sanat eserimiz vardır. Haklı bulurum anlatmak istediklerini. İrade ve akış kavramlarını zihnimin dehlizlerinde hâlen anlamaya gayret ederken, yaşam deneyimim içerisinde gönülden hissettiğim teslimiyet kavramına gelmek isterim. Teslimiyet, öğreninceye-anlayıncaya-kavrayıncaya kadar sınavı bol bir kavram. Yaşam boyu da bitmeyecek bir gündem maddesi bana kalırsa. 27’ye girerken elimdeki metafor kendini şöyle anlatıyor: Uçurtma uçurmak istiyorsun ama esen rüzgârın yönünden veya şiddetinden memnun değilsin. Uçurtmanın ipinin ucunu tamamen bırakmak bir seçim olabilir. İnan kimse de niye o uçurtmayı uçurmuyorsun diye sana kızmaz. Belki seninle uçurtma uçurmayı çok seven, bir zamanlar beraber uçurtmalar uçurduğunuz insanlar, bazı bazı yokluklar hisseder. Ama bir gün yine de bilirler, sen de esen o ferah rüzgâr gibi karıştın gittin döngünün içerisine. Ha, ne diyorduk, iki seçenek vardı uçurtmayı uçurman için. Belki aslında daha fazla seçenek de vardır. Var gibi hatta, ama metafor benim metaforum (ya sayın geri zekalı, ben düalitik bir zemine indirmek istiyorum demi canısı burada, sen bir susar mısın lütfen artık yeter ama ya…) Demem o ki elimizdeki uçurtmayı rüzgârın gittiği yöne doğru şekil alarak ve rüzgarlar ile uyumlanarak da uçurabiliriz.

Dönüp bakıyorum da uçurduğum uçurtmaya, çok şükür, otantik kimliği ile özümü besleyen ve özümü hatırlatan insanlarla çevriliyim hayatta. Çünkü 12. evi kova stelyumlu biri olmak bunu gerektirirdi. (lol) Yani size şöyle özetleyeyim: Belamı bulduğum kadar şükrümü de buluyorum. Bilinçaltının derinliklerinde her bir perdeyi kaldırdıkça, kazılacak daha fazla şey ile karşılaşıyorsun. Kendin zannettiğin kendinin hem yaratıcısı hem de katili olabiliyorsun. Minik bir tanrıcılık oyunu. Ama kesinlikle oyun. (Meanwhile Allah: kulum, beni bu mention’dan çıkar derhâl) Öyle bir mesele yani, çok da havalı görmeyiniz… Ama dilerim talep eden herkese de nasip olur, kafanızın içi daima şenlik yeri. Ee, zaten hiç neşe olmadan, hele de üzerine korkularla ve endişelerle dolu bir hayat yaşanır mı Gülben?? btw Yaşanıııır. Niye korkuları ile hayatı yaşamak isteyen insanları yargılayayım ki ben :)) Kimim lan ben? Yargılamayın insanları, yargısızca kabul edin ki yaşam dönüşsün. Ya da olduğu gibi red edin!! Sınır çizin ve almayın hayatınıza. Ama farkındalıkla ve hala sevgiden beslenerek.

Özetle, yaşayın anacım, dilediğiniz gibi gönlünüzden koptuğu gibi yaşayın. Nasılsa bedelini ödeyecek olan da an be an yaşayanın kendisidir(!) Seçimlerinizi en başta kendinize karşı dürüst bir şekilde yapın. Neyin kaçış, neyin tetik, neyin sonuç olduğu; hayat döngüleri içerisinde biraz farkındalıkla pratik ettikçe kendisini yansıtmaya başlıyor. İstemekten çekinmeyelim, bu da 27 yaşımın kut’lu olması için hepimize hediyesi olsun. İsteyelim, acizliğimizin ve fakirliğimizin bilgisi ile, arzu ve yoksunluk ile, amaç ve ideal ile isteyelim. Olur da “what if” senaryosu gereği, ölürsem yakın arkadaşlarım vasiyetimi biliyorlar. E bu da bir istek işte günün sonunda 🙂 Ne yapayım kontrolcü kimliğim biraz daha eşlik ediyor hayatıma, oturup kavga mı edeyim bir de işim yokmuş gibi? Ben, rüzgâra uyumlu olmaya gayret ettiğim bir yerden, ipi biraz saldım gitti. E hadi bakalım, rüzgârın götüreceği 5 yıl sonrada, 32’de görüşmek üzere.

Not: Kapakta görmekte olduğunuz bu kolajda yer alan herkes bugünkü kimliğimin oluşmasında farkında olarak veya olmayarak etkisi olan bazı insanlar. Her birisine ayrı ayrı müteşekkirim. Zira onlar, içimdeki arketiplerin öğretmenleri ve yaşamın döngüsündeki aynalık görevini üstlenen bazı yansımalar. AMA YANİ İNANAMIYORUM ETİK OLMADIĞI İÇİN TERAPİSTLERİMİ VE SÜPERVİZÖRLERİMİ BURAYA KOYAMADIĞIMA! (yıkılsınnnnn bu sistemm hehee) Öbür yandan, kişiliğimin oluşmasında ilham aldığım onlarca kıymetli ruh varlığı da var bu kolaja sığdıramayacağım. Komşu teyzelerim, oyunlar oynadığım arkadaşlarım, beraber faaliyet yürüttüğüm üretken zihinler, öğretmenlerim… Onları da çok seviyor, beni maruz görüp affetmelerini diliyorum. Zaten ilham almadığımız biri ile neden yakın falan olalım ki, ben pek anlamıyorum. Mesela buraya bağ kurduğum yazarları da koymak isterdim ancak hadi o başka bir yazının konusu olsun.



Paylaşmak Güzeldir:

Furkan Çankırı
Furkan Çankırı
Bir Simurg mezunu! Sosyal etki ve iyi oluş çalışanı. Keyifli ve huzurlu akışları önemser. Dünya vatandaşlığı hayali gütse de fazlasıyla Çanakkale sevdalısı. Alturizm ve Eurovision denince akan suları durur. Hikâye koleksiyonerliği ve yürüme eylemi ile hemhâl olarak kırılgan gerçekliğinde şaşkınlıkla yol almaktadır. Biraz hayatı keşfetme çabası, biraz beşerî kültür, biraz da ne deneyimliyorsa işte. Peki ya anlatmasa? Öylesini hiç sevmedi.