Seçki’nin bu ayki bölümünde Nobel ödüllü yazar, Kolombiyalı Gabriel García Márquez’in; 1951 yılında, Márquez ve ailesinin de bir aralar ikamet ettiği söylenen, Sucre kasabasında gerçekleşen, genç bir tıp öğrencisi olan Cayetano Gentile’in (24) bir dönem birlikte aşk yaşadığı okul öğretmeni Margarita Chica Salas’ın (22) abileri tarafından katledilmesi olayından esinlenerek yazdığı Kırmızı Pazartesi romanı üzerine konuştuklarımızı sizlerle paylaşmak istedik. İyi okumalar!
Marquez, romanında karakterleri gerçek hayattaki isimleri ve profilleri ile vermiyor. Ayrıca olaya dair bazı detayları da gerçekte olduğundan daha farklı bir biçimde sunuyor okurlarına. Yazarın, ana karakter Santiago Nasar’ın öldürüleceğini ta en başında vermiş olduğu kitapta, olaya dair ayrıntıları ve olayın arka planını okuyucu kitabın ilerleyen safhalarında öğreniyor. Kısacası kitapta “herkes tarafından bilinip hiç kimse tarafından engellenmeyen cinayet”in hikayesinin ardında koşuyor okurlar. Her bölümde olaya ya da karakterlere dair edinilen yeni bilgiler olayın arka planının aydınlatılmasını ve okurda taşların yerine oturmasına katkı sağlıyor. Marquez verdiği her yeni bilgiyle yalnızca okuyucusuna olaylar anlatmakla kalmıyor, hikayesinin hatta günümüzün üç maymun toplumunu, yarattığı toplum tabularını okuyucusuyla birlikte inceliyor. Bu sayede sürükleyiciliğinden taviz vermeyen eser, bizlere alışılagelenden farklı bir akış içerisinde içeriğini aktarıyor.
Kahraman bakış açısı ile yazılmış romanda, anlatıcımız kasabayı gezerek görgü tanıkları ve kasaba sakinleri ile röportajlar yapıyor. İçerik, yazında sentezlenen bu röportajlar üzerinden okuyucuya aktarılıyor. Okur, yalnızca çeşitli görgü tanıklarının ifadeleri üzerinden olaylara ve kişilere dair fikir sahibi olabiliyor. Görgü tanıklarının her biri olaylara veyahut kişilere dair bildiklerini; olayların/kişilerin uyandırdıkları izlenimleri kendilerinin bildiği kadarıyla ve kendi perspektiflerinden aktarıyor. Bu sebeple okur roman boyunca çelişen anlatımlarla karşılaşabiliyor. Bu aslında toplumda insanların kendi küçük vicdani yükleri yüzünden gerçeği nasıl da kendilerince değiştirip kendilerini, suçsuzluklarına inandırdıklarının Marquez’in kalemine yansımış hali! Bunun yanı sıra Santiago Nasar’ın gerçekten Angela Vicario ile birlikte olup olmadığı gibi spekülasyonlar haricinde (burada yoğun baskı üzerine Angela’nın abilerine onun bakireliğini alan kişi olarak Santiago’nun ismini vermesi) okurun fikir sahibi olamadığı durumlar da olabiliyor romanda. Tüm bunlar aslını öğrenemediğimiz fakat olaylarda ve kişilerin eylemlerinde kritik rol oynayan konuların kalmasına yol açıyor. Bu noktada ipuçlarını birleştirerek gerçeklerin neler olabileceğini, karakterlerin eylemlerinin dayanağını oluşturan ve doğrularını aslında pek çok kişinin bilmediği bu gerçekleri yorumlamak ve gerçeklere dair yaptığı yorumlardan yola çıkarak karakterlerin eylemlerinin meşruluğunu değerlendirmek okura bırakılıyor. Bu da romana dair birbirinden farklı çıktıların oluşmasını sağlıyor. Aslında olay örgüsünü bir nevi okur kendi görüşleriyle tamamlıyor ve karakterlere dair nihai hükmü veriyor. Örnek vermek gerekirse: Kitabın başlarında Divina Flor (Nasarların evindeki hizmetçi kız), kendisiyle yapılan röportajda, Santiago Nasar’ın zaman zaman kendisine sarkıntılık ettiğini belirtiyor. Kitabın bir başka yerinde de Santiago’nun Flora Miguel ile nişanlı olduğu fakat aynı zamanda fahişe Maria Alejandrina Cervantes ile yakın ilişkisinin olduğu aktarılıyor. Bütün bunlardan yola çıkarak, bir de üstüne Santiago’nun babası İbrahim Nasar’ın da vakti zamanında Divina Flor’un annesi Victoria Guzman’ın bakireliğini aldığı gerçeğini eklediğimizde Angela Vicario’nun ifadesinin doğrulayan bu sebeple de Angela’nın abilerinin suikast eylemini meşru bulan okurlar olabilir. Yine az önce belirttiğimiz gerekçelerden yola çıkarak Santiago’nun suçlu olduğunu düşünen buna rağmen Vicario kardeşlerin suikastlerinin meşru olmadığını düşünen okurlar da olabilir. Bu ikilem ya da görecelilik kitapta şu satırlarla aktarılmış: “”Onu bilinçli olarak öldürdük,” demişti Pedro Vicario, “A bunların yanında, Santiago Nasar’ın suçlu olduğuna yorulabilecek birçok veri olduğu halde ortada bir kanıt olmadığı için onun masum olabileceğini düşünenler de olabilir. Santiago’nun aslında masum olma ihtimali Vicario kardeşlerin kendisini öldüreceklerini öğrendiği zamanki şaşkınlığından, betinin benzinin atmasından ve kitaptaki şu satırlardan çıkarılabilir: ” “Hiçbir halt anlamıyorum,” demişti Santiago Nasar. Söyleyebildiği tek şey bu olmuş, onu da İspanyolca olarak söylemişti. “Sırılsıklam olmuş yavru bir kuşu andırıyordu,” demişti bana Nahir Miguel. “
Santiago’nun masum olabileceği, bu sebeple de Pedro ve Pablo’nun işlediği cinayetin hiçbir şekilde meşru olmadığı kanısına varan okurlar olabileceği gibi, Santiago’nun masum olma ihtimali olsa dahi romanın yazıldığı dönemin sosyo-kültürel konjonktüründeki “namus” algısı ve halk arasında en ufak bir laf/söz olmasının bile o namusa nasıl zarar verdiği, “namusu kirlettiği” ve bunun temizlenmesi gerektiği anlayışı değerlendirildiğinde kardeşlerin eylemlerini haklı bulan ya da başka çareleri olmadığını, bu sebeple de suçsuz olduklarını düşünen okurlar da olabilir. Kısacası kime ya da neye inandığınıza göre romanın çıktıları farklılık gösteriyor. Yazar okurların kendi kabulleri üzerinden karakterleri yargılamalarına alan bırakıyor. Marquez toplumun derini ile sizi tanıştırıyor ve size toplumda kim olduğunuzu bulma konusunda bir el uzatıyor.
Son olarak romanda kitlesel kabullerin, toplum tabularının bireylerin kararları ve davranışları üzerinde ne kadar etkili düşünceler olduğuna tanıklık ediyoruz. Pablo ve Pedro Vicario, kız kardeşleri Angela Vicario’nun ağzından Santiago Nasar ismini duyduktan sonra hiçbir şekilde Santiago’nun gerçek suçlu olup olmadığı sorgusuna girmiyorlar. Akıllarında yalnızca namuslarını nasıl temizleyebilecekleri, Santiago’yu nasıl öldürebilecekleri oluyor. Kitap boyunca o “Neden?” sorgulamasını görmüyoruz, karakterlerin toplumun gerekliliklerini yerine getirmek adına “Nasıl?” peşinden koşuşunu okuyoruz. Yazarın en çok dikkat çekmek istediği konularda biri de bu aslına bakarsanız. Toplumda zihninde ‘Neden’ ve ‘Nasıl’ sorularına sahip tek insanların da yalnız kalışının ağırlığını okurlarının önüne seriyor Marquez, tıpkı sütçü kadın karakteri ile tanıdığımız Clotilde Armenta’nın dilinden “O gün biz kadınların bu dünyada ne kadar yalnız olduğumuzun farkına vardım!” derken olduğu gibi.
Siz “O zavallı çocukları (Pedro ve Pablo Vicario) üstlerine çöken o korkunç yükten kurtarmak gerek.” diyen mi, “Her zaman ölüden yana olmak gerek.” diye üsteleyen mi yoksa herkesin karşısında “Namus aşktır.” diye dikilen misiniz? Bu soruların cevabını Kırmızı Pazartesi’nin satır aralarında ararken içinde bulunduğumuz toplumu yeniden keşfetmeniz dileğiyle. Keyifli Okumalar!
Teşekkür: Seçki Nisan24’te bize eşlik eden, bizimle Kırmızı Pazartesi’nin satırlarında buluşan ve toplumunu yeniden keşfeden herkese çok teşekkür ederiz.