Bir Zamanlar Bir Rüyada
Nisan 3, 2024
Koşuyolu Maceraları 2: Koşuyolu Starbucks Reserve
Nisan 3, 2024

Pas Rengi

Konuk Yazar : Ali Hasan Kalk


Apartman kapısından çıktı ve yürümeye başladı. Sorsan nereye gidiyor diye, o da bilmiyordu. Yürüdüğünün farkında değildi belki de. Sanki adım atmıyor, yere yakın bir şekilde süzülüyordu. Öyle süzülüyordu ki elinde bir ipe bağlı uçan balon olduğunu, balonun onu yanına çağırdığını hissediyordu. Tam o sırada dün gece ona bağırarak küfür eden, daha sonrasında hızlı ve sert adımlarla ondan uzaklaşan; dağınık kahverengi saçlı, pas rengi küçük gözlerinin içinde öfkeye bulanmış sevgiyi yaşatan gözlerle ona bakan kadını hatırladı. Kadını düşündükçe sanki o da onunla süzülüyordu. Adam 30 saniye önceki kadar özgür ve yalnız olmadığını düşündü artık. Kendisine bağlı olan bir kadın düşüncesi vardı. Yavaş yavaş anlıyordu: Özgürlük sadece bi yere bağlı olmamak değil, aynı zamanda hiçbir bağı elinde de tutmamaktı. Hem yanında bir kadın, hem elinde onu yükseklerde tutan bir balon tutuyordu. Ona bağlı olan duygulardı bunlar. Tüm duygulardan korkmaya başlamıştı yine aynı sebeple. Özgürlük onun için çok ama çok önemliydi. Mutlak amacın insanın özgür olması olduğuna inanmıştı, belki de inandırılmıştı. Yanındaki kadını seviyordu. Hatta adama sorsanız kadına aşıktı da. Fakat kadına hissettiği hiçbir duygu kadar derinden açılamamıştı. Evet, kendisi özgürlüğe çok yakındı belki, fakat duyguları masum oldukları halde uzun zamandır gün yüzü görememişlerdi. İnsanlar her zaman sevginin özgürlüğü kısıtladığına inanıp sevmekten korkmuşlardı. Oysaki insana karşı herhangi bir duygu besleyen insanın, onların bakış açılarına göre artık özgür olması imkansızdı. Duyulan hissizlik bile insanı insana bağlıyordu. Hikayemizin ana kahramanı diğerleri gibi hiçbir zaman sahip olamadığı takma kanatlarından vazgeçip bir insanı sevmeye, ona karşı bir şeyler hissetmeye korkuyordu. Adam, kadını düşündükçe ayakları yere basmaya başladı. Sanki artık onu yere basmaya zorlayan bir yük vardı elinde. Elinde tuttuğu ipin bağlı olduğu küre bir plastik balon yerine, metal küreye dönüşmüştü. İçinden bırakmak geçiyordu, küreyi oracıkta bırakıp, yoluna süzülerek devam edebilmek… Tüm suçu elinde ipini taşıdığı metal küreye yüklüyordu. Her şey; o kirli, çamura bulanmış, paslanmış metal kürenin suçuydu artık. Hem belki özgür de olurdu. Niye

olmasın ki? Özgür olmak dediğimiz gibi hem bir yere bağlanmayıp hem de elinde hiç bir ip tutmamak değil miydi? Öyleydi. Adam yolun ilerleyen kısımlarında bıraktı ipi, katlanamıyordu artık. Paslı metal küreyi geride bırakması gerekiyordu ve yaptı da kendiyle gurur duyuyordu. Kendine olan saygısını, sevgisini korumuş; özgürlüğün peşinden koşan özgür biriydi o artık. Kendine dönüp iki veya üç kere tekrarladı bu cümleyi: “Ben, bunu kendime karşı olan sevgimi, saygımı korumak için yaptım ve artık özgürlüğümün peşinden koşacağım.”. Sustu biraz daha yürüdü. Kısa bi’ süre sonra söylediği cümleyi kendine hatırlatma gereği duydu. “Ben kendim için bıraktım metali küreyi. Bırakmasam özgür olamazdım. Özgürlüğümün peşinden koşamazdım. Mutlu olamazdım. Şimdi hiç bir şeye bağlı da değilim hiçbir bağı elimde de tutmuyorum. Ben, ben peki şimdi ne yapacağım? Özgür olacağım. Sonra peki? Sonra ne olacak?” diye düşündü. Haksız değildi ne yapacağı hakkında sorular sormakta. Kimse ona söylememişti. Söylenenler onu buraya kadar getirmişti. Özgürlüğü elinden alınacak diye sevmek nedir bilmiyordu. Ayakları yere basmasın, özgür olabilsin diye onu yere doğru çeken ilk ağırlıkta vazgeçmişti tuttuğu ipten. Çok uzun bir süre geçmişti, neden hala yürüyordu? Elinde kirli, paslanmış metal küre de yoktu. Neden hala yürüyordu. Kafası çok karışıktı. Hiç bir şey düşündüğü gibi gitmiyordu. Paslanmış metal küre, dün gece ona bağırarak küfür eden kadını hatırlattı. Ne alakası vardı küreyle kadının? Uzun uzun düşündü. Adımları yavaşladı. Renginden dolayıydı. Kadının gözünde korkarak yaşayan öfkeye bulanmış sevgi de aynı renkteydi. Adam adını koyamadığı bir histen dolayı kafayı yiyecekti. Elinde ipler yoktu. Kadın da yoktu yanında. Neydi kafasındaki düşünceleri ona bağlayan. Özgürlüğünü kısıtlıyorlardı bu düşünceler. Başka bir şey düşünemiyordu. Durdu adam. Hiçbir şey yapmadan öylece durdu. İşte o an, orada farketti: Düşünceleri her ne kadar özgür olsa da duygularının tutsak olduğunu. Duyguları hapishane hücresine götürme kararını veren hakim de, oraya götüren görevli de kendi düşünceleriydi. Kendi kendini hücreye koymuştu.



Paylaşmak Güzeldir: