Konuk Yazar : Damla Hıçkıran
Karıncalar bilmeden severler diyordu durmadan. Karıncalar bilmeden sever. Nereden aklına takılmış bilmiyor. Bazı gündüzler rüyalarından kalma bir cümle gelip onu bulurdu. Rüyaları anlıyordu, aciz insan beyninin uyanıkken hayal edemediklerini gerçekleştirme çabası. Tonla düşüncenin ruhundaki istekleri gizlemesinden olacak, çok rüya görürdü. Rüyalar hatırda kaldığında güzeldi. İnsanlar gibi. Hayal bile edemediklerini tuvale döküp paraya çevirebilen bir ressam için insanlar figürden ibaretti. Resimlerinde bu figürlere pek yer vermezdi.
O gün Tophane’ye saparken, tam Gülerle ayrıldıkları sırada, ürperdi. Arkalarından bir adamın yürüdüğünü hissetti. Dönüp baktı, Devetüyü paltolu Güler’in hemen arkasından kahve portföy şapkalı bir adam gidiyor. Durdu. İçini yoğun bir his kapladı. Bu adam… Sanki yıllardır tanıyor onu. Arkasından gitmek istedi. Ama hayır. Artık birinin peşinden koşma çabası gereksiz geliyor ona. Aylaklık bu diye düşündü. O’nu bulmaya çalışmak, aylaklık. Ancak avareler yaşar bu tutkuyla. Hem, elbette o adam Güler’in devetüyü paltosunun peşinden gitmeyi kendi mavi paltosuna tercih ettiyse bir sebep vardı. İlahi bir neden belki. İşte bu düşüncelerle B, Bay C’nin peşinden gitmedi. Gitseydi hikâye biterdi. Tesadüf mü? Değildi.
Akşama Beşiktaş’ta olmak gerek. Kabataş yolunun bitiminde kahvehanenin yanında ufak bir bank vardır. Bank, Kız Kulesi’ni doğrudan görür. En yalın haliyle. Pek tekin bir yol gibi görünmese de denize daha yakın olması, doğrudan meydana çıkan yokuştan yürümeyi daha zevkli kılar. Denize yakın yürümek iyidir. İnsanlar tehlikelidir ve onlardan kaçmak gerektiğinde yüzmek -boğulmak ikinci bir seçenek de olsa- güvenli olacaktır.
Tüm kapıların ona kapalı olduğunu hissettiği vakitlerde açık tek bir kapı kalırdı. Tek bir eşik… Ayakları o eşikten geçmek için can atardı. Özellikle kışın is kokusuyla dolan sokaklardan geçip buraya sığınmak iyi gelirdi. Bilmeden sever karıncalar. Bu düşünce terk etmiyor onu. Yaklaştığı sırada hızlandı. İşte eşik. Ne zamandır Sadık’ın atölyeye uğramıyordu. Orada gördüğü portreyi düşünüyordu. İlk başlandığında bu kadar etkileyici değildi. Portredeki bu adamı tanımak istiyordu. Yine denk gelmedi. Bir dahaki gelişinde görmeyi umuyor. Sadık’a sordu: “Bu portredeki yana dönük beyefendi, bir yerden çıkaracağım, kim oluyor? Gelir mi buralara? O da çiziyor mu?” Sadık güldü. “Aylaktır. Uzun süredir gelmiyor. Beğendiği peyzajları alır, kaybolur. Neden sordun?” Neden sormuştu? Buraya gelme isteği, ısrarla yolunu atölyeden geçmek üzere değiştirmesi onun için miydi? Bugün karşılaşacakları düşüncesiyle mi boyamıştı yüzünü. Hele bir de özel günlere ayrılan şifon eteğin üzerinde ne işi vardı? Neden süslenmişti? Tüm bu hazırlık onun için miydi? Bilinçsiz biri olduğundan farklı görünme isteği miydi? En çok iğrendiğini yapmıştı.
Karıncalar bilmeden sever. En sıkıştığı anlarda çizerken bulur kendini. Yaprakların erken döküldüğü sonbaharlarda ve tir tir titreten rüzgârlı havaların tat alınabilecek bir taraf bırakmadığı günlerde çizmek güvende hissettirir. Güzel bir his olmasına rağmen sadakat bağı yoktur bu hisse. İbadet etmek gibi, en sıkıştığı anlarda çizerken bulur kendini daha da uğramaz uzunca bir süre. O yüzden iyi hissettiğine inanır. Ne büyük nankörlüktür bu. Kendi kendine yapabildiği tek şey budur. Diğer tüm yalnızlıkları çok gürültülü. Bilmeden sever karıncalar.
Aradan geçen uzun zamanda sık sık atölyeye gitmişti. Bir gün geleceğini sanıyordu. Gelmedi. Kemal’le de atölye dönüşü Beşiktaş vapuru 17.45 seferine yetişmeye çalışırken tanışmışlardı. Ardından sinema buluşmaları ve güzel bir yol arkadaşlığı romantik bir atmosfer yaratmış ve arkadaşlıklarının seyrini değiştirmişti. Derken ani denebilecek bir kararla izdivaçları gerçekleşiyordu işte. Bir resmi beklemek anlamsızdı. Yolun bundan sonrasında Kemal de vardı. Evin içinde bir ses, bir vücut. Düğün hazırlıkları neredeyse tamamlanmıştı. Bu cumartesi evleniyorlar. Daha fazla beklememişti. Aylak bir adamı belki ama aylak bir kadını toplum kabul etmezdi. Evlenip toplumsal sorumlulukları bir an önce yerine getirmeli. Yaşı daha fazla geçmeden bir çocuk doğurmalı. Kemal’le mutlu olmayacağını biliyor, yalnızlık hissinin kurtuluşu bu adamla olmayacak ama ondan iyi bir baba olacağı fikrine inanarak teselli ediyor kendini. Kaygılar yeteri kadar bastırıldığında yürekten gelmeyen olasılıkları tercih ettirir ki insan buna kader demeyi tercih ediyor. Onun kaderi de buydu.
O gün, Kemal’in evine doğru giderken anahtarlarını masada unuttuğunu fark ederek otobüsten indi. Karşı tarafa geçti. Güler’in son yazdığı mektubu düşünürken durağa gelen otobüsü fark etmedi. Son anda bindi. Arkasında otobüse yetişmeye çalışan bir adam vardı. Kahve portföy şapkalı adam, otobüse doğru koşarken bağırıyordu. B, adamın otobüse yetişebilmesi için şoförden beklemesini rica etti. Şoför bir iyilik yapıp beklemedi. Kapıları kapattı. Yine olmadı. Şoför bir iyilik yapıp bekleseydi veya B otobüsten inseydi hikâye bitecekti. Tesadüf mü? Değildi. Belki de kaderdi.