Gabriel García Márquez’in yazmış olduğu Kırmızı Pazartesi romanını belki bilirsiniz. Bilmeyenler için tat kaçıran bir bilgi vermeden biraz konsept detaylar paylaşmak isterim. Kırmızı Pazartesi romanı sonunu bilerek başladığınız bir hikayeye sahip. Karakterleri tanıyıp olay örgüsünü takip ederek hikayenin nereye doğru gittiğini merak etmediğiniz bir akışa sahip. Roman size ne olacağını baştan sona her an söylemeye gayret ediyor. Hatta diyor ki okuyucuya: “Bak sadece sana söylemiyorum, tüm karakterlere de söyledim ve hepimiz ne olacağını biliyoruz” Yine de kitap kendini heyecanla okutuyor. Çünkü okuyucular olarak göz göre göre hepimizin bildiği veya beklediği bir son nasıl olur da değişmez diye okumaya devam ediyoruz Kırmızı Pazartesi bize, sıradaki olayları beklediğimizi varsaymamıza rağmen aslında kabullerimiz ile nasıl da sonun bir parçası oluyoruzu gösteriyor.
Yıllar önce Kırmızı Pazartesi kitabını ilk okuduğumda dünyamı aşırı etkilememişti. Bazı hikayeler sonradan değerlenir veya içselleştirilir. Bu roman benim için zamansız hikayelerden biriydi. Ancak göz göre göre gerçekleşen veya kaçınılmaz bir şekilde kendimi bulduğum durumlar yaşadıkça sürekli kitabı andığımı fark ettim. “Aa Kırmızı Pazartesi gibi oldu” deyişlerimin her birinde büyülenmiş bir şekilde parçası olduğum sonu düşünür oldum. Hangi kabuller acaba beni bu beklenen sona getirmişti? Günlük tabir ile kendi kendini gerçekleştiren bir kehanet miydi yoksa? Hayatlarımıza daha uzaktan bakıp değerlendirdiğimizde aslında nereye doğru gittiğimizin çok bariz olduğu gerçeğini neden tercihlerimize iyi yansıtamıyorduk? Bu sorulara cevap arayışım da halen sürüyor. Varsa bir cevabınız bana lütfen ulaşınız.
Hayatlarımıza ve hikayelere baktığımda merakın bizi en çok sürüklemeyi başaran kavram olduğunu görüyorum. Fakat Kırmızı Pazartesi’nin bana öğrettiği bir ders var. Merak etmesek bile bazen tutucu davrandığımız kabullerimiz, eyleme geçiremediğimiz kararlarımız ve yavaşlayıp kendimize uzaktan bakamayışımız bizi fevkalade sürüklüyor. Bu sürüklenmeler iyi de olabiliyor kötü de olabiliyor. Bundan ötürü eğer olur da kendi hikayenizde olayların gittiği bir son olduğunu varsayıyorsanız lütfen hemen orada durup bekleyin. Biraz uzaktan bakın kendinize. O sonu istiyor veya istemiyor olabilirsiniz. Ancak lütfen normal adımlarla mı ilerliyorsunuz yoksa sürükleniyor musunuz dikkat edin. Kendinizi göz göre göre bir noktaya varmış ve şok içinde bulabilirsiniz.
Yaklaşık 6 yıl önce 2018 yılında kendimi bulduğum bir sonun içerisinde Fasih ile tanıştım. Sizlere ondan bahsetmek isterim.
Fasih
Çok paylaşmaz ama soyadı Çoğaş. Kendi adıma oldukça kötü geçen bir 2018 yazı yaşamıştım. Beşiktaş’ta bir barda çalışan Fasih ile de o zamanki dertli ruh halim içerisinde tanışmıştım. Gözlem yapma konusundaki iştahı ve konuşmasındaki net kavisler ilgimi çekmişti. Bundan ötürü biraz laflamış ve kendimizi muhabbet ederken bulmuştuk. Oldukça zıt insanlardık. Ben kariyer basamaklarında çok aktif hareket eden bir genç profili çiziyordum. O ise bütün olgularla savaş içerisinde olan ve an’ı yaşamanın peşinde hareket eden birisiydi. Benden üç yaş büyük olmakla beraber yüzündeki yaşanmışlık hissi bana kendimi küçük bir çocuk gibi hissettiriyordu. Gel zaman git zaman arada bir denk geldik ve sohbet ettik.
2019 yılında Fasih’in hikayesinde çok ciddi değişimler oldu. Hep bahsettiği ve tanışma fırsatı bulduğum Papatya ile sonunda bir ilişki kurdular. Direkt isim paylaşıyorum çünkü Fasih’in çevresindeki insanlar için Fasih ile Papatya bir tür mit olmuş durumdaydı. Aralarındaki ilişki Fasih’i daha ilgi çekici biri yapıyordu. Onları anlamaya çalışırken kendimi karma bir hikayede hissediyordum. Bazen dinlerken aşk hikayesi bazen ise psikolojik bir roman hissi yaşıyordum. Tuhaf bir şekilde Kırmızı Pazartesi romanındaki gibi olayların gidişatında beklediğim bir son vardı. 2019’da beklenen son yaşandı ve hepimizin yüzü güldü.
Aradan bir beş yıl daha geçti. Bu süreçte de ara ara kendisi ile konuşma fırsatım oldu. Hikayenin gidişatını dinlediğimde yine kendimi Kırmızı Pazartesi romanını okuyor gibi hissettim. Dışarıdan baktığımda olayların savrulduğu bir yer vardı. 1-2 yıl önce de beklenen ikinci son yaşandı. Bu sefer kimsenin yüzü gülmedi. Sanki haz dolu mutlu bir son tek başına gerçekçi değilmiş gibi hayat bir de acı bir son olmalı orada demişti. Fasih ise rolünü güzelce oynamak adına bu sonların yaşanması için elinden gelen en iyi performansı sergiledi. Tabi farklı kararlar alabilir ve eylemleri ile akışı değiştirebilirdi. Ancak yapamadı. Belki de yapamazdı çünkü hazzı ve acıyı yaşamadan bir bütün olamadı. Bir bütün olamamış hangi insan kendisi için farklı bir aksiyon almayı başarabilirdi ki? Elbette başarabilen ruhlar vardır. Fakat Fasih onlardan birisi olmadı.
Fasih ile tanıştığımda olgularla savaş içerisinde olan, hazzın peşinde ve an’ı yaşamakla kafayı bozmuş birisiydi. Sonraki yıllarda olgularla barıştığını, acılar yaşadığını ve an’ı olması gerektiği kadar yaşamaya çalıştığını gördüm. Bugün kendisi ile konuştuğumuzda acı ve haz çok daha dengeli duyuluyor. Olgular ile an çok daha barışık hissettiriyor. Bu da arkadaşı olarak beni mutlu ediyor. Bundan dolayı kendisine beş yıldır sürekli ısrarla sunduğum teklifleri yeniledim. Yaşadığı iki sona dair ayrı ayrı bana hikayelerini paylaşmasını istedim. Hikaye paydaşı olalım ve ben de yazıp kitaplaştırayım bunları dedim. “Ölüp yok olma hakkımı neden benden almak istiyorsun?” diye sorgulayıp duruyordu. İyi bir cevap veremiyordum. Tabi bunca yıl ben de yaşayacaklarımı yaşadım. En sonunda dedim ki: “Eğer sen benden ölme hakkımı çalmayacaksan ben senden mantıklı bir söylemim olmadan çalacağım!” Bu net duruşum karşısında kabul ettiğini söyledi. “Gerçekten istiyorsan yok olmak ile var olmak arasındaki farkı senin için tartmayı bırakabilirim” dedi. Böyle yerli yersiz anlamadığım yaklaşımları ile kafamı çok kurcalarsa da istediğimi aldığım için bu durum beni çok memnun etti.
Artık üzerine yazabileceğim iki tane güzel hikayem vardı. Ben yine de Fasih’e tekliflerimi arttırdım. O zaman seni hikaye paydaşım olarak yazayım dedim. Tamam dedi. Sen de son bir yazı yaz dedim. Tamam dedi. Bu yazıda Papatya ile “Acı ve Haz” kavramlarına değinir misin dedim. Tamam dedi. E o zaman bir de hep konuştuğumuz şu podcast işini yapalım olur mu dedim. Tamam dedi. Ben birçok tamam ile hayatımın yeni bir baharına girdiğimi hissettim. Çünkü benim için arkadaşlarım çok değerlidir. Birlikte üretebilmek ve paylaşabilmek çok kıymetlidir. Yıllar geçtikçe hızla değişen hayatlarımızda bağ kurduğumuz insanlarla derinleşebiliyor olmak ise oldukça şanslı hissettiren bir durumdur.
Fasih, 2019 yılından bu yana Zümrüdüanka Dergisi’nde 3 yazı yazdı. En çok “Tutkunun Dili Olsa” yazısını beğenmişimdir. Bu ay ise “Acı Bir Koku” yazısı ile bize eşlik ediyor. Umuyorum kendisi ile “Acı ve Haz” podcast projemizi de bu ay hayata geçireceğiz. Hikayalerini tamamlamış ve bütün olduğunu iddia eden bir insandan hayata dair keskin düşüncelerini sizlere dinletmek isterim.
Aykuşağı Hikayeleri
Hayat ile bağ kurmak için hepimizin tutunduğu gerçekler vardır. Kimisi için maddi ve kimisi için manevidir. Ben en çok soyut olanlardan etkilenirim. Merak, hayal ve güven gibi. Somut olanlardan ise kopamam. Aile, arkadaş ve plan gibi. Ancak arafta kalan bir kavram vardır benim için. Soyut ile somut arasındaki bağı anlatılır kılar. Hikayeler! Bu seri ile beraber hayat bağımı perçinlemeye çalışmak istiyorum. Belki birlikte bir hikaye keşfederiz?