Ne sen,
Ne ben,
Ne de hüsnünde toplanan bu mesâ[i],
Ne de âlâm-ı fikre bir mersâ[ii]
Olan bu mâi[iii] deniz,
Melali[iv] anlamayan nesle aşina değiliz.
Sana yalnız bir ince taze kadın
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü beşer,
Bu sefil iştiha[v], bu kirli nazar[vi],
Bulamaz sende, bende bir mana,
…
Sen ve ben
Ve deniz
Ve bu akşamki lerzesiz[vii], sessiz
Topluyor bû[viii]-yi rûhunu güyâ,
Uzak
Ve mâi gölgeli bir beldeden cüdâ[ix] kalarak
Bu nefyü[x] hicre[xi] müebbed[xii] bu yerde mahkûmuz…
O belde?
Durur menâtık-ı[xiii] dûşîze-i[xiv] tahayyülde[xv];
Mâi bir akşam
Eder üstünde daima ârâm[xvi];
Eteklerinde deniz
Döker ervâha[xvii] bir sükûn-ı menâm[xviii].
Kadınlar orda güzel, ince, sâf, leylîdir,
Hepsinin gözlerinde hüznün var
Hepsi hemşiredir veyahut yâr;
Dilde tenvîm-i[xix] ıstırabı bilir
Dudaklarındaki giryende[xx] bûseler, yahut
O gözlerindeki nîlî[xxi] sükût-ı istifhâm[xxii]
Onların ruhu, şâm-ı muğberden[xxiii]
Mütekâsif[xxiv] menekşelerdir ki
Mütemâdî sükûn u samtı[xxv] arar;
…
Sonra dalgın mesâ, o hasta deniz
Hepsi benzer o yerde birbirine…
O belde
Hangi bir kıta-yı muhayyelde[xxvi]?
Hangi bir nehr-i dûr[xxvii] ile mahdut[xxviii]?
Bir yalan yer midir veya mevcut
Fakat bulunmayacak bir melaz[xxix]-i hülya mı[xxx]?
Yukarıda Ahmet Haşim’in “O Belde” isimli şiirinin büyük bir kısmından yapılan alıntıyı görüyorsunuz. Bu alıntıda özenilecek hiçbir şey yok. Bu yüzyılda yüceltilecek, peşinden gidilecek herhangi bir inanç sunmaktan da oldukça uzak. Bilakis neye karşı çıktığımı bildireyim; okuyuculara, karşı çıktığım şeyin gözlerinin içine bakma fırsatı verebileyim istedim. Lütfen yazıya devam etmeden şiiri iyi anladığınızdan emin olun. Her bir kelimesini anladığınızdan…
Şiirde yapılan alıntılardan ne anlıyoruz? Zamandan ve zamanın getirdiği her şeyden sıkılan, bunalan ve bu bunalmışlıkla baş edemeyen bir yazar. Üstelik çaresiz. Çaresiz olduğu nispette suçlayıcı. Protestosu haklılığından değil, kırgınlığından kaynaklanan sözler duyuyoruz. Kırılmış kibri ve insanların hoşuna gitmek isteyen hâliyle “Melali” diyor, “Melali anlamayan nesle aşina değiliz.” Laf arasında şunu söylemek istiyor:
Neyin iyi neyin kötü olduğuna, neyin uygun neyin yersiz olduğuna karar veren şey benim. Buna benim aşinalığım karar verir. Yanına aldığı kimselere bakın lütfen, yazarın kendi, sevgilisi, güzelliğinde toplanan akşam ve elem dolu fikirlerine liman olmuş mavi bir deniz. Aslında yalnız başına kalmış; kimsesizlikten, umursanmamaktan acı çeken bir insan tabiatın yanında olduğundan dem vurarak başlıyor insanlığı protesto etmeye. Benim anladığım şekliyle melalden anlamıyor musunuz? Sizi yadsıyorum, protesto ediyorum, yok sayıyorum. Sahi kimin sözleri bunlar? Fikirleri bir zaman için başkaları tarafından olması gerektiğinden çok önemsenmiş bir budalanın. İnsanları yadsıyarak, onları acımasızca yok sayarak manipüle edebileceğini düşünen bir kimsenin. Peki bu budalanın gücü nereden gelir? Karşısındaki insanın ona duyduğu sevgi ve boyun eğişten. Ancak boyun eğerek veya eğdirerek varlık kurmuş olan herkes gibi bu satırları terennüm eden kişi de yok sayılmanın öfkesini üstünde taşıyor. Umursanmamanın, negatif bile olsa yorum yapılmamanın acısıyla ben de sizi yok sayıyorum diye bağırıyor. Metinden çaresizliği, sinirin altında yatan sevgi ihtiyacını anlıyoruz. Evet daha ilk mısradan.
Yazarı budala, karşısındaki kadını da ince taze bir kadın olarak yaftalayan bugünkü insanlığın günahına tekrar dikkat etmenizi istiyorum. Aslında bu iki insan da bir şekliyle umursanmıyor. Biri yeterli hayat tecrübesine sahip olmadığı için (ince taze bir kadın) diğeri de zekaca yeterli donanıma sahip olmadığı için (budala) toplumca umursanmıyorlar. Toplum, onları kendi seviyesinde görmediği gibi ettikleri/edecekleri sözleri dikkat edilmeye değer görmüyor. Yazarın burada kendisine yaptığı açıklama insanlığın dolu olduğu sefil arzulardan ötürü gözlerinin kapandığı ve dolayısıyla kendilerindeki incelik ve anlamı göremedikleri yönünde. Ancak bu pek tabii kırılmış benliğin tamiri adına yapılmış bir tevilden başkası değil. Bu suçlamanın ardında yatan his ve arzu suçladığı, kişilerce umursanmak, kendilerinde içkin bulunan anlamın fark edilerek hak ettiği değerin kendilerine sunulması. Bunu yapmak için normal yollardan topluma bir şeyler söylemek ve onlara kendisindeki inceliği görme fırsatı vermek yerine agresif bir yol tutulup bütün bir insanlığı suçlama yoluna gidiyor. Narsisizmi duyabiliyor musunuz bilmiyorum. Dünya üzerinde hangi insan, diyeceklerini tüm insanlığa söyler? Söylediklerini herkesin bilmesi gereken, ancak dinleyicilerin günahları nedeniyle yadsınmış sayabilir? Beklentisini bu kadar yüksek tutan ve varlık ümidini başkalarına bağlayan bir insanın kişiliği inkıraza uğramaz da ne olur?
Daha sonra yazar bununla kalmıyor, kendine ideal bir evren de tasarlıyor. Ancak bu evren biraz garip. İçinde mabetler, savaşlar, insanlar, çiftçiler, öğretmenler hiçbir şey yok. Mavi rengin hâkim olduğu bu beldede karşımıza yine deniz ve akşam çıkar. Şu hani beşeriyetin anlayamadığı melali anlayan, yazarın yardakçısı olan iki mefhum. Sonra kadınlar vardır, kız kardeşlik veya sevgililikten başka olabilecekleri hiçbir sıfata sahip olmayan, kendi kişiliklerine ancak yazarla kurdukları bağ ile erişebilen kimseler. Ancak bu kişilerin de tasviri alışageldiğin epey uzağındadır. Güzel olmalarından başka hiçbir fiziksel özelliklerini bilmeyiz. Belki sefil iştiha olarak yaftaladığı arzulardan biri cinsellik arzusudur. Dolayısıyla yazar kadınlarla cinsel bir ilişki kurmanın, onlara bu şekilde yaklaşmanın uygunsuz olduğunu düşünüyor diyebiliriz. Cinsel birlikteliği önemsemez de bu kişi kadınların ruhlarıyla ilgilenir mi? Onları tanımak ister mi? Karşımızdaki kadınlar konuşmazlar da hiç, zira ruhları dargın akşamlardan oluşan menekşelerdir ve yalnızca sessizliği ararlar. Adeta kadınlar, deniz ve akşam özelliklerini ve ayrıntılarını yitirerek kişiliksizleşmiştir. Hepsi yazarın hayatta en önem verdiği mefhumu yüklenmiştir:
Melal
Melali yüklenen kadını yüklendikten sonra görmeyiz. Elimizde kalan deniz ve akşam ise melankoli hâli içerisinde kendinden geçmiş hasta/dalgın bir vaziyettedir. En yakınlarından alacağı hiçbir şey kalmadıktan sonra kendine döner yazar. Bu beldenin varlığını sorgular, şimdi sıra kendisi ile hesaplaşmaya gelmiştir. Biraz önceki sinir, suçlayış ve güç yerini çaresizliğe bırakmıştır. Biraz önce sinirlenerek dikkatimizi çekmeye çalışan kişi şimdi çaresizliğiyle dikkatimizi celbetmek istemektedir. Onu mutlu edebilecek tek yer olan bu belde sahiden var mıdır? Nerededir? Hangi ırmakla sınırları çizilmiştir, hangi hayali kıtanın üzerinde yer almaktadır? Yoksa gerçek olmayan kendisine söylediği bir yalan mıdır? Daha vahimi, vardır da yazar bunu bulmaktan mı acizdir?
Epeyce tekrar ettiğim üzere bu şiirin sahip olduğu tema akşam, deniz, hüzün ve kadındır. Bu temalar bağlamında şiirdeki hikâyeye yeniden göz atmakta yarar var. Burada bulunan akşam ve deniz yazarın biricik yardımcıları, kadın ideal evrenin olmazsa olmaz dekoru hüzün ise tüm aktörlerin birleştikleri ortak paydadır diyebiliriz. Ancak bu birleşme doğal yollarla olmamıştır, kendisi adeta her bir aktörü hüzünlü olmaya itmiş onlar için özel şartlar ve hayali bir evren yaratmış ve her şey bittiğinde onları hasta, yorgun bir hâlde bırakıp yalnızlığı ve sorularıyla baş başa kalmıştır. Sevgilisinden başlayalım, kendisi ince ve taze olmakla suçlanmış toplum tarafından anlaşılamamıştır. Peki yazar sevgilisini önemsemiş midir? Onu hayali evreninin baş köşesine oturtup beşeriyete sevgilisine secde emri mi vermiştir? Hayır. Yazarın sevgilisi, yazarın ideal evrene gittiğinde bıraktığı ilk şey olur. O beldedeki kadınların kişiliksizlikleri, içlerindeki hüzün ve yazara ram olma aşkları yazara ilk sevgilisini çabucak unutturmuştur. Sevgilisini şu andan nefret ettirerek bir sürgün hayatından bahsederek üzen yazar, ideal evrene gider gitmez onu geride bırakmıştır. Sevgilisini görmeyiz, duymayız. Hatta hiçbir kadın bireyliğiyle karşımıza çıkmaz. Hepsi genel özellikleriyle, bir sürünün parçası olarak varlardır. Bu belde öylesine ürkünç öylesine depresyonla doludur ki akşam ve deniz bile bu hüznü kaldıramamış, hastalanıp veya dalgınlaşıp pasif kalmıştır.
Yazarın içindeki yıkıcı güç bununla da dinmez, öldürecek kimse bulamadığında mızrakları kendine yöneltir ve saplamaya başlar, ihtimal daha sonrasına takati yetmediğinden şiirin devamını görmeyiz. Belki yatakta iki büklüm belki yazı masası üzerinde dalgın ancak bir şeyler yapmaktan uzak ve çaresiz bırakıp mızrağını elinden bırakmıştır.
Bu hikâyenin bize anlattığı en güzel mesaj; hayatımızda narsist kimselerin arzularıyla mücadele etmek zorunda kalacağımızdır. Eğer onların arzularına, protestolarına, yok sayışlarına aldanıp dediklerine uyarsak ya hastalanırız ya yok sayılırız ya da kendimizden geçip dalgın dalgın uzakları seyrederiz. İşte bu yüzden hislerle, dünyayla ve yetişkinlikle başa çıkış biçimimiz Haşim’in bize vaaz ettiğinden çok başka olmalı. Narsisizm gözlüklerini çıkarıp, empati kurmaya mecburuz. (Karşımızdaki bize o gözlükle bakıyorsa da görüş alanından çıkmaya mecburuz.) Evet, kazanan veya kaybeden, sürekli ringe çıkmak isteyen, ilgi öznesi olamadığında saldırganlaşan veya pasifleşen insanlara aşina değiliz, olmayacağız. Birey olacak, empati kuracak, hislerimizi yaşayacak ve insanları yalnızca oldukları kişi oldukları için seveceğiz. Haşim’in ve tüm narsistlerin yolunun kolay olduğunu bilecek, Robert Frost’un dediği gibi daha az geçilen yolu tercih edeceğiz:
İç geçirerek anlatacağım bunu ben,
nice yaşlar nice çağlar sonra bir yerde:
bir ormanda yol ikiye ayrıldı, ve ben –
ben gittim daha az geçilmişinden,
ve bütün farkı yaratan bu oldu işte.[xxxi]
[i] Mesa: Akşam
[ii] Mersa: Liman
[iii] Mai: Mavi
[iv] Melal: Hüzün
[v] İştiha: Arzu
[vi] Nazar: Bakma, bakış
[vii] Lerze: Titreyiş
[viii] Bû: Koku
[ix] Cüda: Ayrı
[x] Nefy: Sürgün
[xi] Hicr: Ayrılık
[xii] Müebbet: Ebedi, sonsuz
[xiii] Menatık: Bölgeler
[xiv] Du-şize: Bakire kız
[xv] Tahayyülde: Hayal dünyasında
[xvi] Aram: Dinlenme
[xvii] Ervah: Ruhlar
[xviii] Sükun-u menam: Uyku sessizliği
[xix] Tenvim: Uyutma
[xx] Giryende: Ağlamaklı
[xxi] Nili: Nili andıran, mavi
[xxii] İstifham: Soru sorma
[xxiii] Şam-ı muğber: Hüzünlü akşamlar
[xxiv] Mütekasif: Yoğunlaşmış
[xxv] Samt: Sessizlik
[xxvi] Hayal ürünü
[xxvii] Uzak nehir
[xxviii] Çevrilmiş, sınırlanmış
[xxix] Sığınılacak yer
[xxx] Haşim, Ahmet, 2016, Bütün Şiirleri, Dergah Yayınları 149
[xxxi] Frost, Robert Gidilmeyen Yol.