Olup bitenlere,
Olduğunu sandıklarımıza,
Ve nihai olarak olacak olana dair…
Bildiğimiz, tartışmasız kabul ettiğimiz ve zararını topyekûn çektiğimiz 4 darbemiz var. Bir çay içtiği, aynı masanın kıyısında denk geldiği ya da sadece bir ağacın gölgesini paylaştığı için yargılanan insanlarımız var. Ekonomik krizlerimiz, biraz sıkışık hâllerimiz, enflasyon, hiper enflasyon, devalüasyonlarımız var. Cebinde üç kuruşla gezerek günü tek öğünle kapatan gençlerimiz, öğle arasında beslenmesi olmadığı için bahçede beş tur atan çocuklarımız var. Atlatıldığını zannettiğimiz koca bir pandemimiz var. Zamanında, memleketten temizlemek için canını dişine takan hekimlerimizin çabalarını hiçe sayarcasına türetilen virüslerimiz var. Hastanelerde dayak yiyen hekimlerimiz, kronik cehaletin öngörülemez getirisi olarak hekim dövme hakkı elde ettiğini sanan şuursuzlarımız var. Dikkatler göç eden mezunların üzerinde iken henüz üniversiteye dahi geçmeden kaçıp giden gençlerimiz var. Doğal afetlerimiz var. Sellerimiz, depremlerimiz, yangınlarımız var. İçindeki aydınlığa/aydınlara inat yanan otellerimiz var, doğal olmayan afet niteliğini haiz. Yıkılan otellerimiz de var ve o otellerin içinde sporcu yavrular var. Malzemeden çalan müteahhitlerimiz, eksik alınan bilirkişi raporlarımız, rutin kontrolleri yap(tır)ılmayan asansörlerimiz var. Satılan topraklarımız, çalınan eserlerimiz, talan edilen ormanlarımız var. Dipsizken dibi getirilen göllerimiz, arsenik karışan nehirlerimiz, çamur akan çeşmelerimiz var. Hava kararınca sokaktan çekilmek zorunda kalan, her akşam eve dönme kaygısı güden kadınlarımız var. Kocaman unvanlara sahip olup yıllarca dirsek çürüttükten sonra emekli olunca otobüse binemeyen yaşlılarımız var. Bütün köşebaşları kapılmış memleketinde, kendine de bir rızık kapısı arayan yeni mezunlarımız var. İçinde boğulduğu kaygı selinin arasına sıkıştırdığı iki küçük mutlu anın hesabını vermesi istenen gençlerimiz var. Yavrusu aç anneler var, bir de önerge reddeden ve hiç doymayan adamlar var. Bütün anlatılanlara ek öte yanda da yeni basılan ve geleceğin habercisi demir beş liralık banknotlar var…
Yukarıda detaylıca izah ettiğim üzere hayat kanlı bir şekilde bütün enstrümanlarıyla üzerimize gelmekte. Çekilen acılara kıyasen bahsettiklerim devede kulak kalır o ayrı. Buraya coşkulu ve ümit dolu bir yüzüncü yıl yazısı ile gelmek isterdim elbette ama yüzyıl öncesine gidecek olsak hayal edilenin bu olmayacağını söylemeye gerek yok diye düşünüyorum. Dolayısıyla bu yazı coşku aşılamak üzerine inşa edilmiş bir yazı değil.
Bir toplumun genel hayatı üzerinde işleme girişen kimselerin kültür üzerindeki etkisi, toplum tarafından paylaşılan “anlamlar”, “tutumlar” ve “değerler” inşa edebilme, inşa edilmiş olanları bozup düzeltebilme kabiliyetlerine göre ölçülür. Atatürk’ün bu noktadaki kabiliyetleri ortadadır. Yüzyıl öncesinin şartları, şu anın şartlarından daha iyi yahut insanlar daha umutlu değildi. Cumhuriyet bir devrimdi ve Atatürk bunu çok iyi başarmış bir liderdir. Yüzyıl sonra geldiğimiz bu noktada, hâlen birilerinin cumhuriyet için çabalaması umudun asla tükenmediğinin ve aslolanın bu olduğunun kanıtıdır. Ve bilirsiniz umutsuz insanlar vardır, umutsuz olaylar değil.
Bildiğim tek bir şey var, o da bana fazlasıyla yetiyor. Ben bir kadın olarak şu satırları yazabiliyorsam bu cumhuriyet sayesindedir. Bunun minneti bana bir ömür yeter. Ben varsam memleket vardır ve kuvva, bire kadar kırılmadıkça bu memlekette umut tükenmez.