“Ne efsunkâr imişsin ah ey didâr-ı hürriyet
Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten” *
-Namık Kemal/Hürriyet Kasidesi
Cumhuriyet söz konusu olduğunda, başta kendim olmak üzere, Türkiye sınırları içerisinde yaşayan birçok vatandaşın kafasının biraz karışık olduğunu düşünmekteyim. Cumhuriyetin politik, felsefi veya herhangi bir akademik çerçevede tanımlamaları ve analizleri yapılabilse de halkın içselleştirme ve yaşam pratiklerindeki deneyimlerine dair bir karmaşa olduğundan bahsetmekteyim. Hele de günümüzün mevcut tüketim kültürü ve birçok alanda derinliksiz bulduğum yaşam tarzı, kavramların bağlamsal kesişimselliğini ve anlamsal sembolizmini bu kadar olumsuz etkilerken; farklı etnik ve dini toplulukları içerisinde barındıran bir ülkede cumhuriyet olgusunu ele almak adeta ilginç bir haritayı keşfetmek gibi geliyor bana. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlayan tüm tarihsel arka planına ve devamındaki 100 yıllık deneyim çıktısına bakınca, bu konu ile ilişkili bir yazı yazmanın meşakkatli ve zor olduğu kanaatindeyim. Tüm bu çekincelerime rağmen, cumhuriyetin, onu talep eden her vatandaş için var olduğunu, yani varlığını vatandaşından alan bir “sistem bütünü” olduğunu düşününce; içinde doğmaktan ve bir parçası olmaktan gurur ve mutluluk duyduğum bu toprakların son yüzyıldaki mirası ışığında düşüncelerimi ve temennilerimi paylaşmak isterim.
Cumhuriyet denince aklıma her zaman “hürriyet” kelimesi gelir. Türk Dil Kurumu’na göre karşılığı ise “özgürlük” şeklindedir. İlk defa bu kelimenin üzerine lise yıllarımda Namık Kemal’in vesilesi ile düşünmüşümdür. Bir insanın hür olma hâli sanıyorum ki en kıymetli hazinesi. Özgürlük, elbette çoğu insanın değerler listesinde üst sıraları alacaktır ancak kendi ruhumun otantik tınılarına baktığımda en üstlere adını altın harflerle yazdırdığını görmekteyim. Varlığımın sonsuz keşifler ile kendini inşa etmesi için bu yaşam pratiğinde hür şekilde yaşayabilme ihtiyacı var.
Evet, hürriyet insan olabilmek ve insan kalabilmek için bir ihtiyaç. Hava ve su gibi, hürriyetimin daima sağlanabileceğini bilmek, hakkımın ve hukukumun daima korunduğunu hissedebilmek, gerektiğinde gerekli yerlerde varlığımın temsil edileceğinden emin olabilmek, ruhumun dayanabileceği muazzam bir istinat duvarıdır. Halihazırdaki medeniyet algımızda ve modern yaşantımızda, bu “emin” güveni bize veren yönetim biçimlerinden biri ise cumhuriyettir. Cumhuriyetin, sınırlı materyal algımızda bir sonuç olarak inşa edebildiğimiz en iyi yönetim biçimlerinden biri olduğunu düşünmekteyim. Çünkü insan, idealleştirir. İdeali tasarlar ancak mümkün olanı gerçekleştirir. Her ne kadar “halkın iradesi” dediğimiz kavram çeşitli manipülasyonlar ve zorbalıklar ile bulandırılsa da cumhuriyet sisteminin değerlerini korumak ve muhafaza etmek, hürriyeti anlamlandırabilmiş ve hürriyetine düşkün her insan için adeta elzemdir. Hürriyeti tam olarak anlamadan, cumhuriyeti anlamanın oldukça güç ve sıkıntılı olduğuna inanıyorum.
Günümüzdeki politik ve sosyolojik konjonktüre baktığımda, “bir arada yaşama kültürü”nün önümüzdeki cumhuriyet tarihimizde hiç olmadığı kadar önemli ve gerekli olacağı kanaatindeyim. “Barış Eğitimi” dersini aldığımda, uzlaşma, eşitlik, haklara saygı, adaletin her birey için sağlanması gibi birçok toplumsal mevzuyu kesişimsel olarak inceleme fırsatım olmuştu. Cumhuriyeti var eden siyasetin ve politikaların “menfaatsiz” şekilde ilerletilmesi ve her hakkı gözetecek şekilde konumlandırılabilmesi bulunduğum konumda daha da önem arz ediyor. Belli zümrelerin tekeline indirgenmiş bir cumhuriyetin yeterince hür olamayacağı kanaatindeyim. Ve eminim birçoğumuz böyle bir cumhuriyeti asla istemiyor, belli grupların çıkarlarına yönelik icraatlara karşı büyük bir öfke ve hüzün duyuyoruzdur. Çünkü bireylerin özgürlüğü, sistemin özgürlüğünden geçmektedir. Özgürlük alanımız, bir başkasınınkini kısıtlamayan noktaya kadardır. Özgürlük sınırlarının çatıştığı alanlarda ise çözüm odaklı ve “empatik uzlaşmacı” olunabilmesi benim en büyük arzularımdandır. Nitekim, on kişilik bir geminin birkaç zalim yolcu yüzünden batırılamayacağını benimseyebilmektir. Adalet mekanizmasını kaybetmiş ve eğitim anlayışını ihtiyaçlarına göre önceliklendirememiş bir cumhuriyetin sürdürülebilirliğinde ne yazık ki pek çok sorunla muhatap olacağızdır.
Evet; kapsayıcı, ilerlemeci, maddi ve manevi bütünlüğü içeren nitelikli eğitimin kitleleşmesini, cumhuriyetin varlığına yapılabilecek en büyük katkılardan biri olarak görüyorum. Bu noktada da emanet devraldığımız yüzyıllık cumhuriyet mirasında her “hür” vatandaşın hürriyeti -yani kendini- var edilmek için bu toprakların meselelerinden hangisi ile hemhal olacağına karar vermesi oldukça mühimdir. Kimimiz sanat yapacak, kimimiz üretim, kimimiz ise yönetişim. İnsana yapılan her yatırımın, mevcut sistemin iyileşmesine ve adil bir noktadan güçlenerek devinim kazanmasına hizmet ettiğini düşünüyorum. Bu sebeple de ben mental sağlığını koruyan, bağımlılıklardan uzak, özgüvenini kazanmış, kimlik arayışlarını çözebilmiş, gökkuşağının renklerini hürriyet ile bağdaştırabilen, toplumun ve sorunların dinamiklerini analiz edebilen ve bu doğrultuda etkili karar alma becerilerini kullanan insanları bu ülkede var etmek için hizmet edeceğime söz veriyorum! Anadolu topraklarının tüm kıymetini içimde taşıyarak, burada doğmanın bir anlamı olduğuna inanarak; vazgeçmeden, ümitsizliğe kapılmadan, yılmadan, kendi varlığım için var etmeye gönüllü olduğumu beyan ederek; 100 yıllık mirası kendi tarafımda hürriyetperver bir yerden sahipleniyorum.
Bu yazıyı okuyarak düşünce dünyasına dokunabildiğim her insandan da kendi otantik sesi doğrultusunda, cumhuriyet mirasının devamlılığı ve hürriyetin korunması için kendinden nasıl bir katkı sunabileceği üzerine biraz derinleşmesini rica ediyorum.
—
* Günümüz Türkçesi ile:
“Ey hürriyetin güzel yüzü, sen ne büyüleyici imişsin.
Gerçi esaretten kurtulduk derken senin aşkının esiri olduk.”