Asha karanlık gecede topluluklarının ortasındaki ateşi izlemekten oldukça zevk alıyordu. Kafasını gökyüzüne çevirdi ve parlak yıldızların ışıltısına daldı. Onlar yüce şeyler olmalı diye düşündü ve mutlaka çok büyük olmalılardı. Mesela nehrin karşısındaki ovada yaşayan mamutlardan bile daha büyük olmalılardı diye düşünürken gözünü, karanlıktan ayırt edilemeyen uzağa doğru yöneltti. Bu sırada kulağına yırtıcı hayvanların sesi ilişti, o ve diğer çocuklar o bilinmez karanlıktan öylesine korkuyorlardı ki her gece tanrılarına, özellikle güneşin özüne, dua ediyorlardı. Bu korkuları da hiç boşuna değildi, hatta geçen ay bir sırtlan çocuklardan birini kaçırmaya kalkmış ama topluluğun bağırışları ve avcı erkeklerin keskin mızrakları ile korkutulmuştu. Yani karanlık yırtıcı hayvanlar demekti.
Yüzlerce yıl ötede ise Asya; yatağında uzanmış, gözleri karanlık koridora dikilmişti. Anlamadığı bir şekilde o karanlıktan çok korkuyordu. Hele ışık kapanınca yatağının altındaki bilinmez canavarların varlığına inanıyordu. Bazen korkusunu yenmek için gözlerini kapatıp güneşin parlak ışıklarını ve gündüzü düşlüyordu. Asya, Asha’ya oranla oldukça medeni, günümüzün toplumunda yaşıyordu. Yaşadığı yer hem ormanlardan hem de yırtıcı hayvanlardan çok uzaktaydı. Hatta öylesine uzaktaydı ki geçen ay yaşadığı şehirde kalan son küçük ormanlık alanın imara açılmaması için eylemler bile düzenlenmişti. Asya, çevresi çitlerle çevrili güvenlikli bir sitede yaşıyordu. Yani Asha için karanlıktan kaçmak ne kadar hayati ise Asya için tüm o korkular oldukça anlamsızdı. Asya, atalarından kalan antik içgüdülerin mirasını taşıyordu. Aslında modern toplumda yaşayan günümüz insanının korkuları, çoğu kez eski korkularımızdan ve insanın anlayışından çok öte bir şekilde karmaşık olan günümüz medeniyetini anlayamama uyuşmazlığından kaynaklanmıyor muydu?
Korkunun ne olduğunu anlamak günümüz insanının uğraşlarından biri hâline gelmiştir. Korkunun sözlükteki anlamı, tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında duyulan kaygıdır. Günümüzde modern insan, günlük rutininde eski atalarına nazaran çok daha az tehlike ile karşılaşmaktadır. Artık modern toplum, kıtlık yaşamamakta ve en yakın vahşi hayvanları hayvanat bahçelerinde bir eğlence aracı olarak sergilemektedir. Ama insan korkuları, bir gölge gibi gündelik hayatta insanları takip etmektedir. Korkular, modern toplumun gizli salgınları hâline gelmiştir. Bu salgın, modern toplumun diğer salgınlarından çok daha komplikedir. Örneğin obezite masa başında bariyatrik ameliyatlar ile çözülebilse de insan beyninin içine girip eski atalarından kalan bu korkuları çekip çıkartmak çok zordur. Bu zorluğun nedenleri insanın özünde, doğada güçsüz bir hayvan olmasına ve tehlikeden kaçma güdüsünün gerekliğine dayanır. Bilinmezlik ve bilinmezliğin kabullenilmesi insanın alışık olmadığı düşüncelerdir; çünkü bilinmezlik, tehdit ve tehlikeyi beraberinde getirir. Bu yüzden insanoğlu, tüm varoluşu açıklamaya çok emek harcamış ve insanlığın başlangıcından beri büyük tapınaklar ve bir o kadar da büyük dinler inşa etmiştir. Modern toplum insanoğlu için doğadan çok uzakta, güvenli kaleler inşa etmiş olsa da toplum oldukça karmaşıklaşmış ve tek bir insan için anlaşılması oldukça güç duruma gelmiştir. Bugünün insanı; yediklerinin, içtiklerinin, kullandığı aletlerin, yaşadığı yerlerin hatta tüm gününü onu kazanmak için harcadığı paranın bile nasıl işlediğini bilmemektedir. Bu karmaşık toplum da insan yaşamında bir kaygı unsuru olarak durmaktadır. Kaygının çözümündeki bir başka zor nokta ise kaygıyı ve insanı anlamanın oldukça zor olmasıdır. İnsanlar kendi kaygılarını hatta kendilerini anlamakta güçlük çekmektedirler. İnsanlar bu enformasyon çağında ne olduklarına, hangi grubun içinde neye ait olduklarına bile karar verememektedirler. Belki de son yüzyılda yükselen kişisel gelişim furyası ve bireye yönelen dini inançların doğuda olduğu kadar batıda da yükselmesinin nedeni, insanın bu karmaşıklıktan kendini kurtarma isteğidir.
İnsan bilmediğinden korkar. Hayat ise bilinmezliklerle doludur. Peki daha önce değindiğimiz gibi şekilsiz yabanı, oldukça kesin kenarları olan güvenli şehirlere çevirebilmişken hayatın bilinmez yabanlığını nasıl bilinire döndürebiliriz? Aslında her şey, ateşin çevresi ve ötesi ile ilgilidir. Ateş; bize güven sağlayan, bildiğimiz, rahat ettiğimiz bir ortamdır. Ateşin çevresinde tanıdığımız, sevdiğimiz, destek aldığımız kişiler vardır. Ateş bizim öz güvenimizdir. Güvenli alanımızdır. Bir de ateşin ötesi vardır. Karanlık, bilinmez, bizim için yabani ve yabancı bir ortam. Çoğu kez ateşin ışığından uzaklaşıp karanlığa doğru yürümek korku vericidir. Hepimiz yeni bir şeylere başlarken belli kaygılar duyarız. Çünkü yeni şeyler, insan için öteki olmuştur her zaman ve öteki olanı anlamak çekinilen bir şeydir. Oysa ben hayatta hiçbir şeyin öteki olmadığına inanmıyorum. İnsan kaygıları bazen o kadar yoğundur ki ateşin çevresinde otururken bile rahatsız eder onu. Bazen ateşin ışığı öylesine azalır ki sönmeye yeltenir ve kişinin kendisi de karanlıkta kalmış olur. Artık kişinin kendisi, kişi için bir bilinmez dehlizdir. Bu ateşin insan hayatında güçlendiği ve zayıfladığı dönemler her zaman olmuştur. Ateşin korunu değer yargılarımız da besler, eğer insan statüyü bir değer yargısı hâline getirdiyse yani onu öz güvenli hissettiren şey daha çok statü sahibi olmaksa ateş daha çok statüye kavuştuğunda daha güçlü yanabilir. Ama bu değer yargılarını insan her zaman doğru konumlamamıştır. O yüzden öz güveni belli değer yargılarına bağlamak da hatalı olacaktır. Kamp ateşi ve karanlık yaban arasındaki çelişkiyi çözmek için yabanla aramıza duvarlar örsek ve hatta bir medeniyet kursak da yabanın karanlığı içimizde yaşamaktadır. Bu çelişkiyi çözmenin yolunun kamp ateşinden kalkıp yabana doğru gitmek olduğunu düşünüyorum. Yabanı yani bilinmezliği; korkuları anlamlandırmaya, nedenleri anlamaya, kökenleri çözmeye çalışmak için kullanmalıyız. Bizler kamp ateşinden kalktıkça ve yabana doğru yürümeye başladıkça kendimizin de karanlık içinde kaldığını göreceğiz. Kendimiz de kendimize bilinmez bir hâle geleceğiz, bu nedenle kendimizi anlamlandırmaya çalışmalıyız. Böylece bir kamp ateşine ihtiyaç duymadan da yabanın içinde korkusuzca ilerleyebilir bulacağız kendimizi. Çünkü modern toplum insanı için karanlık ormanlar ve yaban tehlikeli değil artık. Tehlikenin olmadığı durumlarda kaygı duymak ise modern insanın çelişkisi.
Asya, karanlıktan ve yatağının altındaki canavarlardan korkmaya bir süre daha devam etti. Ama Asya bir küçük çocuğun gün içinde binlerce kez, hatta biraz sinir bozucu şekilde sorduğu soruların birinde neden karanlıktan korktuğunu annesine sordu. Bunu sadece annesine değil öğretmenlerine de sordu ve bu korkusu üzerine düşündükçe ve korkusuna cevaplar aldıkça bir gece yatağa yattığında artık karanlığın o kadar da korkutucu olmadığını hissetti. Hatta bir merak duyuyordu karanlığa karşı ve onunla birlikte binlerce insan da o gece gökyüzüne yüzlerini çevirip karanlık gökyüzü içindeki parlayan noktalara bakarak merak ediyorlardı.