Yürüyorum yolda, aklımda bir kesik izi,
Duvar diplerinden gitmeli, en çok öyle seviyorum.
Ta ki biri karşıma dikilene kadar.
Hangi yolu seçmeliyim; sağ mı, sol mu diye düşünüyorum.
Kafam eğik.
Ve şıp kafamın üstüne damlayan saçma bir su damlası.
Klimalar neden hep kafamıza su damlatır?
Sağı seçiyorum,
En iyisi yolun hep sağından yürümek.
Hoş, klimalar zaten neden su akıtır?
Gözlerim kafama götürdüğüm ellerimde,
yıpranmış ve soyulmuş, hissediyorum.
İşte yine sızlıyor, en son saçma şekilde makasla kestiğim yer.
Taşınmak iyi bir şey değil galiba
Eşyaları taşımak çok dert,
Çok, ağır, hüzünlü.
Hepsini koliledim de biri kaldı,
Siyah kutuyu bir türlü sığdıramadım.
Boyu küçük, yaşanmışlığı devasa beyaz puantiyeli kutu.
Soruyorum.
Aidiyet de kutulanabilir mi, taşınabilir mi öylece?
Bilmiyorum diyor.
Yürüyorum yolda, aklımda bir kesik izi,
İnsanlara bakıyorum,
Merak, merak, merak.
Gidip sorsam, nereye gidiyorsun desem
Bilirler mi?
Nereye vurduğumuzu hatırlamadığımız morluklar gibi,
Sonucu görene kadar bilmiyoruz belki de gittiğimizi.
Soruyorum.
Gitmek gerçek mi,
Yürüyerek gidilebilir mi?
Bilmiyorum diyor.
Oysa sokaklar insanlarla dolu,
Peşimizde sürüklediğimiz hayatlarımız sıçrıyor her yere.
Bir gidiştir almış başını, şuursuzluğumuzdan utanmaz hâldeyiz.
Kesiği, klimayı ve morlukları bırakıyorum kaldırımın şu köşesine.
Yoldaki taburede gri şapkasıyla oturan abinin hikâyesini alıyorum elime,
Sonra soldan yürüyen kıvırcık saçlı kızınkini de.
Silkeleyip hikâyelerini, seriyorum yere.
Ellerimle açıyorum kırışıklıklarını.
Her bir adımımla ilerliyorum hayatlarında.
Umutları oluyor en çok içimi burkan,
Acınası bir tür olarak ne de çok umudumuz var.
Ailelerini geziyorum, okullarını, arkadaşlarını ve sevgililerini.
Kafeye gidene kadar ikisinin yolları kesişiyor bile hikâyede.
Onları da bırakıp kapıda, geçip oturuyorum.
Geç kalmayı sevmiyorum,
Hep erken gelmelerim bu yüzden, hatta biraz fazla erken.
Neden sonra gelip oturuyor karşıma F.
İnsan tanıyamıyor da, sensin değil mi, selam diyor.
Sonra gülüyor.
Sonra çok şey konuşuyoruz, bandoyu konuşuyoruz,
Avrupa’yı ve mutlu olmayı.
Sonra çok şey konuşuyoruz, klasikleri Rusça okumayı,
Merak etmeyi ve yorulmayı.
Saniyelik ciddileştiği konular var,
Ben de onları not alıyorum.
En çok da seçimlerimizi konuşuyoruz sanırım.
Ama o hep gülüyor, boş zaman böyle yan etkiyor galiba.
Ben ona ciddiyetsiz diyorum, o da bana küçük ruh hastası.
Böylece tanış oluyoruz.
Memnun oldum diyorum, 2 saat devrilmiş masadan, kalkalım.
Hep böyle erken mi gidersin diyor.
Geç kalmayı sevmiyorum,
Hep erken gitmelerim bu yüzden, hatta biraz fazla erken.
Hesabı ödüyoruz, kapıda karşı karşıya.
Kolumdan tutuyor nazikçe, neden bunca açıklaman diyor.
Yanlış anlaşılmayı sevmiyorum diyorum.
Doğru anlıyor musun peki diyor.
Susuyorum ve onu da bırakıyorum başka bir kaldırımın köşesine.
Yürüyorum yolda, aklımda bir kesik izi,
Soruyorum.
Bulup kaybetmek mi yoksa hiç bulamamak mı?
Anlaşılmamak mı yoksa yanlış anlaşılmak mı?
Hangisi daha zor bilmiyorum.
Bırak yanlış anlayayım, gideceksem giderim o zaman diyor.
Sonra devam ediyor,
En kötü tanımadığım biri daha beni tanıyamadı dersin.