İki Günlük
Temmuz 3, 2023
İnşaat Yorgunluğu
Temmuz 3, 2023

Saat: Güneş Ayçiçeğine Bakıyor

Aslında planlamamıştım. Son haftalarda her şey tabiri caizse kalkıp başıma geliyor. Çağrıldım mı diye nezaketen bile sormuyor. Öznesi olamıyorum çoğu şeyin, nesnesi olarak sıkışıp kalıyorum. Aktif seçimim olamıyor bir türlü yaşananlar ya da yaşanamayanlar. Burada olmak da öyle oldu, planlamamıştım. Geldiğimi bildiğim yer burası değildi, daha doğrusu bir zamanlar biz geldiğimizde mekânın adı bu değildi. O kadar beklemiyordum ki kendimi yine burada bulmayı… Dikkatsizliğin böylesi; araçtan inip toprak yolda ilerlerken hissettiğim ürkütücü aşinalık hissi, ayağımın altında ezilen toprağın hışırtısına karışabilmiş. Ağaçların çevrelediği o toprak yolda bir adımım diğerini izlerken ufak bir şarkı mırıldanmaya bile cüret edebilmiştim hatta. Yolun kenarındaki otlara bakıyor, uçan arıları takip ediyordum. Saat sabahın 8’i değildi. Saat “güneş ayçiçeğine bakıyor”du. Derin bir nefes ile taze kokusunu çektiğim çalılıkların nasıl da iç içe girdiğine şaşırmıştım yolun sonuna doğru ilerlerken. Sonra kafamı kaldırdım yolun kıvrıldığı yere bakmak için ve o an arkabahçeyi gördüm. Ve kalakaldım. Benim kontrolümden çıkmışçasına ilerlemeye devam eden ayaklarımın aksine zihnim, başta sakin bir tonda geri dön dedi. Durmadığım her adımım sonrasında da emreder şekilde bağırmaya başladı. İstedim ama nasıl duracağımı bilemedim, yokuş aşağı yuvarlanır gibi ilerledim mekânın içine doğru. Arka bahçeyi geçtim ve sonra gördüm pencereleri, masaları, koltukları, mutfağı, odaları… Sonra kedileri ve işte birlikte oturduğumuz o köşe ve medresenin içi… En fazla birkaç saniye aldı burada paylaşılan bazı anları tüm canlılığıyla görmek: Sabah kahvaltılarını, öğlen çaylarını, öğleden sonra çalışmalarını, akşam sohbetlerini, gece yan yana gökyüzünü izlemeleri… Bilmem kaç adım aldı düşüşüm ama orta bahçeye kadar olan bu yuvarlanmam görünmez bir duvara çarpmışım gibi durdu. Şimdi ise kaskatı şekilde dikiliyordum medresenin iç kısmında. Karşımda mekânın merkezi olan orta bahçe ve ben, bakışlarımı nereye koyacağımı bilemeyişimle bir masanın önünde. Orası, yoksa… Yok yok sağa bakma. O masada da… Aman yok sola da bakma. Eğ, kafanı kaldırma sakın. Bakma, bakma, bakma! Kapat gözlerini!

Başımın dönmeye başladığını fark etmemle arkamdaki sandalyeye tutunduğumu hissetmem bir oldu. Oturmak için çektiğimde ölü çığlığı gibi ses çıkaran sandalyeye bıraktım kendimi. Dizlerimde dirseklerim, ellerim kafamın iki yanında, parmaklarım saçlarımın içine gömülmüş. Sonra bir süre kafamı kaldıramadım yerden. Nefesim, kafası karışmış hâlde depar atarken kafam da ona eşlik etmeye başladı. Odağımı burada tutmak adına yerdeki taşları incelemeye başladım; köşelerini, kenarlarını ve aralarındaki asimetrik harcı. Nefes al, ver, al, ver, ver, ver! Ve hıçkırık öncesi gelen o ufak duraklama… Bir süre kafamı kaldıramadım yerden. Sanki kaldırırsam tüm bu yaşanmışlıklar nefesim tükenene kadar boğazıma çökecekmiş gibi, sanki o köşedeki sallanan sandalyeye bir kez daha bakarsam orada olmadığını kabul etmek zorunda kalacakmışım gibi. Oysa kafamda dünya güzel, kırılmış değil buradaki gibi, batmıyor sevgime. Kafamda ne önce var ne de sonra. Bakmadığım sürece işte şu ortadaki çimenlikten elinde bilgisayarınla yanıma gelmek için yürüyorsun. Attığın adımlarla uyumlu, yere damlalar düşüyor: tıp, tıp, tıp… Ayaklarımın arasındaki yer ıslanıyor. Bir süre kafamı kaldıramadım yerden, evet. Bu belki 10 saniye belki 10 dakika belki de saatler süren zamanda bazı kelimelerin tanımları da yine ıslanıp bulanıklaştı: “güvenmek”, “özlemek”, “gitmek”, “kalmak”, “bırakılmak”, “beklemek”, “dönmek”, “yokluk”, “varlık” ve neden bilmem ama “ev”.

Herkes; en zoru o alışkanlıkları dönüştürmek, zamanla geçecek diyor. Düşünüyorum da zaman geçtikçe değişen şey sözlüğüm, kelimelerim aynı değil. Bir de zaman geçtikçe kendi sesimden duyup kırıklarıma daha da basan cümlelerim oldu. Kime, hangisini, ne zaman dediğimi bile artık hatırlayamadığım cümlelerim:

“Yalnız, varsız demektir.” 

“Ayrılıklar da ilişkiye dahil, ayrılıklar da iki kişilik. Olmalı.”

“Acının muhatabı olmalı. Muhatabın yoksa acı bile yetim kalıyor.”

“Sevginin zıddı öfke ya da nefret değil bence. Unutuş. Ben de belki unutuyor değilim ama çoğu şeyi hatırlayamıyorum.” 

“Şimdi nereye baksam, nerede arasam tam da orada yok.”

“Ölen birini özlemenin en kötü yanı keskin yokluğu, yok olmasından başka hiçbir şeyi yok kalan. Ölen birine kızamazsın, ondan nefret de edemezsin. Sadece yoktur, fazlası değil.”

“Evet, dönüyorum İstanbul’a. Tuhaftır, bir şekilde herkes orada ama kimse yok.”

… 

Cümleler, cümleler, cümleler…

Kafamda ne başladığını ne de biteceğini ümit edebildiğim sonu olmayan bir gün içinde yaşıyorum. Zamanı da yitirdim. Zorunlu olmadıkça saate bakmasam, hangi günde olduğumuzu bilmesem de kaç gün oldu biliyorum. Zaman konusunda kalan tek çapam bu, bunun dışında bir şey kalmadı. Önce, sonra, doğru, yanlış anlamını yitirdi. Sadece olan ve olmayan var. İyi, kötü, mutlu, mutsuz anlamını yitirdi. Sadece olan ve olmayan var.

Bir süre kafamı kaldıramadım yerden, yerdeki damlalar kurudu ve gölgem çeyrek tur tamamladı çevremde. Belki de bu yüzden hâlâ saat “güneş ayçiçeğine bakıyor”da kaldı. Belli ki bir sonraki anı yolculuğuna kadar biraz da bu bahçede konaklayacak aklım. Bahçeye uzanıp yatacak ve mırıldanacağım, bir çadır kurup içinde iki kişi yatacağım ve sonra da karşılıklı kahve içeceğim aşağıdaki masada.

Burada gezerken her şeyi hatırlayamıyorsam da bulduğum anılardan hisleri koparıp koyacağım sayfalarımın arasına, güzelce kurutacağım. Öğrendiğim bir şey varsa o da hislerin kaldığı; çünkü, anılar gitse de hislerinin gitmediği. Çünkü bir şekilde yanlış düşünebilir, yanlış hatırlayabilir, bir şekilde yanlış yapabilirim ama eminim ki yanlış hissedemem. Şimdi saat ilerlese de hissimin saati “güneş ayçiçeğine bakıyor”. Bu kadar, başka gerçek yok. 



Paylaşmak Güzeldir:

İlayda Küçükafacan
İlayda Küçükafacan
Çocukluğunu doğusundan batısına 7 farklı şehirde geçiren İlayda, kendini bir öğrenme tutkunu ve bibliyofil olarak tanımlar. Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği “öğren”cisi, iflah olmaz bir meraklı ve maceraperesttir. Politika, ekonomi, psikoloji ve bilimum başka disiplini karıştırıp "toplum mühendisliği" yapma yolunda emin adımlarla ilerlerken sistem dinamiği ve modelleme alanında derinleşmektedir. Bu sebeple kendisini sürekli bir şeyler anlatırken ya da bir şeylerle uğraşırken bulabilirsiniz. Yazıları çok bilmiş gelebilir ama aslında sadece “kendi dünyası”nı tasvir etmektedir. "Yazar burada ne demek istemiş?" derseniz bir kahveye kapısı her zaman açıktır.