Debbağ
Temmuz 3, 2023
Kendime Hatıralar
Temmuz 3, 2023

Marburg 

(Bu yazı okunurken arkada çalmasını dileyeceğim müzik)  

Bir şehre gitmeden önce neler yapılır, orada bulunacağım zamanı nasıl daha etkili kullanabilirim araştırmasını sıkı sıkıya yapar, ilgimi çeken ve görmeden/tatmadan dönmek istemediğim şeyleri ise ilk sıraya konumlandırırım. Gezmek ciddi bir eylemdir benim için. Zamanımı nereye gitsek ya da nerede ne yesek diye kaybetmekten hoşlanmam. Şehre dair önemli bir yeri ziyaret ettikten sonra, ee şimdi nereye gidiyoruz sorusunun yaratacağı belirsizlik de benim için tercih edilesi bir durum değildir. İşte tam da bu nedenlerden bir gezi rotasıyla, yollara dair bilgilere sahip olarak giderim. Elbette ki spontane ya da yoldayken gelişen durumlar da olmuyor değil, bunu da en az geziyi planlamak kadar seviyorum. Özellikle bir yere giderken pek de vaktinizin olmadığı bir durumda zamanı etkili kullanamadan dönmek ve sadece o şehrin sınırları içerisinde bulunmuş olmak hayal kırıklığı yaratabiliyor. 

25 Haziran günü sabahtan yola koyuluyoruz, Marburg’u anlatmaya da bu gezinin bencesiyle başlamak istiyorum. Marburg’a gidişimiz ani bir kararla, sosyal medyada denk gelen bir video vesilesiyle gerçekleşti. Trene atlayıp rötarlı bir yolculuğun ardından Marburg şehir merkezine vardık. Daha ilk görüşte bile pozitif duygu ve düşüncelerle başladım güne, henüz neler ile karşılacağımı ve ne denli büyüleneceğimi bilmeden. Günlerden pazar olmasının da etkisi olacaktır ki oldukça sakindi sokaklar. Şehrin dört bir yanına yayılmış olan Marburg Üniversitesi, şehri tam bir öğrenci şehrine döndürmüş vaziyette. Dingin bir gün geçirip kafa dinlemek isteyenlerden için de doğru bir rota bence. Özellikle pazar gününü tercih ederseniz de Almanya’nın birçok şehrinde olduğu gibi ekstradan sakin geçireceğiniz birkaç saat deneyimleyebilirsiniz. Biz bu süre zarfı içerisinde çokça yokuş çıkıp şehrin tarihi dokusunu kaybetmemiş olmasından büyülenerek, gezdiğimiz her dakikadan keyif alarak geçirdik günü. Şehrin belirli noktalarında birazdan bahsedeceğim çeşitli motiflere rastlayabiliyorsunuz. Boşuna masal şehri denmemiş olmasının birçok kanıtını görüyorsunuz her bir adımınızda. Arnavut kaldırımlı yollardan yukarıya çıkarken arkanızı döndüğünüzde, bir seyir noktasından etrafınıza bakıp görebileceğiniz en uç noktalara daldığınızda, evlerden gelen konuşma ve gülüş seslerini duyduğunuzda, ömrünüzden birkaç saatlik kesiti masalmışçasına yaşadığınızda nasıl da doğru bir karar verdiğinizi hissediyorsunuz Marburg’a gelerek. Bu şehri gezdiğimiz esnada üzerine fil resmedilmiş ve renklendirilip arkasına da not yazılmış bir taş bulduk, o günün en keyifli anlarından biriydi. Üzerinde de şöyle yazıyordu: 

“Wenn Sie es finden, verstecken Sie es entweder oder lassen Sie es in einer anderen Ecke der Stadt. Schön, dich zu sehen!” 

(“Bulursan ya sakla ya da şehrin başka bir köşesine bırak. Seni görmek güzel!”)

Marburg; Almanya’nın Hessen eyaletine bağlı, Lahn Nehri kıyısına kurulmuş olan, 80.000 nüfusa sahip bir öğrenci şehri. Frankfurt’un kuzeyinde, Gießen ve Kassel şehirleriyle komşu ve tam adı Marburg an der Lahn olan şehir. Grimm Kardeşler ile ünlü olmasından da kaynaklı şehrin birçok yerine işlenmiş motifleri ve masal kahramanlarını görmeniz mümkün. Büyük bir şehir olmamasından kaynaklı kolaylıkla gezilebilecek fakat engebeli, çokça merdivene ve yokuşa sahip yapısıyla da yorucu olabilen bir şehir. Ancak gezdikçe karşınıza çıkan her manzaranın buna değeceğini hissediyorsunuz. Gezilip görülmesi gereken de pek çok yeri var elbette ama buraya gelip görmeden dönmeyin diyebileceğim birkaç yeri paylaşmak istiyorum: Marburg Kalesi, St. Elizabeth Kilisesi, Marburg Üniversitesi, Eski Şehir (Altstadt), Lahn Nehri, Waggonhalle Kültür Merkezi, Kaiser Wilhelm Kulesi, Sababurg Kalesi… 

Şehir yaklaşık 700 yıllık bir tarihe sahip olmasına karşın tarihte adından pek söz ettirmiş bir şehir değil, fakat üniversitelerinden dolayı akımlardan oldukça etkilenmiş ve özellikle Romantizm akımı zamanlarında Avrupa’dan birçok önemli ismi misafir etmiş. Şehri gezdikçe geneline hâkim olduğunu fark edeceğiniz bir mimari ile karşılaşıyorsunuz. Biraz araştırmanın ardından bu yapı modeline “Half Timber” yani “Ahşap Karkas” adı verildiğini öğreniyorum. Yarı ahşap kasabalar ve köyler, bugüne kadar Almanya’nın birçok yerinde peyzajın bir özelliği olmaya devam etmiş. Bu ahşabın karakteristik özellikleri, iklim koşulları ve marangozların mahareti yarı ahşap evlerin boyut ve formlarında belirleyiciymiş. İç ve dış duvarlar kerestelerle yapılırken arasına da dönemine uygun olarak tuğla, alçı veya süpürge sıkıştırılıyormuş. Böylece neredeyse hiç beton kullanmadan, ağır kerestelerle oldukça sağlam evler yapabiliyorlarmış. Tarihi dokusunu bozmamak için de Marburg’da yapılan evlerin çoğu hâlâ bu şekilde yapılıyor ve restore ediliyormuş. Yarı ahşap yapılar, kendi kendini taşıyan ahşap ve kil veya tuğladan yapılmış perde duvarları ile ahşaptan tasarruf sağlayan bir iskelete sahipmiş. Bu inşa yönteminin son derece ekolojik, çevresel olarak sürdürülebilir ve estetik olmasıyla birlikte bu dokunun korunmaya çalışılması da oldukça kıymetli. 

Marburg’un tarih kokan sokaklarının derinliklerine dalalım şimdi! Şehrin dört bir yanına yayıldığından bahsettiğim Marburg Üniversitesi 1527’de Hessen Derebeyi 1. Phillipp tarafından kurulmuş ve dünyanın ilk Protestan üniversitesi unvanına sahipmiş. Sokaklarda ilerledikçe ve şehri keşfetmeye çalıştıkça üniversiteye ait bina ve yapıları görüyorsunuz. Protestanlık denince akla gelen ilk isim olan Alman keşiş ve teolog Martin Luther’in profesör olarak bulunduğu üniversitelerden biri de Marburg Üniversitesi’ymiş. Okula ait bir de müze mevcut şehirde, ziyaretçilerin ilgisini çekebilecek nitelikte bir yapı. Rotamızın ilk durağı olan St. Elizabeth Kilisesi ise Marburg için oldukça önemli bir değer, önemi ise Almanya’nın ilk gotik kilisesi olması. Thüringen Kontu’nun oğluyla evlenmek üzere bölgeye gelen Macar Kralı II. Andrew’in kızı Elizabeth, hâli vakti yerinde olmayan ve hasta kişilere yardımlarıyla bölgede öylesine derin izler bırakmış ki 24 yaşında acılar içinde ölünce isminin bu yapıya verilmesi uygun görülmüş. Bu nedenle de Macar ve Thüringenliler için ekstra kutsal bir kiliseymiş.
Yapıyı arkanıza alıp solunuzdaki yoldan devam ettiğinizde karşınıza Steinweg Sokağı çıkıyor. Bu yol, Marburg’un en önemli tarihi konusu olan Grimm Kardeşlerin başlangıç noktası. Hanau şehrinde doğan ve aslen dilbilimci olan ama tüm dünyanın masallarıyla tanıdığı Grimm Kardeşlerin yaşamının önemli bir kısmı Marburg’da geçmiş. Üniversite eğitimleri için burada kalmış, yayımlanan 260 masaldan önemli bölümünü ise Marburg’da yazmaya başlamışlar. 

Biraz önce bahsettiğim Steinweg Sokağı’nın hemen başında ise “Kurt ve 7 Küçük Oğlak” masalının kahramanları karşılıyor bizi. Arnavut kaldırımlı sokakta ağaçların altında ilerlerken eski şehre giden hafif yokuş güzergâhın da başlangıcında bulunuyorsunuz. Buraya gidebilmek için asansör kullanmak da mümkün fakat biz şehri yürüyerek gezmeye yeminli iki kişi olarak o yokuşla bakışıp ardından yürümeyi tercih ettik. “Kurt ve 7 Küçük Oğlak”ı geçtikten sonra elindeki kitapla “Kurbağa Prens” çıkıyor yolunuza. Bu motiflere rast geldikçe ayrıca mutlu ve yakın hissediyorsunuz. Bu yolun sonunda ulaşacağınız şehir meydanı (Marktplatz), eski belediye binasıyla birlikte oldukça görkemli bir manzara sunuyor. Belediye binasının hemen yanındaki evin duvarlarındaysa “Küçük Cesur Terzi” masalındaki “7 sinek” görülüyor. Etrafta pek çok kafe ve restoran mevcut. Ara sokaklara girdiğinizdeyse birbirinden güzel dizayn edilmiş, butik kafeler ile karşılaşıyorsunuz. Bu kafelerden birinde soluklanmak ve atıştırmak oldukça keyifli. Bizim gitmediğimiz ama 1569’da kurulan ve Grimm Kardeşlerin de zaman zaman gittiği “Zur Sonne” isimli bir restorandan bahsediliyor. Kalacak yer arayanlar için de hizmet veren bu mekânın burada ünlü olduğunu duyduk. Ayrıca biraz önce bahsettiğim meydanda çeşitli tiyatro ve müzik festivalleri de yapılıyormuş ama biz denk gelemedik. Gidişinizi buna uygun ayarlarsanız büyüleyici bir görsel şölenle karşılaşmanız mümkün. 

Barfüss Sokağı olarak adlandırılan sokak ise bu eski şehrin ana caddesi gibi. Bu nedenle de kalabalığın asıl kısmı genelde burada oluyor. Aynı zamanda da pek çok dükkânı barındırıyor. İlerleyip 35 numaralı kapıyı bulduğunuzda ise Grimm Kardeşlerin 220 yıl önce Marburg’da yaşadığı evi görmüş olacaksınız. Yan sokaktaki merdivenler ise daha hiç yokuş çıkmadığınız ve aşağıda olduğunuz sırada gördüğünüz büyük kaleye giden merdivenler. Bu yolu nefes nefese kalarak bitirip asıl yokuşun tam da bu noktadan sonra başladığını göreceksiniz. Elbette ki bu durum oldukça normal, çünkü 11. yüzyılda inşa edilen bu kalenin çevresindeki üç vadiye de hâkim olması amaçlanıyormuş. Kaleye vardığınızda Sindirella’nın devasa kırmızı ayakkabısı karşılayacak sizi. Kaleye varmadan önce ise tüm şehrin manzarasını görebileceğiniz güzel bir kafe bulunuyor. Bir bölümü üniversite binası, bir bölümü etkinlikler için kullanılan kalenin merkezinde bir müze ve sergi salonu. 

Bizim gitmediğimiz ama önemli noktalardan biri olduğu söylenen ve hakkında tatlı bir bilgiye ulaştığım Sababurg Şatosu var bir de. “Uyuyan Güzel” masalına ilham olduğu söylenen bu şatonun sahibi ve işletmecisi olan Günther Koseck’in, ailesiyle birlikte kurduğu lüks bir restoran varmış içeride. Menüsü de Grimm Kardeşlerden Wilhem Grimm’in eşi Dorothea’nın yemek defterinden hazırlanıyormuş. Bu tarz özenle ve incelikle düşünülmüş şeylere ekstradan tebessüm ediyor insan. 

Marburg büyük şehirlerden gelip büyük eğlenceler arayanlar ya da alıştığı kalabalığı görmek isteyenler için doğru rota olmayabilir ama kaostan bunalmış, tarihi dokuya sahip bir şehrin derinliklerinde kaybolmak isteyen, nehrin kıyısına oturup piknik yapmak ve gezip gördüğü her yerde yüzünde tebessümlerle çocukluğuna ışınlanmak isteyen herkese ilaç gibi gelecek en iyi rotalardan biri bence.  Varoluşçu felsefenin önemli isimlerinden biri olan Martin Heidegger’ın neden burada yaşadığını, Gündüz Vassaf’ın Cehenneme Övgü kitabındaki denemelerinin neden birçoğunu burada yazdığını, en önemlisi Grimm Kardeşlerin burada geçirdiği vaktin nedenini ve yazılan masalların ilhamının nereden geldiğini, şehri gezip günün sonuna geldiğinizde daha net anlıyorsunuz ama tabii bir de Grimm Kardeşlerin Marburg hakkında söylediği ve kaleye çıkan sonsuz merdivenlerin birkaçına yazdıkları var: 

Ich weiß nicht ob Sie, mein Lieber, schon einmal hier waren, aber die Lage Marburgs und umliegende Gegend ist gewiß sehr schön. Besonders wenn man in der Nähe des Schlosses steht und da herunter sieht, die Stadt selbst aber sehr häßlich. Ich glaube, es sind mehr Treppen auf den Straßen als in den Häusern. In ein Haus geht man sogar zum Dache hinein.” 

(“Canım, daha önce burada bulundun mu bilmiyorum ama Marburg ve çevresinin konumu kesinlikle çok güzel. Özellikle kalenin yanında durup aşağıya baktığınızda, ama şehrin kendisi çok çirkin. Sanırım sokaklarda evlerden daha fazla merdiven var. Hatta bir eve çatıdan bile girilir.”) 

Pek de haksız sayılmazlar sanki? 



Paylaşmak Güzeldir:

Berre Arslan
Berre Arslan
Kendisini genellikle neşeli, daima inatçı, fazlasıyla meraklı ve zaman zaman da kontrol delisi olarak tanımlıyor. Düşünce dünyasınınsa mahşer yerini anımsatacak türden bir hengâmeye sahip olduğu kanaatinde. Olağanüstü detaylar, ilginç gerçekler ve etimoloji hakkında bilgilenmekten büyük bir keyif almakta. Kitap okumayı, özelleştirmek gerekirsek de kişisel gelişim alanındaki eserleri okumayı oldukça seviyor. Farkındalıklarını arttırmaya, daha fazla öğrenmeye ve hayat okyanusuna tutunmaya çalışan biri.