Narcissus 
Haziran 3, 2023
Can Levent Özgün ile Numeroloji Üzerine Röportaj  
Haziran 3, 2023

Başkası Olmak 

Konuk Yazar: Enes Sivri


Adını bile bilmediği bu diyarda kaçıncı günüydü artık hatırlamıyordu, saymayı bırakmıştı bir yerden sonra. Bu yabancı diyarda yaşadığı günleri değil de doğduğu topraklardan uzakta yaşadığı günleri sayıyordu. Önceleri birkaç bahar geçti diyordu, şimdi ise yıllar. Kalbinde büyüyen hicran tomurcukları, iyice salınmış büyümüş kocaman ağaç olmuştu; sürekli döneceği zamanın hayalini kuruyor ve orada tekrardan eski günlerindeki gibi aynı dili, aynı derdi paylaştığı insanlarla bir masanın etrafında toplanıp aşktan, ızdıraptan, vefadan isyandan konuşup efkarlanmayı özlüyordu. 

Ezbere bildiği o dağları, ovaları ve yurdunun havasını çocuklarına anlatmak isterdi, çocukluğunun geçtiği sokaklarda çocuklarıyla gezmek isterdi. Saatler nasıl yorulmuyorsa işlemekten o da yorulmuyordu özlemekten. Her gece rüyasında annesinin elinden tutar, zar zor anımsadığı apartmanların arasında dolanırdı, annesinin elindeki yükü alıp ona ne kadar güçlü olduğunu göstermeye çalışırdı ve büyünce annesine hiçbir şey taşıtmayacağına dair sözler veriyordu. 

Başka bir gece, kardeşi İbrahim’le kavga ediyordu rüyasında; çok sert bir kavga olacak ki yoğun bir öfke hissediyordu ve bir an onun ölmesini diliyordu içinden ve buna cüret ettiği için kendisine de hak veriyordu, başka bir rüyaya geçmeden hemencecik affediyordu İbrahim’ini. 

Her ayrılık zor, bunu geçen hafta onu işinden kovan patronundan bir kere daha öğrenme fırsatı buldu, çokça çalışıp yoruluyor ve az kazanıyordu. Aslında kovulmak onun için işkencenin bitmesi demekti. Kovulma sebebini çok iyi biliyordu; patronunun çok saygın bir müşterisi ona, dillerini bile adam akıllı konuşamayan bu adamı işten çıkarması gerektiği gibi bir öneride bulunmuştu, yoksa müşteriler şikayetçi olmaya başlar ve işleri iyi gitmezmiş. Aslında haklı olabilir, müşteriler memnun olmayabilir ve işleri gerçekten iyi gitmeyebilirdi, önceleri öfkelense de şimdilerde böyle olaylara sadece biraz üzülüyor ve kabullenmeye başlıyordu. 

Yeni bir iş bulmalıydı, önce evine gitti ve üstüne en güzel kıyafetlerini giydi, aynanın karşısına geçip kendiyle gurur duydu, işte şimdi onlara benzedim diyerek saçına şekil vermeye başladı. Onlara benzemeliydi çünkü onu işe almaları için gizli bir kuraldı bu. Ona selam vermeleri, onun yüzüne bakmaları ve daha birçok şey için gizli bir kuraldı bu. İnsanlar bu kuralları çocuklarına da öğretiyordu ancak bu dersin çocuklara ne zaman verildiğine dair pek bir şey bilmiyordu.

Yürümeyi yeni öğrenmiş bir çocukla göz göze geldiğinde anlamıştı bunu, bu çocuk bazı kurallardan bihaberdi. Bu çocuğun cahilliği onu evinde hissettirmişti, uzun süre sonra ilk defa birisi ona böylesi yalın bakmıştı. Oradan oraya koşan hatta yürümeyi yeni öğrenen çocukların yüzlerinde bile yoktu o bakış, onlar aynı anne babaları gibi bakıyordu. Bu kurallar mutlaka bir okulda öğretiliyor olmalıydı. Kendi yurdunda böyle bir okul yoktu. Hangi okulsa bu çocukların gittiği, kendi çocuğu olursa oraya göndermeyecekti, kafasına bir mıh gibi çaktı bu bilgiyi. Sakın ha sakın dedi kendine, bir gün çocuğum okuldan eve gelir ve ben ona bugün okulda ne öğrendiniz demeye kalmadan bana o bakışı atarsa felaket üzülürüm diye düşündü.

Küçük ve insanı hapishanede hissettiren bir evi vardı, evinden her çıktığında hapishaneden tahliye olmuş gibi hissediyordu. Kim bilir belki de fakirliğin cezasıydı bu, mahkemesi görülmez, savunması yapılmazdı ama geceleri seni buraya tıkardı bu fakirlik suçu. Dışarısı da çok farklı değildi ya, birisi duvarların içerisindeki hapishane, diğeri duvarların dışarısındaki hapishane. Hapishaneyi hapishane yapan şey nedir sahi, duvarlarla çevrili olması mı, o zaman herkesin evi bir tecrit. İstemediğin bir yerde zorla tutulmak mıdır yoksa hapis, o zaman işini sevmeyen insanlar da hapishanede yaşıyorlar. İşlemediği suçların cezasını çeken o kadar çok insan var ki, düşününce bile dehşete düşüyor insan.

Haylice yaşlı o binanın dışına çıktı, komşuları da tıpkı onun gibi bu diyarların yabancısıydı. Bina zor ayakta duruyordu, kirası bu yüzden ucuzdu, kimse böyle bir evde isteyerek durmaz tabii. Binanın sorunlu kapısı geceleri onu rüyasından uyandırıyordu, bir rüzgâr estiği zaman kapıdan gelen o sesler dayanılmazdı. Fakirliğin bir başka cezası da buydu belki de, düşlerinizde bile sizi rahat bırakmamaları. Düş kurmak da zenginlere özel bir işti, oysaki onların neyineydi ki düş kurmak. Zaten düş gibi hayatları vardı, sadece yaşasalardı ya, bari düş kurmak onların olmasaydı. Biz fakirler için her zaman ızdırap mı vardı, bölük pörçük hayaller mi vardı. Bir bitişi olsa keşke, gelseler deseler ki şu gün şu saat şu dakika bu ızdırap bitecek, siz de düş kuracaksınız, hatta düşlerdeki gibi hayatlarınız olacak, size tehlikeli bir yaratıkmışsınız gibi bakmadıkları günler gelecek. O eski bakışları, artık yürümeyi yeni öğrenmiş çocukların gözlerinde değil; herkesin yüzünde göreceksiniz.

Binanın kapısının yapılması için hiçbir komşusu el atmıyordu bu işe, onlara da kızamıyordu. Hepsinin birbirinden bela dertleri var, bu onlar için çok küçük bir problem kalırdı. Biraz düşününce onun da bir sürü derdi vardı, işsizdi ve çok az parası vardı.

Hızlı adımlarla sokak boyunca yürüdü, dükkân dükkân gezdi. Ne iş verirlerse yapardı, bir iş istemek gibi bir lüksü yoktu, buyur ederlerse girer, izin verirlerse çıkar, izin verirlerse karnını doyurur, vermezlerse de bir köşede açlıktan ölürdü. Bir, iki, üç, dört derken kapı dışarı edildiği yerlerin sayısı akşama kadar bir hayli fazlacaydı. Bazı yerlerde gülümsemeyle karşılandı, o da ağzını açar açmaz birden o yabancı ve tehlikeli bakışlara döndü, görünüşünü ne kadar onlara benzetse de bir türlü onlar gibi konuşamıyordu. 

Geldiği yoldan tekrar evine dönüyordu, başını hiç kaldırmadı, çok yormuşlardı onu. Hiçbirinin yüzüne dahi bakacak kuvveti kalmamıştı, o bakışların altında ezilmiş uğum uğum olmuştu küçücük yüreği. Bir tanesine daha katlanacak kuvveti yoktu. O zayıf bitap düşmüş ruhu, ancak kedilerin yüzlerine bakabilecek kadar dayanabilirdi, kedi dedimse o da henüz gözünü açmamış olanlar. Bir yerden birisi çıkar da ona bir şey satmaya kalkar, bir broşür vermeye çalışır yahut yolda onu sollarsa dayanamaz hüngür hüngür ağlardı. Zar zor toplamıştı içini, dökülmesin ortalığa diye hızlı hızlı evine yürüyordu. 

Nihayet evine vardı, o sinir bozucu kapıyı da bir an önce geçti ve evine girdi. Sebebi neydi ki tüm bunların, duvara yaslandı, yüreği sıkıştı sıkıştı ve taştı en son. Yere yatıp ağlamaya başladı. Bu toplumda kendisini fazlalık gibi hissediyordu; neden bana da insan gibi bakmıyorsunuz, neden bana da bir sandalye çekmiyorsunuz? Sanki onlar su birikintisiydi de bir damla olarak o deniz yapmıştı onları; onlar kum yığınıydı da o, bir kum tanesi olarak onları kumsala çevirmişti. Sandalye çekmeseniz de ben yerde otururdum ama siz buna da izin vermediniz. 

 



Paylaşmak Güzeldir: