Konuk Yazar: Oytun Efe Kuru
“Bilgelik putları yıkmak değil, onları hiç yaratmamaktır.”
– Umberto Eco
Metanetli düşünceleriyle raks eden bir çocuk görmüştüm,
İçindeki duygular tınlayan gölgelerin senfonisiydi.
Ama müzikti aslında gölgeleri,
Müzik ve ses çocuğun iç ışığında silkinen gölgelerdi ruhunda.
Ve hiç sevmezdi o çocuk müzik sesinden kaçıp gidenleri,
Kim bir korku duysa,
ansızın dumur olurdu çocuk, korku duyan kişilerin yanında.
Çünkü duydukları korkunun sevap keçisiydi o çocuk,
Çünkü içine çekildikleri şeffaflığın teniydi.
Ve çocuk kendi içinde saf bir merhametti,
Ve bu merhameti görünmezlikteydi.
Kimse içini açıp koyaklarını öpmezdi rasafetli çocuğun,
Ama çocuk sanemlerde izlerdi içini açamayanları,
bir putun dudakları misali herkesi makamlarda görürdü,
Dışarıdan görürdü insan dölünü çocuk.
Ve metanet bu putun peçesindeki zorunlu bir cilveydi,
Zorunlu bir maske, damıtılmış bir kürek kemiğiydi.
Peçeyi çıkartıp kendini bu puttan dışarı atsa,
Makamlara çakılarak inmezdi.
Çünkü makamdakiler düşüşünü göremezdi onun,
Ve çocuk da,
türbanların görünmezlik pelerinini kendine kalkan yaparak, makamlara düşmemeyi öğrenmişti işte.
Bir gün,
Sakince karıştı aralarına insan dölü yüreklerin,
İyi tanırlardı çocuk ve insan dölü birbirlerini, ne olursa olsun.
Çocuk şimdi yerli yerindeyken,
Ve döllerin yanındayken,
Ağzını ne zaman açsa,
içinde bulunduğu atmosferi sanki sel basardı,
tsunami çağırırdı sözleri,
göz ve gök taşı tsunamileri…
Ama aslında, saf merhametti işte çocuk,
Yumuşak dudak merhametleri…
Ve böylece gölgelerini kalbinin en derinindeki ışıkla örttü,
Kendini sevdirdi ve dölleri de sevdi o gün.
Ama simetrik değildi çocuk döl yüreklere,
Yüreklerinin faz farkı barizdi, o faz farkı atan kalpti.
Yani onlar için hâlâ bir hezaren küheylandı.
Ve o gün,
Israr kıyamet bir odada topladı çocuk dölleri, dönümleri
Odadakiler her şeyden habersizdi.
Beklemelerine hiç fırsat kalmadan, ansızın,
yıldız kayması gibi içeri yalayıcı bir ışık girdi,
Tüm odayı kapladı ve saflaştırıp saydamlaştırdı her yeri.
Her yer fayanslaştı sanki, billurlandı tavan ve duvarlar.
O an uzaktan birisi bu durumu görse,
bu odaya giren Tanrısal ışıktır derdi.
Ve gerçekten de öyleydi.
Lakin bu ışık odaya giriverince,
çocuk hariç herkesin beti benzi attı.
Bu beyaz tenli bahar ışığında odadakiler aklandı, aynalandı.
Ve bu nur sanem çocuğun yüzüne vurunca,
Bir tek o gülümsedi beti benzi atmışların yanında.
Anladı çocuk, o an doğru odadaydı,
Ve odanın kapısına, belki döller ansızın akıp gider diye
Asla kilit vurmamıştı,
Çünkü çok seviyordu dönümleri.
Ama umutsuzdu çocuk, biliyordu olacakları.
Başını eğdi ve bekledi ufak bir hareketlenmeyi,
Ve ansızın, çekip gitti odadakiler,
çocuk ise ışığın içinde ışık olup yokluğa karıştı.
Ben de bu yok oluştan sonra, ışığı yavaşça öptüm.
Mürekkebi ve kalemi söndürdüm,
Gözlerimi parıltıdan çektim,
Geçip giden zamana gülümsedim,
Sert bir dudakla,
Ve saydam labirent yüzümle…