Silüetiniz
Aralık 3, 2022
Neden Geç Kalırız? 
Ocak 3, 2023

Dr. Emre Günerken ile Şamanik Yolculuğu Üzerine Röportaj

The One: New Evolution topluluğun kurucusu, kadim ilimler uygulayıcısı, biyomühendis sevgili Emre Günerken ile hayatı, şamanik bakış açısı ve uygulamalarına dair çok keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Kendi adıma, Ağustos 2022’de “mucizevi” olarak adlandırabileceğim bir tanışma hikâyem var Emre ile. Onun niyetleri ve niyetlerini gerçekleştirme hâlini gözlemlemek zamanla benim dünyamda çokça karşılık buldu. Aralık 2022’de Emre’nin organize ettiği bir şaman inzivası ardından gerçekleştirdiğimiz bu röportaj için öncelikle kendisine teşekkür etmek istiyorum. 

Hayatın farklı yerlerinde farklı sırlar var. Bana kalırsa hepimiz sırların bir parçası olan bir sırız. Zümrüdüanka Dergisi’ndeki yazı portfolyomda genellikle kendi derinlerimde keşfettiğim sırlarımdan bazılarını paylaşma motivasyonum olmuştur. Sevgili Emre de yapmakta olduğum yolculukta eşliği kıymetli bir dost ve merak edenlerin tanımaktan keyif alacağına inandığım ilginç bir ruh. Bu biricik ruhu sizlerle daha yakından tanıştırmanın ötesinde; umuyorum ki gelecek aylarda şaman öğretilerini barındıran, kadim ilimler ışığında Emre ile odaklanacağımız ve irdeleyeceğimiz yazı içeriklerinde buluşacağız. Bunun için sabırsızlanıyorum. Bütünün hayrına katkı olsun. Şimdiden herkese iyi okumalar!

 

Öncelikle Emre kimdir diyerek başlamak istiyorum. Ancak esas merak ettiğim, nasıl bir ömür geçirerek bugünlere geldiğin. Emre’yi biraz etiketleri özelinde tanıyabilir miyiz?

Etiketleri özelinde demen hoşuma gitti aslında. Çünkü Emre kimdir diye sorunca, Emre yalnızca Emre’dir. Benim için her şeyi anlatıyor. Ancak diyebiliriz ki Emre bir kolajdır. Kolajın bir kısmı bilim insanına doğru gidiyor, diğer kısmı ise biraz daha spiritüelliğe doğru gidiyor. Herkes gibi benim de bir hikâyem var. 1984’te İzmir’de doğdum ve büyüdüm. Kimilerinin spiritüel veyahut spontan deneyimler olarak adlandırdığı şeyleri ben çok küçük yaşlarımdan itibaren yaşamaya başladım. Bu deneyimler hayatı ve kendimi anlamlandırmam için beni daima bir arayış içerisinde olmaya kanalize etti.

Çok hastalıklı bir çocukluk geçirdim. Çocukluğumu pek yaşayamadım ve genellikle zamanım evde geçerdi. Sürekli evde olma hâli benim kendime zihnimde bir özgürlük alanı yaratma becerimi geliştirdi. Bilim ve edebiyat başlıkları ise ailemden aldığım konulardır. Dedem hem şair hem de Yeşilçam’da 9 farklı filmin senaristliğini yapmış bir gazeteci. Ben de çocukluğumda onun kütüphanesinde büyüdüm bir nevi. Zamanımı çoğunlukla belgesel izleyerek ve okumalar yaparak geçirirdim. Antik kültürlere olan merakım o zamandan başlamıştır. Doğum günümde “Hediye olarak ne istersin?” sorusuna benim cevabım yeni bir belgesel kaseti olurdu.

Zihni aktif çalışan bir çocuktum. Ve bu da beraberinde aslında okul birincisi olman lazım, şehir birincisi olman lazım, ülkede ilk 100’e girmen lazım gibi bir beklentiyi de getiriyordu. Kimisi için bu bir boyun eğme oluyor, kimisi için de bende olduğu gibi bu durum “insanın kutbu” oluyor. Üzgünlük ve öfke patlamalarım çok sık olurdu. Bunlar benim bir nevi rehberim oldu. Bunlarla yaşamayı ve içlerinden geçmeyi öğrendim zamanla. Ergenlik dönemimde spontan deneyimlerimin de çok artması sebebiyle yaşadığım bocalama sürecini hayatta dengeyi bularak aşmaya gayret ettim. Bilim insanı kimliği de beraberinde geldi.

 

Peki Emre, ailen bu yaşadığın sıkıntılarını hiç görmüyor muydu? Seni nasıl yönlendirdiler?

Ailem elbette endişelenip çocukluğumda beni psikiyatriste götürdü. Ancak psikiyatristin bile nasıl bir çalışma mekanizması olduğunu anlayınca onu alt etmek ya da manipüle etmek de benim tarafımda çok zor olmamıştı. Ailem istediği için yardım almıştım ama bu benim için kendi oyunumu oynamaktan farksızdı. Yardım istemeyen, içinde yalnız şekilde kendisiyle olan bir çocuktum. Kendi kendime yaşadıklarımı anlamlandırmaya ve çözmeye çalışan bir yapım vardı. Öbür yandan, biyolojik olarak da hastalıklarım devam ettiği için ailem “Bu çocuk 30’unu bile göremeyecek herhalde.” yaklaşımında olurdu bana karşı. Fiziksel rahatsızlıklar ve bağışıklık sistemimin de kötü olması sebebiyle çocuğun kafası iyice gitti gibi bakarlardı bana. (Gülüyor bu esnada.)

20’li yaşlarımda barda çalışırdım. Barmenlik, insanları gözlemlemek için harika bir deneyim alanıydı. Bana insanları ve insanların davranışlarını anlamak adına çok farklı açılımlar kazandırmıştır. Kelimelerle de aram iyiydi ve zamanla gözlemlerimi konuştukça bar müşterilerim artmaya başladı. Masalar değil, bar önü dolu oluyordu genelde. Dedemin lakaplarından biri “dert babası”ydı. Ben de sanırım ona çekmişim. Hayatımın içerisinde daima insanların dertlerini dinlemeye ve sorunlarını çözmeye yönelik bir gündem olmuştur. Daha 9 yaşındayken bile 50-60 yaşındaki insanların gelip benimle dertleştiğini hatırlarım. Her ne kadar o zamanlar anlattıklarını idrak edemesem de daimî bir düşünme alanı oluşturuyordu bana.

 

Lisans eğitiminin ardından yurt dışına çıkış hikâyen nasıl başlıyor peki? Bir yandan zihninde yaşadığın veya hissettiğin bazı spiritüelize gerçeklikler varken bir yandan da “gerçek” olarak nitelendirebileceğimiz bu hayattaki normlara uygun bir kimlik de inşa ediyorsun kendine. Bu geçişsel alanda bunalımlar yaşadın mı?

Çocukluğumdan beri bana verilenlerle hep şunu düşünürdüm: “Bu gidişatta benim nasıl bir faydam olabilir? Ben neye iyi gelebilirim?” Kimliklerle alakalı problemleri geri plana atarak biraz daha bilimsel alanda üretmeye odaklandım. Ancak bu da beni sıkışmış ve bir kafese hapsolmuş gibi hissettiriyordu. Bir ara, geçmeyen bir öksürüğüm vardı. Bunun için doktora gittiğimde beni apar topar ameliyata aldılar çünkü akciğerim patlamış ve günlerce öyle yaşamışım. Ameliyat esnasında oksijen zehirlenmesi de yaşayınca kalbim durmuş. Ben o esna için “beyaz ışığı” hatırlıyorum (gülüyor) ve tabi bir de kendime geldikten sonra ne kadar çok acı çektiğimi.

Bu deneyimi yaşayıncaya kadar hep bir içime sığamama durumum vardı. Hayatın bir gün sona ereceğini ve her şeyin geçici olduğunu çok yakinen idrak edince iyileştikten 3 gün sonra hemen yurt dışına çıktım. Daha hastanede yatarken Belçika hükûmetine bir proje satmıştım ve bu benim bir çıkış biletim oldu. Yurt dışına gitmek kendime de bir özgürlük alanı tanıdı. Spontan deneyimler zaten artık benim normalim olmuştu.

 

Hayatında sürekli bir acı ve sabır temasının olduğunu görüyorum. Gençliğinin baharı olarak tanımlanacak yaşlarında hiç mi zevkler almadın? Hayata nasıl tutundun? Bu acılar sana ne öğretti?

Akciğer rahatsızlığımın ardından 5 yıl kadar hiç geçmeyen kramplarla yaşamaya da alışmam gerekti. 7 kez daha ameliyat olmam gerekti vücudumun farklı yerlerinden. Geceleri defalarca kez uykudan uyandıran, gündüzleri bazen 20 dakikada bir alarm veren kasılmalarım olurdu. Artık düşünce şeklim değişmişti. Çünkü işkenceye o kadar çok maruz kalmıştım ki bu duruma hissizleşmeye başlamıştım.

Hastalık bana kalırsa değiştirilmiş bir bilinç hâlidir. Çünkü vücudun belli noktalardan enerjiyi çalarak savaşmak zorunda. Zihnin enerjisi çekildikçe daha az çalışıyor ve aslında bu da kişinin daha kolay transa girebilmesini sağlıyor. Derinleşmeye başlıyorsun. Bu benim gözümde mükemmel bir ol’uş! Hayatın mükemmel olabilmesi için daima her istediğinin olması gerekmiyor ki. Mutlu olmak için gülücükler saçmaya ya da unicornların var olmasına da mecbur değiliz. Aşkınlık durumunun kendisi zaten güzel olandır. Benim yaşadığım; hastalığı aşmak, hastalığı aşkın hâle getirmekti aslında. İnsanın nefsini zorlayan hemen her konu insanı derinleştiren şeylerdir. Nefsinden çıktıkça özgürleşirsin. Konfor alanının tam dış çemberinde insanı bekleyen bir tekâmül noktası olabilir. Bilemeyiz. Ben bir dergâhta bir şeyh ile nefis terbiyesi almış biri değilim. Ama hayat bir şekilde beni nefis terbiyesinden geçirdi.

Günümüz insanı sonsuz mutluluk istiyor. Sürekli “iyi” olma hâlinden bahsediyor. “Biz artık eğlenerek eriyoruz. Senin gibi çile çekerek erme mevzuları bitti.” gibi bana kızan veya eleştiren insanlar oluyor zamanla. Eğlenmek nedir peki? Bu bir nefsi hazdır. Şamanik ilaçların tadı kötüdür, serttir, acıdır vs. Hiçbiri insanın nefsini okşayacak formda değillerdir. Bu, insana kendi içerisinde saklamaya çalıştığı acılığı gösterir. Bu acılığı inziva deneyimlerinde yaşayabil ki sonrasında günlük yaşamında olmasın. Zihin onu öğrensin ve kabul etsin. İnzivalardaki amacımız bir nevi bu.

 

Sana iyi gelen, uğraştığın hobilerin var mıydı? Bildiğim kadarıyla farklı enstrümanlar çalabiliyorsun. Ancak bunun ötesinde hobisel alanda renkli bir geçmişin var gibi.

Vücudumda yoğun kramplar yaşadığım dönemlerde zihnimi kaya tırmanışı ve dağcılık ile oyalıyordum. Ekstrem sporlar beni hayata bağlayan bir unsur olmuştu. Tehlikeli eylemlerde bulunmak bana bir özgürlük alanı sağlıyordu. Genellikle an’ı yaşadığın, her ne olursa olsun kabul durumuna geçtiğin bir alanda oluyorsun ekstrem sporları yaptığın zaman. Vücudunun hareketini takip edip akışı yaşadığında hata yapmıyorsun. İçgüdülerine bağlanarak yaşıyorsun. Ne zaman zihin devreye girerse o zaman hatalar yapmaya başlıyorsun.

Hayatımdaki ilk hobilerim ise (daha okumaya öğrenmeden önce başladığım antik uygarlıkları incelemek harici) şiir ve müzik oldu. Şiir bana göre duygusal katmandan az sözle, yani zihni az kullanarak kitaplara sığmayacak kadar şeyi aktarmanın bir yoluydu. Özellikle ortaokul ve lise çağlarında dürüstçe söylemek gerekirse beni zorlayan yoğunluktaki enerji değişimlerim ve akışlar beni bu yola sokmuştu. Bir nevi şiir yazmak beni rahatlatıyordu. Zannedersem bine yakın şiir yazmışlığım vardır. Çoğu yazdığım yerde bırakıldı, kayboldu veya yakıldı. Elime geçen birkaçını çok uzun yıllar sonra antoloji.com sitesine eklemişim. Unutmuştum, katılımcılardan bir tanesi hatırlatmıştı. Şiirler bir nevi hayatın tamamının bir esinlenme olabileceğini bana öğreten şeylerdi o dönem. İçine girdiğimiz her durumun, her karşılaşmanın, her anın ne kadar özel ve değerli olduğunu öğrettiler.

Müzik ise sözlerin de ötesinde bir akış hâlini öğreten öğretmenim oldu hep. Bir grupta seslerin içinde eriyerek, ben diye bildiğin benden geçme deneyimi oldu genelde benim için müzik. Aynı zamanda uzun süren hazırlanışların konserlerde akış hâlinde sunulması tutumunu öğretti. Tabii ki her enstrümanın da kendi hikâyesi var ancak burada onlara girmeyeceğim.

 

Hayatındaki şamanik yolculuk nasıl başladı?

Bir ara artık çok bunalmıştım hastalıktan ve yaşattığı ızdıraplardan. Şifa arayışlarım devam ediyordu ancak bilmeme rağmen kaçtığım bir alan vardı: Güney Amerika bitkileri. Lisedeyken benim lakabım “Ağyağvaska Emre” idi. Bir gün 8 saat boyunca kilitlenmiştim ve ağzımda yalnızca “ağyağvaska” kelimesi çıkıyordu. Tabi o dönemde bunu anlamlandıramamıştım. Meğerse o “ayahuasca” imiş. Bu süreçte onları araştırmaya başladım ve aslında Şamanik yolculuk biraz da burada başladı.

Önümde iki seçenek vardı: Ya dayanamayıp intihar edecektim ya da Çin’e veya Güney Amerika’ya gidecektim. Tam bu ayrımdayken Almanya’da inziva yapan Kolombiyalı bir taita (şaman) olan David ile tanıştım. Hiçbir şeyi sorgulamadan ve detaylarını bilmeden kendimi akışa teslim ettim. İnzivamızın ardından yalnız kaldığım ilk gecemde yıllar sonra kesintisiz 12 saat uyuduğumu fark edince çok şaşırdım. Dedim ki “Ben erdim!” (gülüyor). Hayat bu muydu, yaşamak böyle bir şey miydi diye sordum kendime. Devamında bir bilim insanı olarak şamanik bitkilerin içeriğini araştırmaya başladım ve kimyasal ilaçlarımı kullanmayı bırakarak kendime gözlemci oldum.

 

Sonrasında seni nasıl bir süreç karşıladı? Kadim öğretileri ve kadim bakış açılarının detaylarını nasıl keşfettin? Hala David ile görüşür müsünüz?

David hâlen bir dosttur. Farklı bir adam, ilginç bakış açıları var. Aynı zamanda da bir Katolik. Onun hem öğrencisi hem de yardımcısı oldum. Birlikte pek çok badireler atlatmışızdır. Biz yıllarca beraber yaşadık ve ne o İngilizce biliyordu ne de ben İspanyolca. Yalnızca hâl diliyle iki insanın birbirini nasıl anlayabileceğini o zaman anladım. Sessizliğin içindeki sesi bulmanın, akışta hareket edebilmenin, sözlere ve hatta el hareketlerine de gerek kalmadan nasıl bir hayat yaşanır bunu anladım. “İlahiyat (the divine), kelimelerin ötesindedir.” der Buddha. Tasavvufta da benzer yaklaşımlar var baktığımızda, ya da Zen’de de var, Afrika’daki kabilelerde de var, Güney Amerika şamanlarında da var. Bu ortak geçmişler ve hikâyeler de aslında beni kadim öğretilere götürdü. 

 

Bilim, aslında senin bu kadim denilen ezoterik ve okült alanı da keşfedebilmen için bir aracı olmuş diyebilir miyiz? Buradaki gerçekliği yok saymadığını görmek çok kıymetli.

Buradaki kesişimsellikler önemliydi. Özellikle son yıllarda AI (yapay zekâ) çalışmalarında bulunmak bana, insana ve insanın kimliklerine dair çok fazla şey öğretti. Açılımlar getirdi. Bildiğim konuları daha iyi kavramaya başladım. Zihin, bir konuyu anlamak için kategorize ediyor ve ayrıştırıyor. Bu ayrışma da iletişimlerini koparıyor ancak her şeyin “bir” olduğu kavrayışı ile gittiğimizde bu ayrışan konular yeniden birbirleriyle iletişim kurabiliyorlar.

 

Emre, 15 yıllık yurt dışı macerandan sonra Türkiye’ye dönüş kararın nasıl oldu peki? Dönmenin ardındaki motivasyonun neydi?

 2019 yılında Türkiye’de bir inziva düzenlemiştik aslında. Bu da benim tasavvuf ile tanışmama vesile olmuştu. Öncesinde daha kapalı olduğum bir konuydu. 2020’ye girdiğimiz yıl İtalya’da inzivadaydım. Covid-19 pandemisi İtalya’da yaygınlaşınca oradan ayrılmam gerekti. İstanbul’a döndükten sonraki gün de zaten şehri kapatmışlardı. Program takvimim doluydu ancak pandeminin tüm takvimleri alt üst etmesi sebebiyle son durağım Türkiye oldu. Bir süre farklı dostlar evlerini açtı ve onlarda kaldım. “Bir de burada deneyelim bakalım.” dedim. Bunun vakti gelmişti belki de.

 

The One: New Evolution’u kurmaya nasıl karar verdin peki? Bu topluluğun oluşmasındaki niyetler nelerdi? Amacı nedir bu vizyonun?

İlk adı “Kavrayış Yolu” idi. Sindirmek kelimesi öne çıkıyordu. Sonrasında bir birliğe doğru  yol alan bir topluluk olduğumuzu fark ettim. Adı “The One” şeklinde değişti. Birlik olma yolunda ilerleyen bir topluluk The One. Benim gibi bir sürü uygulayıcının bir arada çalıştığı, belki de kendi aralarında belli bir sistem oturtarak bir bütünlük yaratmak isteyen bir vizyonu var. Zihnin daha az çalıştığı, bilincin biraz daha açık olduğu, insanı farkındalığa doğru götüren bir yolculuk yaratmayı amaçlıyor.

Özellikle boomer time’dan sonra, 1970’lerden sonra tüm dünyada topluluklarca yapılan şeyler bir şekilde gruplara doğru dönmeye başladı. Tek başınalık ortaya çıktı. Birlikte çalışma kavramı unutuldu. Ama sorsak herkes birlikten bahsediyor. Grupları yan yana koysak acaba birlikte çalışabilmeleri mümkün mü bugün? Bizim amacımız işte bu bir arada çalışabilme hâlini eskiye giderek yeniden sağlamak.

Şamanlar, baktığımızda tek başlarına takılırlar. Ancak takılmaları tektir. Bir araya geldiklerinde organizasyon oluşturmasını bilirler. Çünkü akışta olmayı bilirler. Nefs, araya girmedikçe organize olunabilir. “Ben senden üstünüm, senin şu özelliğin iyi bu özelliğin kötü, sen şusun ben ise buyum.” gibi ifadeler söylenmeye başladığında organizasyon zarar görüyor. Hem katılımcılar arasında hem de uygulayıcılar arasında bir birlik oluşturmayı arzu ediyor The One.

 

İnsanın kendini keşfetme ve hayatı anlama yolculuğunda holistik (bütüncül) bir yaklaşım sunmak istiyor diye anlıyorum The One: New Evolution, doğru mudur?

Evet, kesinlikle. İnzivalar da zamanla insanın konfor alanı hâline gelebiliyor. Bugün tek bir uygulayıcının da etki alanı ile bilgi ve becerileri bir yere kadar sürerlilik gösteriyor. Düşünsenize, tek bir uygulayıcıdan ziyade 7-8 farklı uygulayıcı olduğunda insanın kendisi ile yüzleşmesi de daha kolay oluyor aslında. Bir yerde şamanik ilaç varken öbür yerde nefes eğitimleri var, başka bir yerde ses banyosu var, diğer yerde kristaller ile enerji çalışmaları vb. gibi çeşitli kadim uygulamaları bir araya getirmekten bahsediyoruz. Böylelikle insanın savunmalarını kıracak daha fazla alan yaratıyoruz.

Ben bu bütünsel yaklaşıma destek sunacak tüm uygulayıcıları hâlen bekliyorum. Birçok alfadan oluşan bir birlik gibi düşünebiliriz The One’ı. Meselenin özü kendi alfalığının, kendi değiştirilmiş bilinç hâlinin farkında olan insanların bir araya gelmesi. Benim belki buradaki rolüm hem uygulayıcılara hem de katılımcılara ihtiyaçlarına yönelik destek olabilmem. Amacım başa geçmek ve başı çekmek gibi bir niyetten beslenmiyor. Yeri geldiğinde “hoca” olan, yeri geldiğinde katılımcılara peçete dağıtmasını bilecek insanlarla ile bir arada olmayı istiyoruz. Hem alfa olmak hem de mütevazı olmak mümkün. Bence bu da yeni bir evrim demek.

 

Ben de sizlerin düzenlemiş olduğu bir şaman inzivası organizasyonunu deneyimlemiş bir katılımcıyım. Kesinlikle bir ahenk ve büyü vardı o deneyimde. Bunu nasıl yorumluyorsun?

Uygulayıcılar arasında oluşturulan birlik kadar katılımcılar arasında bir birlik oluşturmak bence çok mühim. Daha az yargılanacaklarını hissetmeleri sebebiyle kendilerini daha rahat ifade ediyorlar. Böylelikle katılımcıların deneyimleri de birleşmeye başlıyor. Çünkü daha özgür ve daha rahat iletişim kurabiliyor insanlar. Kendileri olmaya daha çok izin veriyorlar topluluk içerisinde. Bu da entegrasyon seanslarını daha verimli kılıyor aslında.

Türkiye’de veya dünyada farklı inzivalar düzenleniyor. Ancak “toplaşma” bir inziva yapmak ile “topluluk” bilinciyle bir inziva yapmak arasında bence çok net bir fark var. Toplanıp birkaç gün vakit geçirdikten sonra herkesin kendi hayatına geri döndüğü bir akış bence biraz eksik. Türkiye gibi yargıç toplumlarda insanın kendi iç dünyasını açması daha zor. Bireysel alanlarını korumak istiyor insanlar. Aslında koruduğu şey kendisi değil, nefsi. İnsanın nefsi için sonsuz sınırsız her ne yaparsa yapsın koşulsuz sevileceğini bilmek cehennem gibi bir şeydir.

 

The One: New Evolution’ın önümüzdeki süreçte gerçekleştirmeyi düşündüğü somut planlar nasıl peki?

Niyetlerimizden bir tanesi, ilaçların olmadığı bir okul açmak. Şamanik ilaçlar olmadan da derinliklere ulaşmanın mümkün olduğunu göstermek istiyoruz aslında. İlaçlar yalnızca birer kolaylaştırıcı ve hızlandırıcı insanın hayatında.

Bu okulun amacı insanların mevcut zihin hâllerini sorgulamalarını sağlamak ve değişimin nasıl mümkün olduğunu onlara göstermek. Hayatın her anı değiştirilmiş bir bilinç hâlidir. Yani başta kendisine sonra da çevresine gözlemci olabilmeyi başarabilmekten bahsediyorum. Kahvaltı yaptığın an ile, yolda trafikte gittiğin an ve iş yerin bambaşka bilinç hâlleridir aslında. Buradaki ayrımları ve açılımları daha iyi göstermek istiyoruz insanlara.

 

Son bir sorum var sevgili Emre: Ben yaşadığımız dünyada insanın kendi özünden çokça koparıldığını düşünüyorum. Sürekli bir “arayış”tan bahsediyoruz. İnsanlar tam olarak ne arıyor? Sence günümüz insanının en büyük problemi nedir?

Bence problemlerden bir tanesi kolaylaşma. Çünkü her şey kolaylaştığı zaman değersizleşmeye de başlıyor. İnsan, temelde bir yerlerde bir şeyler uğruna çabalamak ve emek vermek istiyor. Kolaylaşma, insanda genel bir değersizlik hissiyatına da sebep oluyor olabilir. Eskiden bir kitaba ulaşmak için kütüphaneye gittiğimiz zamanları hatırlıyorum. Bir öğretiye ulaşmak için performans göstermek kişide değerini arttırmaya başlıyor. Emek vermek, o öğretiye kendini açmaktır bir nevi. Bilgiye şu an nereden erişiyoruz? Instagram. (Gülüyor) #şaman #healing #aydınlanma adı altında bilgilere erişiyoruz. Bilgiye ulaşmak kolaylaştıkça, kavrayışa ulaşmak zorlaşıyor. Biz deneyimden kaçmaya başlıyoruz. Zaten sahipmişiz gibi düşünmeye ve davranmaya başlıyoruz. Kimsenin daha “derin bir kavrayışa” ulaşmak için vakti yok ne yazık ki.

“Ben dünyanın en değerli şeyiyim. Tıpkı diğer her şey gibi.” gibi bir cümleyi söylemesi kolay ama acaba idrak etmesi nasıldır? Bu ifadeyi bir insan anlasa bile hayatına entegre etmedikçe değişimden nasıl bahsedebiliriz ki? Kolaylaştırma bizi özensiz insanlara dönüştürebiliyor. Hayatta özendiğimiz şeyler bizi derinleştirir. Özenerek dişini fırçalamak bile insanı derinleştirebilecek bir pratiktir. Temizlik yaparken bile paspas ile meditatif bir trans yakalayabiliriz. Ancak bu bir kavrayış ve değiştirilmiş bilinç gerektirir. 

 

Daha fazla detaylı bilgi için The One: New Evolution’un internet sitesine ve Instagram adresine buradan ulaşabilirsiniz.

 


Furkan Çankırı’nın diğer yazılarına ulaşmak için tıklayınız.



Paylaşmak Güzeldir:

Furkan Çankırı
Furkan Çankırı
Boğaziçi Üniversitesi'nde Eğitim Bilimci olma sürecinde. Hikâye koleksiyonerliği, psikoloji ve yürüme eylemi ile hemhâl olarak kırılgan gerçekliğinde şaşkınlıkla yol almaktadır. Tutkularından biri Eurovision olan yazarımız, dünya vatandaşlığı hayali gütse de fazlasıyla Çanakkale sevdalısı. Biraz hayatı anlama çabası, biraz beşerî kültür, biraz da ne yaşıyorsa işte. Peki ya anlatmasa? Öylesini hiç sevmedi.