Merhaba, senaryo notlarına tekrar hoş geldiniz. Uzun zamandır bu seride yazmıyordum ve yeniden sahalara dönmek için, bende özel bir anlamı olan bir filmi seçtim. Seven ilk gençliğimden beri üzerimde iz bırakmış ve inançlarımı, dünya görüşümü oldukça etkilemiş bir film.
Seven karakteri ve izleyiciyi korkunç imgelerle karşı karşıya bırakır. Görünenin ötesinde aslında oldukça optimistik bir hikâye sunar. Tema, anlatının tamamlayıcı bir parçası olmakla kalmayıp aynı zamanda ana ve anti karakterlerin inanışlarını da çiziyor. Bu tema bize, insan olmanın en karanlık parçalarıyla aydınlığın da nasıl mümkün olduğunu gösteriyor ve soruşturuyor.
İlk ele alacağımız fikir karakter arkı1 eşittir tema. K.M. Weiland’dan şu alıntıyı geçmek istiyorum: “Karakter arkı sadece hikâye yapısını direkt olarak etkilemekle kalmaz, bazı açılardan, şunu söylemeye vardırabiliriz ki karakter arkı eşittir tema”. Seven’da etik düşünce, inanç ve bilgelik üzerine pek çok çerçeve yer alsa da temelde bir ana tema var. 1 Kasım 1994 tarihli ilk Seven taslağının girişi Ernest Hemingway’den bir alıntıyla başlar. “Dünya güzel bir yer ve bu uğruna savaşmaya değer. Ben ikinci kısma katılıyorum.” Bu giriş temayı tamı tamına özetliyor: Dünya kesinlikle güzel bir yer değil ve kötü hikayeler, vahşet ve korkunç insanlarla dolu. Yine de güzel şeyler de var bu dünyada. İşte tam da bu yüzden uğruna savaşmaya değer. Benim deyimimle hala mutluluk, huzur ve güzellik istemek ayıp değil.
Böylelikle temaya dair bir ilk fikir edindik. Şimdi karakter arkı ile olan ilişkisini soruşturalım. Ana karakterin inançlarına ışık tutarak başlayalım. Somerset, oldukça alaycı biri hâline gelmiştir. Her gün gördükleri onda tek bir şey uyandırmaktadır: Kayıtsızlık. Bu dünyayla daha fazla başa çıkamayacağını düşünür. Nedeni mi? Her zaman, bu gerçek hayatta da böyledir, karakterin inançlarını şekillendiren tecrübeleri olur. Buna karakterin yarası2 diyeceğiz. Karakterin geçmişten gelen bir yarası onu her seferinde avlamaktadır. Angela Ackerman Becca Puglisi’den şu alıntıyı geçelim: “Yaralar, genellikle içlerinde karakterin kendi hakkında inandığı gerçek olmayan bir şeyin gömülü olduğu bazı sırlar taşır. Bu yalanın içerisinde gömülü olan utanç ve kendi kendini suçlama, canını yeniden yakacak olan davranıştan kaçınmaktan, alıkoyan bir korku üretir.” Somerset’in pesimistik dünyasını besleyen güçlü bir yarası var. Filmin sonlarına doğru Tracy, Mills’in eşi, Somerset’e buluşma teklifinde bulunur. Oturduklarında şehre olan nefretlerini ve Tracy’nin çiçeği burnunda hamileliğini konuşurlar. Bu sahne Somerset’in geçmişinden bildiğimiz tek parçayı açığa çıkarır:
Bu, karakterin yarasına ilk kez tanık oluşumuz. Ardından onu vuran kısmı duyuyoruz.
Sahnenin devamında bu yaranın içindeki çelişkiden bir de kesit yakalıyoruz.
Bu repliklerdeki içsel çelişki bize Somerset’in nasıl kendiyle ve temayla mücadele ettiğini veriyor. İçindeki yara inançlarını bizim gözümüzde net olarak temellendirse de içsel dünyasının bulanıklığını ele veriyor, kendine yalan söylemektedir. Bütün bu kurulu düşünce dünyası üzerinden Somerset bir yolculuğa çıkıyor: Değişeceği bir yolculuğa.
Bu noktada film klişe ama işe yarayan bir yönteme yaslanıyor: İyi polis kötü polis. Somerset neredeyse katlanamadığı biriyle ortak olmak zorunda kalıyor. Üstelik bu antipati durumu ortağının davranışları ve toyluğundan da ibaret değil. Onun değerlerine de katlanamıyor. Aralarındaki çekişme tema etrafında şekillenen bir tartışmayı da ekrana taşıyor. Somerset ve Mills farklı dünya görüşlerine sahip. Onca yıl adalet uğruna çalıştıktan sonra Somerset, ayrılıp uzaklara gitmek istemiş; Mills ise tam tersini yapıp oraya gelmek için çabalamıştır. Mills’in varlığı ve davranışları Somerset’e bu meslekte bulduğu değerleri hatırlatır. İkinci perdenin sonunda Mills bunu iyiden iyiye ifşa eder:
Bunlar Somerset’i ıskalamaz. İnançları sarsılır ve odasındaki metronomu, kayıtsızlığını sembolize eder, duvara fırlatır. Nihayetinde Somerset’in düşünceleri Mills’inkilere oldukça uzaktır. Aynı spektrum üzerinden anti kahramanın düşüncelerine de çok yakındır. Anti kahramanımız John Doe’da tıpkı Somerset gibi toplumdan iğrenmektedir. Toplumdan ve onun alışılageldik kayıtsızlığından. Ana kahramanın kendinin uçuk bir örneğiyle karşı karşıya kalması onu değerlerini yeniden tartmaya iten bir duruma sokmuştur. Üçüncü perdeye gelirken geriye tek bir şey kalmıştır: Son çarpışma.
Seven şüphe dolu bir zirveye3 sahip. Mills ve Somerset hiçliğin içerisinde yol alırken, onlar dahi, John Doe’nun bu durumdan ne elde edeceğini merak ediyordur. Bu merak bana göre sinema tarihindeki en çarpıcı repliklerden biriyle devam eder:
Bu senaryonun aslında 7 farklı sonu olsa da Mills’in John Doe’yu öldürmesi Somerset’in arkının tamamlanması için eşsizdir. Zirveden sonra, Amiri Somerset’e nereye gideceğini sorduğunda Somerset şöyle yanıtlar:
Bütün olanlardan sonra yaşananlar yüzünden değil, yaşananlar sayesinde Somerset fikrini değiştirmiştir. Optimistik biri olacağı yok elbette ama artık kayıtsız kalan biri de değildir. Tema bununla birlikte nihayete ermiştir. Somerset bunu ilan eder:
Seven’ı soruşturmak, tema hakkında okkalı bir fikre sahip olmanın hikâyenizi nasıl aydınlatacağının başucu kaynağı. Bir dahaki sefere böyle bir film izlediğinizde bir adım geri atın ve filmin değerlerini görmeye çalışın. Sanatla kalın.
Dipnot:
1: Bir edebiyat, tiyatro veya sinema eserinde bir karakterin öykü içindeki gelişimini/değişimini (iç yolculuğunu) ifade eden İngilizce tamlama.
2: Character ghost yahut wound olarak geçen sinema tabiri. (Çevirisi bana ait.)
3: Bir sinema veya edebi yapıtın hikâyesindeki olayların zirve noktasını temsil eden eden senaryo tabiri, İngilizce climax.