Öğlene doğru bir saatte, günün ortalarında bir yerde bir an durun ve o anda yaptığınız şeyi ne için yaptığınızı, o anda bulunduğunuz ortamda ne için bulunduğunuzu kendinize sorun. Bu sorulara birçok küçük neden-sonuç ilişkisine bağlı cevaplar vereceksiniz elbette. Örneğin, x fakültesini bitirmek için şu an üniversitede bu derslikteyim ama bu yan cevaplar da esas gerçeği yani sanayileşmiş bir toplumda yaşayan insanın eylemlerinin nedenini açıklamıyor. Oysa bana göre insan her şeyi oyalanmak için yapıyor.
Başta her şey basitti. Bazıları “İnsan doğanın bir semptomudur.” derler. Bu söz doğa ile göbekten bağlı olduğumuzu anlatıyor olmalı. Yani eskiden toplumlarımız bu kadar karmaşık ve kalabalık değilken insan eylemlerini hayatta kalmak için yapıyordu. Örneğin, avcı toplayıcılar doğadaki diğer tüm hayvanlar gibi gün içinde harcadıkları kaloriyi elde edebilmek için tüm gün boyunca besin peşinde koşuyorlardı. Eylemlerinin bir anlamı vardı. Bu anlam insanı çepeçevre sarmış, hayatta kalma güdüsünden köken alıyordu. O dönemin insanları da mitler uyduruyor, belli inançlara inanıyor ve aynı bizler gibi belli ritüelleri gerçekleştiriyordu. Yani insan olmanın gerekliliklerini onlar da bizim kadar yerine getiriyor olsa da ana eylemleri hayatta kalmak üzerine şekilleniyordu.
Toplumumuzda çoğu şey bizler için yapılıyor. Hem de öyle basit şeyler de değil, bizi oyalayacak şeyleri bile. Bazen bizim için makineler bile asıl ihtiyaçlarımıza yönelik olmayan, karın doyurmayan ürünleri üretebiliyor. Zaten modern toplumumuz bizlere her zaman yeni ihtiyaçlar oluşturmuyor mu? Örneğin, şık kıyafetler bizim için bir ihtiyaç hâlindeler. Peki bu oyalantı düşünceleri nasıl başladı? Bir gün günün öğlen vaktinde bir dersin ortasındayken neden burada olduğumu sorgulamamla başladı oyalanmanın insan için önemini anlamak. Birçok insan, örneğin bir üniversite bölümüne o bölüme ilgi duyduğu için girdiğini söyleyebilir ama örneğin ben ilgi duyduğum bir bölümde okumama rağmen derslerin yüzde kaçını saf bir merak ve heyecanla dinliyordum acaba? Ama bu eylemi devam ettiriyordum. “Peki bu eylemi insanın devam ettirme nedeni neydi?” diye sorduğumuzda birçok farklı cevapla karşılaşabiliriz. Örneğin para, toplumda saygın bir yere ulaşma veyahut daha pembe cevaplardan; mesela topluma yararlı olabilmek. Ama bu cevapların hepsi de geleceğe yönelik cevaplardı. Peki şu anda bu eylemi neden yapıyorduk? Hem de binlerce başka eylem yapabilecekken, milyonlarca başka ortamda bulunabilecekken? Spesifik olarak neden o eylemleri seçiyorduk? Daha derinlerde bir arzu olmalıydı. Bizi itekleyen bir duygu olmalıydı. Mesela haz gibi ya da nefret gibi. Aması ya da fakatı olmayan büyük bir itici güç olmalıydı karnı tok modern insanların eylemlerinin arkasında. İşte bu oyalanma isteğiydi. Daha net açıklayabilmek için örneğin bir ev kedisi maması, temizliği ve diğer tüm ihtiyaçları karşılanan bir kedi. Tüm gün kendini oyalamak için bir şeyler yapıyordu. İşte bu modern ve gelişmiş toplumlardaki insana benziyor bence. Oysa insan ilk başta bir sokak kedisi gibiydi. Bir eklem bacaklıyı izlemesinin ve avlamasının nedeni karnını doyurmaktı. Ev kedisi ise anca kendini eğlendirmek için bir haşereyi oradan oraya takip ediyordu.
Teknoloji ihtiyaçlarımızı karşılamaya devam ettikçe oyalanma ihtiyacımız artmaya devam edecek ve bizler kendimize güvenli oyalanma limanları oluşturacağız. Bunu sadece birey değil toplumsal kurumlar da oluşturacak ve oluşturuyor. Bazen oldukça verimsiz planlanmış ders programları içinde buluyorum kendimi. Toplumda böyle verimsiz çok sistem yok mu sizce de? Hiçbirimiz o eski insanlar gibi değiliz. Yani tüm dünyası üç kilometre çapından ibaret olan eski tarım toplumları gibi değiliz. Bizler sabah erken kalkmalı, aynı atalarımız gibi, süslü kahve makinalarına kapsüllerimizi koymalı ve süslü arabalarımızla, paralı, petrol rengi pürüzsüz otoyollarımızdan onlarca kilometre öteye dağılmalıyız. Öte yandan bu karmaşık toplumda kendimizi oyalayacak bir şeyler bulmalıyız.
Oyalanmanın kötü bir şey olduğunu iddia etmiyorum. “Hayır, bizler hiç oyalanmamalı, ilk milyonunu yirmi dördünde kazanmak için her gün altı buçukta kalkmalıyız.” demiyorum. Zaten bunu desem bile, bu cümle insanın oyalanmak için ürettiği birçok ögeyle dolu olur. Ben sadece bizi iteleyen bir durumu ve hatta belki de bir ihtiyacımız olan oyalanmaya işaret etmeye çalışıyorum. Hatta bu yazının kendisi bile bu ihtiyacın karşılanmasına yönelik bir davranış biçimi belki de.