Konuk Yazar: Oytun Efe Kuru
Rainer Maria Rilke ve William Blake için
Dilsiz bir dilenci, açar gözlerini ve şükre varır sözleri, kör olmamak için,
Hiç kimse yoktur oysaki suratında o dilencinin,
Yok olmuştur göz bebekleri.
Ama hâlâ görür güvercinleri anlık bir sızı gibi.
Savrulur sokaklarda çürümüş ölü yapraklar gibi,
Aniden ardına döner bakar,
Bir anda göze görünüp yok olan bir meleği görmek ister gibi.
İşte o an,
“Her melek korkunçtur!” demişti dilsiz dilenci,
Bir ve çok olan ‘sınır’ yüzleriyle,
Vahşi yahut evcil bir kadının kızıl gerdanında
Uykuya daldı bir gün, sonra öldü ve rahmine düştü.
Gördü hayat ağacı ile bilgi ağacının iç içe geçtiği okyanusun derinliğini,
Kendinden ve her şeyden şüphe etti,
Ama asla yok olmadı kalbinin kabuğundaki tazecik cenini,
“Nereye giderim? Nereye giderim?” diye inledi,
“Ancak anne karnındadır cehenneme açılan kapı,
Sırat köprüsünden geçer ve arafa düşerim.” dedi.
Geçti köprüden sicimde sallanan hacıyatmaz bir hokkabaz gibi,
Gördü kendi aksi sedasını, evcil kara nurların gölgelerinde
Terk etti bedeni ruhunu,
“Geri gelmez olsun!” diye haykırdı anne sevgisi.
Dehlizlerden ve esrarlı boyutlardan geçti,
Esnedi bedeni, dürüldü ve süzüldü sâri,
Bir anda buldu kendisini sıvı bir kaplan gülümsemesine düşmüş yıldırımda,
Artık bir orman ruhuydu, kimsesizler gömütlüğünün yitik avlusunda,
Sıvı kaplanın gümüşi menisinden döllendi toprağa
Ve yeşerdi, cenin oldu insan-kaplan formunda.
Büyüdü, beslendi dilsiz dilenci, ölülerin ruhuyla
Kendi mezarını kazdı, bir beşik yaptı uyumak için kuru toprakta
Bir gün azizlerden bir ziyaretçi geldi terk edilmiş mezarına
Gördü kimsesiz yavru dilenciyi beşiğinde uyurken kabir azabında,
Dokundu saçlarına ve gözlerini açtı dilenci.
“Biriciksin ve ölümsüzsün.” dedi ziyaretçi.
Dilenci bunu duyduğunda örümcekleşti.
Ve ellerine aldı ziyaretçi o örümceği,
Yuttu onu ve kalbine indi ziyaretçinin örümcek-dilenci
Bir ağ dokudu orada, bir kelebek ağıydı artık ziyaretçinin kalbindeki cenini,
Kusursuzdu artık ziyaretçi,
Ölümsüzdü kelebek ya da örümcek cenini yufka yüreğindeki,
Hâl buyken anlamak istedi kendi içsel mükemmelliğini:
Gitti bir uçurumun ufuk çizgisine doğru usul usul,
Baktı semaya ve aynalaştı onun engin mavisi,
Gülümsedi göğe doğru ve gördü gün ışığında tanrının gülümsemesini,
Tebessüm etti, iç çekti ve:
“Hiçtir kelebek, hiçtir örümcek, sonsuz bir ağsın sen, kalp kasımı okşayan.” dedi.
Neden sonra uçurumdan kendini aşağı attı ani,
Yere düştü, kanlar boşaldı ve ölürken merhametli ziyaretçi,
Ağzından bir kelebek, bir örümcek sıçradı:
Hemencecik oraya bir güvercin kondu sanki,
Yedi delice örümceği ve kelebeği,
Sonra uçup gitti işte etçil güvercin, geriye kalan ise
Gökyüzünde ilinmez bir sonsuzluk oldu.