Bazen bazı olaylar karşısında ne diyeceğinizi bilemediğiniz olur mu? İçinizin hislerle dolup taştığı ama bir taraftan da konuşmaya muktedir olamadığınız anlar. Belki de konuşmanın anlamını yitirdiği ve sadece hislerinizle baş başa kalmak istediğiniz zamanlar. Ölüm benim için bunlardan biri ve geçtiğimiz ay bir arkadaşımı kaybettim. İsmi Haydar’dı. Henüz 24 yaşındaydı.
İlkin bir kavram olarak ölüm kendisinden çok uzakta yaşadığım ve aklıma gelmeyen bir şey değildir. Ara ara oturur üzerine düşünürüm. Ama sevdiklerimden hiçbirine dokunduramam onu. Biraz atalet bilincim yüksek sanırım. Çevremde yaşayan herkesin yaşamaya devam etmesi fikri ile başlıyorum her güne. O yüzden ilkin inanamıyor insan, onun başkası olduğunu varsaymak istiyor. Ama hayat bize öylesini sunmuyor ve iki yüzlü acem kılıcı olan ölümü iki tarafa da yaşattırıyor. Yani birkaç ay önce de dediğim gibi ölüm gerçektir. (El-mevtü hakkun)
Gelelim benim hikâyeme. Haydar’la tanışmamız orta sona dayanıyor. İkimizin de hayatında politikadan başka pek bir şeyin olmadığı zamanlar. Ülkenin nasıl düze çıkacağı, memleketi kurtarmak için neler yapılması gerektiği ile ilgili tartışırdık sürekli. Benzer pencerelerden bakardık hayata. Ne zaman önemli bir olay olsa sabah daha dersler başlamadan öğretmen sandalyesine otururdum ve o da yanıma gelirdi uzun uzun tartışırdık. O her zaman benden daha iyimserdi gelecekle ilgili. Bir şeylerin hem de büyük şeylerin değişebileceğine dair inançları vardı. Ne yazık ki ben haklı çıktım ve gelecek bize beklediğimiz neredeyse hiçbir şeyi vermedi. Ama biz yine de kendimize ait olanla kalmayı başardık.
O yıllarda bile Haydar’ın duygusal dalgalanmalarını hiç hatırlamıyorum. Ben daha coşkun duygular yaşayan biriyimdir. Bir gün içim enerjiyle doluyken hemen ertesi gün ağzımı açacak mecalim olmaz. Böyle günlerde beni bulur, gülümseyerek gözlüğünün üstünden bana bakar: “Deli misin oğlum?” diye cümleye başlardı. Ortaya bir tartışma konusu atardı ki saatlerin nasıl geçtiğini anlamazdım. Stabilliği içerisinde hayat dolu bir insandı kendisi.
Sigara içmezdi hiç, gülümseyerek kalbini gösterirdi. Ama ortaokulda da lisede de sigaraya çıktığımızda bizimle gelirdi. Ortaokulda dışarıya çıkınca arkadaki kahveden karadut içerdik. Ne garip ne güzel bir çaydı o. Hâlâ tadı damağımda. Babasının dükkânı vardı dershanenin az ilerisinde. Hayatımdaki ilk oraleti de orada Haydarla içtim. Ama tabii ilk olduğunu belli etmemiştim. Ara sıra elime çakmak tutuştururdu dükkândan. “Al oğlum al genç adamsın.” der gülerdi. Lisedeki her öğrencinin çakmağı gibi birilerinin ellerinde yitip giderdi onlar ama o anki konuşma esnasında umursamazdı insan.
Babasını da çok severdim, Halil amca. Hem her birimiz için arkadaşımız gibi bir insandı hem de aynı davaya inandığımız bir büyüğümüzdü. Babam siyasi tercihlerimle pek mutlu olmadığından siyasi temelli etkinliklere hep onun babası bırakırdı bizi.
Nihal Bey’i çok severdik ikimiz de. Hayranlık uyandırırdı onun kalemi bizde. Ben dinî görüşlerine sinirlenirdim. Hele Ruh Adam’ın sonundaki yargılama merasimi… “Hayır canım mistik bir akış sunmuş bütün dinlerle.” derdi her seferinde. Ben lisedeyken bu konuda hiç aynı düşünemedik ama şu an katılıyorum sana Haydar, Ruh Adam çok vurucu bir şekilde bitiyor.
Liseden sonra okullarımız ve şehirlerimiz ayrıldı. Birbirimizi kendi şehirlerimize davet ettik ama hiç görüşemedik. Belki hayat meşgalesi belki de insanın neleri kaybetmekte olduğunun farkına varamaması. İnsan çoğu zaman artık vakit kalmamışken anlıyor değil mi ihmal ettiklerinin değerini? Bu konuda hâlâ içim biraz buruk ve önceliklendirmemiş olmanın pişmanlığını yaşıyorum. Ama bazen de insan böyle pişmanlıklarla büyür ve öğrenir. Eminim öğrenişim onu dövünmemden daha mutlu eder. Çünkü “Deli miyim oğlum?”
Bu sözleri ederken onun da siyasi görüşleri benimkiler gibi değişmiş miydi, sunduğum anlatıdan rahatsız olur muydu bilemiyorum. Ben onu bildiğim, hatırladığım hâliyle sizlere anlatmayı uygun gördüm. Aynı İncil’de dört farklı arkadaşının, kendi bildikleri şekliyle İsa’yı anlatışı gibi. Başka insanların başka tanıklıklarında aykırılıklar bulunabilir ama bu öze zarar vermez. Siz benim anlatımdan hissenize düşeni ve Haydar diye birinin bir zamanlar yaşıyor olduğu fikrini alın. Sözlerimi Atsızla bitireyim:
Vaktiyle bir Atsız varmış derlerse ne hoş!
Anılmakla hangi ruh olmaz ki sarhoş?
Haydi artık dinsin bütün ızdırapların,
Ufuklardan şanlı bir gün doğacak yarın.