Masallar, efsaneler, mitler vb. tüm sözlü gelenek ile günümüze kadar ulaşmış, insanı insana anlatan hikâyeler; kolektif bilincimizin besleyicileridirler. Bu hikâyeler, bilinç dışımızın sonsuz kütüphanesinden bilen tarafımızın ihtiyacına yönelik şekilde indirdikleri ve eşleştirdikleridir. Bu yazıda ise son zamanlarda sıkça konuşulmakta olan ikiz alev konusunu daha iyi anlayabilmek için arketipsel bağlamlar, düalizm ve aynalık kavramı üzerinden ele alacağız.
Arketip teorisi ünlü psikoterapist Carl G. Jung tarafından insan davranışlarını açıklamak için oluşturulmuş ve zamanla geliştirilmiştir. Jung’a göre 12 farklı arketip bağlamsal olarak insanın özünde bulunsa da her insanda bir/birkaç tanesi baskın özellik olarak görülmektedir. Baskın arketip kişinin davranışları ve dürtüleri hakkında bize mesajlar verir. Jung, her kadının içerisinde bir erkek, her erkeğin içerisinde bir kadın olduğundan bahsetmektedir. (“anima-animus” olarak geçmektedir.) Analitik psikoloji ekolüne ait bir anlatı olan bu yaklaşım kolektif bilinç dışına dair psikoloji bilimindeki ilk teorileri oluşturur ve kişisel psişenin ötesinde bir durumun var olduğu fikrini ortaya çıkarır. Dönemin ve insanın ihtiyaçları, belli arketiplerin uyanmasına aracı olmaktadır. Madde dünyasında aciz ve fakir konumda olan insanlık, dürtüleri ve niyetleri ile hayat yolculuğuna devam edebilmek için sürekli bir yaratım hâli içerisindedir. Yaratıcı arketipini en çok besleyen diğer arketip ise âşık arketipidir.
Dünyanın farklı kültürlerinde rast geldiğimiz bir yaratılış hikâyesi vardır. Platon’un Şölen isimli eserinde aktardığına göre insanlar dört kollu, dört bacaklı, iki kafalı, eril ve dişilin bir arada bulunduğu bir varlık formundalarmış. Dengenin ve düalitenin bütünsel olarak vücut bulmuş hâlinde olmalarından mütevellit hiçbir eksiklik hissetmiyorlarmış. Bu mükemmellik hâli nedeniyle tanrılara kafa tutmaya başlayan insanlık, tanrıların öfkesini üzerlerine çekmiş. Öyle kızmış ki tanrılar, insanlığı tamamen helak edip yok etmek yerine, onları cezalandırmak ve süründürmek istemişler. Zeus’un tanrılar meclisinde bu soruna yönelik çözüm yolu, insanı tam ortadan ikiye bölmek olmuş. Böylelikle insanlar eril ve dişil taraflara bölünerek iki kollu ve iki bacaklı yeni formlarına bürünmüşler. O gün bugündür insanlık dengeye kavuşabilmek için diğer yarısını bulma ve yeniden bir bütün olabilmenin arzusuyla yanıp tutuşur olmuş. Aşk ve ruh, eril ve dişil anlatılar üzerine başka bir benzer hikâye daha dinlemek isterseniz Eros ve Psyche’yi araştırmanızı öneririm.
Bir diğer yandan, yaratılış hikâyesinin tasavvuf geleneğindeki yerine bir mercek tutmak gerekirse; Sufiler tekâmül yolculuğunu, bir tamamlanma ve tamama erme yolculuğu olarak görürler. Madde alemindeki aşkı görmek ve anlamak, mana alemindeki aşkı görmek ve anlamak için tasarlanmış bir simülasyondur. (Mevlâna buna simülasyon adını vermiş olsa sanırım çok gülerdim. Kavramların daha anlaşılır olması adına sentezleyerek tanımlanmaya çalışmaktayım.) Aşkın yeryüzünde belirdiği ilk yer, eril ve dişilin deneyimlendiği durumdur. Maddi aşkı deneyimleyerek gönlünü ve zihnini bu sonlu aşkın acısından ve ızdırabından kurtarabilen insan, kalp gözünü yani gönül kapısını açarak ilahi olan aşkı bulma yolculuğuna devam etmektedir. İnsanın vahdet-i vücudu (yaratanın ve yaratılanın yalnız bir olması, birden gelmesi ve bire gitmesi durumu) bulmak için aşk ile yanması ve aşkın yangınıyla temizlenmesi/arınması gerekir.
Jung’a göre “İnsan daireyi kendi özünde kareler.” Hint geleneğindeki Mandala’nın da merkezinde bir daire vardır ve tanrısallığı, ilahi olanı, birliği temsil eder. O merkezi nokta açıldığı zaman ise bir kare olur. Yani dünyevi olanı, insanı sembolize eder. Ruh, dünya deneyiminde kendini 4 element üzerinden gösterir. Mandala’nın sembolize ettiği şey, insanın bu hayattaki amacını önce elementler üzerinden anlamlandırıp ardından saflaşarak yine bir olana dönmesi yolculuğudur.
Bilmek lazımdır ki her insan bir diğer insanın simülasyondaki aracıdır. Yani senaryosundaki figüranıdır. Birbirimizin dairesel döngülerdeki yol arkadaşı, sınavı, öğretmeni, el vereni, destek çıkanı, katkıda bulunanı ve eşlik edeniyiz. Kahramanın hikâye yolculuğunda olduğu gibi; tamamlanmak için önce kaybolmak, sonra da bulmak gerekir. Dünyaya yalnız gelen insan, yine yalnız olarak gidecektir. Bu sebeple sadece kendisi vardır. Ve bu sebeple kendi biricik hikayesine odaklanmasını bilmelidir. Çünkü hayat, insanın kendisinden çıkıp yine kendisine doğru yaptığı yolculuktur. (“Benden bana yaptığım yolculuk” olarak geçmektedir.) İlişkiler ise bu hayat yolculuğun en büyük duraklarıdır. Anne-babamız, yakın çevremizdeki arkadaşlarımız, duygusal partnerliklerimiz bizim hem zorlayanımız hem besleyenimiz hem de dönüştürenimizdir. Çünkü her insanın tekâmülüne ulaşabilmesi için kendisine bir ayna tutulmasına ihtiyacı vardır.
Dertler, devaları ile yaratılmıştır. Bir başka insanda gördüğümüz, anladığımız, idrak ettiğimiz her ne varsa bizde de vardır. Bir duygulanım, bir duygu akışı yaşanıyorsa orada bir aynalama söz konusudur. İnsanın kör noktalarını/gölgelerini gösteren aynalar, insanın karanlık tarafındaki yaratımını ve potansiyelini ortaya koyar. Karanlığı ile yüzleşememiş ve karanlığını anlamlandıramamış bir insan “iyi” olarak atfettiğimiz gerçekliği, hakiki manasıyla yaşayamayandır. Çünkü kötü etiketinin de iyinin içinde var olduğunu, iyi ve kötünün olmadığını; bu kavramların yalnızca bir’in içerisinde nur olduğunu ancak tekâmül yolculuğunda fark edebilecektir.
Dünyadaki her durum için geçerli olduğu gibi, düalite gereği, arketiplerin de aşırıya kaçıldığında çukur yanları vardır. Âşık arketipinin gölge tarafı şehvet, entrika ve aşkın kendisine âşık olmaktır. Sevilmek uğruna öz kimliğini kaybetmektir. Yalnız kalmaktan, istenmemekten ve sevilmemekten dolayı sürekli korku içerisinde olmaktır. Her zaman daha çekici olma baskısıyla yaşamaktır.
Şimdi yukarıdaki tüm temellendirmeleri yaptığımıza göre ikiz alev konusuna odaklanabiliriz. Ezoterik öğretilere göre her insanın bu hayatta bir ruh ailesi vardır. Geçmiş yaşamlarda tanış olduğu ve beraber dünya deneyiminde olmayı seçtiği kişilerdir. Ruh ailesi, yakın çemberdeki eşlik edenlerimizdir. Çevremizdeki insanların ruh ailemizden olduğunu anlamak için birkaç tüyo bırakabilirim:
Her insan kendine yönelik derinleri kazar, yalnız olduğu gibi kendisi olabilirse ruh ailesini bulacağından hiçbir şüphe etmesin. Ruhunuzun titreşim ve liyakat durumu seçilmiş aileniz ile sizleri uygun vakit geldiğinde tanıştıracaktır. Bu aile çok kalabalık da olabilir, çekirdek bir beraberlik de olabilir. Anlamlar nicel değil, niteldir. Ancak yine de frekansınız her ne kadar yüksek aralıkta bulunursa durumunuzun lehinize olacağını söylemek doğru olacaktır. Kendi adıma lise yıllarımda en büyük duam bir an önce ruh ailem ile tanışmaktı. Üniversite döneminde anlamlandırabildiğim ve kim bilir daha nicesi ile de farklı vesileler ile tanışacağım biricik ruh aileme sonsuz sınırsız sevgilerimi yolluyorum.
Ruh eşleri ise hayatınıza eşlik etmek üzere görevlendirilmiş kişilerdir. Günümüzde insanların tekâmül konusuna yönelik farkındalıklarının artmasıyla birlikte, bu konuları daha fazla konuşmaktayız. İnsan daima eksik yanını bulma ve eksiklerini gidererek tamama erme ihtiyacındaymış gibi geliyor bana. Sanki tüm çığlığı da çabası da bunaymış gibi. Hakikate ve yaratana ulaşma çabası da bu yüzden oldukça ulvi bir eylem oluyor gözümde. Hayat, özümüzü fark ettirmek için bize zorluklarla gelebiliyor. Ancak nefes bitmeden yolculuk bitmez, dersler bitmez, sınavlar bitmez. Mademki biz bize aynayız, ilişkiler bizim en büyük tekâmül aracımız, bize bu yolda destek veren herkes de bizim ruh eşimizdir.
Okültizm içerisinde bir anlatıma sahip karmik ilişkiler (karmik partnerler) vardır bir de hayatımızda. Ruhumuzun geçmişten kalan borcunu tamama erdirmek üzere gelip giden kısa yolculardır. Alma-verme dengesini tamamlayıp, öğretmesi gerekeni öğreterek ya da vermemiz gerekeni vererek sonlandırırız süreci.
Ruh ikizi dediğimiz kavram ise ikiz alev dediğimiz şeydir. Ruh eşinden farklı olarak direkt olarak ikizi olarak çıkar insanın karşısına. Kişinin bir diğer yanıdır. Peki ikiz alev deneyimi nasıl yaşanmaktadır? Herkesin ikiz alevi var mıdır? Her insan ikiz alevi ile tanışır mı? İnsanlar ikiz alevleri ile ne zaman tanışırlar?
İkiz alev deneyiminde duygusal, seksüel ve zihinsel bir çekim söz konusudur. Burada kadın/erkek gibi bir ayrımdan ziyade bireylerin eril/dişil yönlerinin ikiz alev sürecini inşa ettiğini unutmamak gerekir. İkiz alevler birlikte geçirdikleri ilk vakitte karşılıklı olarak gelecekte bir şeylerin olacağını bilir. Her ne kadar anlamlandıramasalar da içlerindeki “boşluk” hissinin tamamlanması durumu oluşabilir.
Kişiler eş zamanlı senkron olaylar yaşamaya başlarlar. Fiziksel olarak ayrı da olsalar manevi olarak neler yaşadıklarını bilirler ve hissederler. Aşk olarak tanımlamaya kalkışılan bu süreçte, aşk bir noktada uçup gider. Ve yıllardır kaçılan gölge taraflar bir anda zıbamm diye karşılarına çıkar. Tutkuları ve arzuları, korkulara ve belirsizliklere evrilir. Bu noktada ikiz alevler birbirlerinin özellikle bağlanma endişelerini ve terk edilme belirsizliklerini tetiklemekle görevlidir. Ya kişi bunları dönüştürür ve başta kendisi olmak üzere bütünün hayrına bir noktaya evirir ya da yaşadığı durum ile mücadele edemez ve ikiz aleviyle vedalaşarak bireysel hayatına devam eder. Bu noktada ikiz alev yolculuğu karmik bir ilişki olarak kendisini evrene sunar. Bu bir hata veya yanlış değildir. Olması gerekendir. Ruh, bu dünya deneyiminde ikiz alevi ile bu şekilde bir yolculuk paylaşmayı seçen olmuştur. Alacağı ve öğreneceği bu şekilde kurgulanmıştır. Elbette özgün ve özgür iradenin seçimi ile.
Bu bağlamdaki ilişkilerde kalma çabası yıpratıcı olsa da bilinmelidir ki bu ilişkilenme sürecinde, bir tarafın uyanışı daima daha geç olacaktır. Lakin kimsenin uyanışı aceleye gelmeyecektir ve getirilmemelidir. Eş zamanlı uyanışı ıskalayan ikiz alevlerin birbirlerine olan tahammülü ve sabrı ise süreçlerin belirleyicisi olacaktır. İki taraf da kendisinin bu ilişki için daha çok emek verdiğini zannedebilir ancak hakikatte ikisi de yanlışlar yapan ve uyum mücadelesi veren ruhani talebelerdir. Yeter ki kurban psikolojisine girmesinler, sabır ve samimiyet ile hareket edebilsinler.
Deneyimin ardından kişi hayatına eskisi gibi devam edemeyecek kadar derin kırılmalar yaşar. Salt mantığın usulca devreden çıktığı, duyguların ön plana alındığı, ruhun isteklerine kulak verildiği; sezgisel olarak neyin ne olduğunun ve olmadığının bilindiği bir dönem başlar.
Onca tetiklenmenin sonunda ikiz alevlerin bir arada kalması oldukça zordur. Öz sevgisizlik ve öz saygısızlık yaralarından mütevellit, sabrın da kalmayışı ile genellikle yolculuklarına başka hayatlarla devam etme kararı almaktadırlar. Bunun yorgunluğunu aştıktan sonra, ikiz alevini daima saygı ile andığı ve özlediği ancak yeni hayatında da huzurlu şekilde yol aldığı bir süreç başlar. Ancak hayatlarına beraber devam eden, evlenen veya arkadaş kalan ikiz alev deneyimlerini görmek de mümkündür.
Ruhsal olarak sürekli birlikte astral deneyim yaşarlar. Birbirlerinin ne düşündüklerini anlarlar ve ne hissettiklerini anlarlar. Lakin üçüncü boyutun getirdiği madde koşulları sebebiyle anlaşmakta ve ortak bir hayat inşa etmekte problem yaşarlar. İnanılır ki esas kavuşum yerleri beşinci boyutta gerçekleşecektir. Her ruhun bu dünyada bir ikiz alevi olacak diye kural yoktur. Bu noktada bireyler beklentiye girmemelidir veya yaşadığı her “öğrenim” dolu duygusal deneyimi ikiz alev yolculuğu olarak adlandırmamalıdır. Bu; çok özel, çok ayrı, yoğun bir histir. Yaşayan bilmektedir. Hayatın herhangi bir döneminde yaş fark etmeksizin gelebilir.
İkiz alevini bulmak veya ikiz alev ile bir deneyim yaşamak maharet değildir. Ayrıca ikiz alev yolculuğu “Sen olmazsan ben yaşayamam.” demek de değildir. Bunu diyorsa kişi ikiz alevliğin hakkını verememiştir. “Ha sen, ha ben, hepimiz bir ve bütün!” dedirtebilmek için ikiz alev yolculuğu vardır. Esas kıymetli olan şey insanın aynalık görevi doğrultusunda kendisine düşen tekâmül sürecini en doğru şekilde yaşayabilen olmasıdır. Çünkü ikiz alevin de esas görevi kişiye bir olanı göstermek ve mana alemindeki aşka ulaştırmaktır. Ölmeden önce ölmeyi öğretendir. Yaratıcıyı, tekliği, yaratılanları görmeyi sağlayandır.
Kişinin tekâmülüne ulaşması için ise yaratımı anlamlandırabilmesi, dünya sınavında erdem sahibi olabilmek için çaba sarf etmesi, bütünün hayrına emek göstermesi, kişisel gölge yanları ile yüzleşmesi, hayatta tükettiği kadar üretmesi, hayatta irade geliştiren olması gerekir. Bunların hepsi de seçimlerdir. 2022’de tam yeni yıla girerken, ruh ailemin biricik üyelerinden birinin ellerini tutup gözlerimi kapattığım esnada dilediğim gibi: “Hepimizin seçimlerinin tekâmülümüzden yana olmasını dilerim.”
Eğer paylaştığım içerik/ler dikkatinizi ve merakınızı celbetti ise: Bu yazının ilhamını oluşturan, anlatımına hayran olduğum, dimağımı her anlatısıyla kıymetli şekilde besleyen, sentezlerinden çokça faydalandığım Ayşegül Ilgaz’ı araştırmanızı ve takip etmenizi öneririm. Azra Kohen, Nihan Kaya, Sinan Canan üçlemesinden sonra hayatıma eşlik ettiği için kendisine teşekkür ederim. Bütüne katkısı olsun. Sevgiler.
Furkan Çankırı’nın önerilen diğer yazıları: