Mina’ya ve vatansız, hür tüm kadınlara
“İçinizde kalbinize nakşeylediğiniz bir sevgilinin yüzü yaşıyorsa eğer, dünya hâlâ sizin evinizdir.” -Orhan Pamuk
Nefret ve sevgi, iç içe geçebilir. Evet dünya çürüyeli çok oldu ama bu, bana ait bir hikâye. Bana, babama, çocukluğuma ve de hiç çocuk olamayışıma dair bir hikâye. Hayatın rastlantısal ve acımasız mantığı karşısında korkuya kapılan budalalar gibi yakınmaya niyetim yok elbette. Herkes kendi çocukluğunu şiirsel bir bütünlük içinde hatırlamak ister. Oysa çok az kişi, gerçeğin ve geçmişin iç içe geçemeyeceğini kabul eder.
Yolculuğun meşakkatini belirleyen, zannedildiği gibi uzunluğu yahut yüklenmek zorunda olduğumuz değildir. Yolculuğun esas meşakkati, varma isteğine dair iç muhasebemizdir. Yaklaşık beş saatlik yolculuğu, dönüşle beraber on, kırk dakikalık bir görüş için yapıyorum. Yine de yolculuğun en uzun kısmı bu kırk dakika. Öyle ya, ne anlatacağım ben? Hayatımda biri var, kendim olarak seviyor ve seviliyorum. Bazı kötü hatıraların karabasanları geride kaldı. Allah’ın her günü tepemde dikilen o örtü çözüldü, rüzgârı saçlarımda hissedebiliyorum artık. Bugüne kadar, sırf erkek değilim diye alıkonulduğum her şeyin nefretini bir zafer nişanı gibi suratımda taşıyorum. Bir evim var. Üstelik içerisini kendi zevkime göre aldığım bir koltuk, berjer, yumuşacık ve çeşitli boylarda havlular, sevdiğim renkte halılar ve sadece kendime hesap verdiğim köşeler ile doldurdum. Sevgilimin bana aldığı kalanşo çok su verdiğim için soldu, biraz ona üzüldüm. Biraz da sabahları salatasını yaptığım avokadonun fiyatına dertliyim. Şöyle bir bakınca, ona göre, anlatacak hiçbir şey olmamıştı görüşmeyeli. Henüz yeni bir iş bulmamıştım. Derslerim de her zamanki gibiydi işte, yüksekti. Saatler hatta belki günler sürecek bir kırk dakika ve üzerimizdeki hava, ağırlığında yoğuracaktı bizi.
Hayat diyemeyeceğim, sen içerdeyken çok değişti. Bugünlerde bir televizyon şovu gibi yaşamak, girip çıkan figüranların bir önemi yok kimseye göre. Dağınık bir çocukluğa nazaran çok evcimen oldum bense. Kitaplarım ve eşyalarım ile bir bağım var. Her yerde çekilmiş; üzgün, şaşkın, heyecanlı, endişeli, komik pek çok fotoğrafım var üstelik. Anılarım ve yakın da olsa geçmişe ait eşyalarım var. En çok pirinç birasını seviyorum ve akşamüstleri balkonda kaçamak bir sigara yakıyorum zaman zaman. Adı Emir. Bir yılı yeni yeni devirdik. Ona anlattım seni. Onda çok sevdiğim ve bu hayata erkek olarak gelmişlerde ender rastlanan ürkek bir tedirginlikle, çok mutlu olacağını söyledi; onu da sana anlatmam konusunda. Beraber gittiğimiz bir tatilde sana bir hediye aldık hatta. Bir semazen biblosu. Emir bunun matrak bir hediye olduğunu söyledi çünkü semazeni hiç bu şekilde düşünmeyiz. Bu, dönmeyen bir semazen. Tıpkı seks yapan bir siyasetçi yahut kendi adını koyan bir çocuk gibi, bunun mümkün olmadığını düşünürüz. Hatırlıyor musun, bana bir gün gerçek dünyada yaşamak zorunda kalacağımı söylemiştin. Şimdi ben, kendi gerçeğimden sana bakıyorum. Benim anladığım kadarıyla çoğu insan, kendilerine verilen gerçeğe sarılıyor ve bütün hayatını onunla yaşıyor. Bazı insanlar ise gerçeğe müdahale ediyor. Benim gerçeğim hür, serbest ve vatansız olmam.
Tiz bir fren ile koltuğuma gömüldüm. Geriye doğru savrulunca sanki koltuğun değil de kafamdaki düşüncelerden sıyrılıp gerçeğin kucağına düşmüşüm gibi oldu. Çantamı ve düşüncelerimin sesiyle ağırlaşan başımı kaldırıp indim. Aynı yöne gitmesine rağmen sanki farklı yerlere gidiyormuş gibi kafaları birbirinden öteye çevrili bir kalabalığın arasından içeri girdim. Girişteki dolaplara eşyalarımı bırakıp kilitledikten sonra görüş salonuna geçtim. Burada, sanki başımızın üstündeki hava tabakası ağırlaşıyormuşçasına omuzlarımıza çökmüştü. Düşünceler de eylemler gibi yasaklanmışçasına, belli bir tedirginlik ile beliriyordu zihnimizde. Nefretin ve diğer tüm yüklerin arasından sıyrılıp karşıma geçti. Karşımdaki adam, bir taş kadar canlı idi olsa olsa. Şimdiki zaman, öylesine ağırdı ki, kendinden önceki ve sonraki zamanın da yerini alıyor gibiydi. Sınırsız bir sessizliğin ardından gelen her fısıltının haykırışa dönüşmesi ile baba dedim. Kendi kelimelerine sığınmaktan imtina eden her insan gibi başkalarının kelimelerine sığındım:
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Kapat kapıları
Ölmek daha kolaydır
Sevmekten…