O An Sadece Orada Yaşar 
Ağustos 3, 2022
Dönmeyen Semazen 
Eylül 3, 2022

Ekofeminizm

“Feminismus ist für jeder.”

İnsanın doğa üzerinde hâkimiyet kurma arzusunun yüzyıllar önce başlamasıyla birlikte bu arzunun yansımalarının günümüzdeki örnekleri; orman yangınları, sel felaketleri, aşırı hava olayları gibi tesadüfi olmayan ekolojik değişimlerdir. İçinde bulunduğumuz gezegenin yok oluş evresine her gün daha da yaklaştığı ve doğanın tüm bileşenlerinin ataerkil sistemler ablukası altına alınıp farklı yönlerden saldırıya maruz bırakıldığı günümüzde; dört bir yandan alarm veren doğanın sesine kulak tıkamayanlar, yeşil hareketi ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadeleyi birlikte omuzlayanlardır. 

Teorik ve pratik olarak yeryüzünün sömürülmesi ile cinsiyetçi sömürü arasında paralellikler olduğuna dikkat çeken ekofeminizm hareketi, iklim değişikliği ve ekolojik sorunlara feminizm odaklı yaklaşan bir düşünüş ve davranış şekli olarak tanımlanabilir. Bu noktada feminist yazar, akademisyen ve eleştirmen olan Bell Hooks’un feminizm tanımının ‘Cinsiyetçiliği, cinsiyetçi sömürüyü ve baskıyı sona erdirmeye çalışan bir hareket.’ olduğuna dikkat çekmek gerekir. Eril tahakküme ve patriarkal kapitalizme karşı çıkan, temel olarak kadının ikincil statüde olduğu algısını ve ataerkil mekanizmaları yıkmaya yönelik olan bu mücadele, yıllar içinde şekillenip farklı formlara dönüşerek ilerlemiştir:

  • 1840-1920 yıllarını kapsayan birinci dalga feminizm öncelikli olarak kadınların eğitim hakkı, ekonomik hakları, yasal haklarının mücadelesini vermiştir.
  • İkinci dalga/kuşak feminizm 1960’lardan 1988’e büyüyen bir ivme ile tüm dünyada yankı bulmuştur. Kadınların baskılanmasına dair çözümler ve kadınların özgürleşmesi için yöntemler aranan bu dönemde, ataerkil sistemin analizine dair önemli çıktılar elde edilmiştir. Bunun yanında özel alan konusuna odaklanmış, ‘Kişisel olan politiktir!’ şiarı vurgulanmıştır. Cinsellik ve üreme hakkı, kadın emeğinin sömürüsü, kadınların kamusal alandaki yeri tartışılmıştır. Dönemin en önemli sonucu, tek bir ‘kadın’ olgusu yerine farklı ve çoklu kadınlık durumlarını ön plana çıkarmanın kapılarını açmış olmasıdır.
  • 1988’den itibaren 2010’a kadar tanımlanan üçüncü dalga feminizm, postmodern teori ve analizlerle bir arada ilerleyen feminizm anlayışı sunmuştur. Bireysel özgürleşmeye odaklanan bir yapıya bürünen bu dalga, LGBTİ+ hareketi ile iç içe geçerek hareket etmiştir. ‘Kadın’lığın ve ezilme biçimlerinin farklı alt kümelerine de dikkat çekmiştir.

Ekofeminizm kavramıyla ise ilk defa 1974’te Françoise d’Eaubonne’un Feminizm ya da Ölüm (Le Feminizm ou la Mort) isimli eserinde karşılaşılmıştır. Bu karşılaşmayı pekiştiren bir diğer olay, 1979’da Three Mile Adası’nda meydana gelen nükleer erime sonucu santraldeki patlamadır. Bu felaket sonrasında Pensilvanya’da kadınlar tarafından ‘Birlik Bildirgesi’ yayımlanarak kadın-doğa ilişkisi ve yeryüzünün sömürülmesi ile kadınların karşı karşıya kaldığı şiddet türleri ekofeminizm bağlamında sorgulanarak pekiştirilmiştir. Diğer yandan ekofeminist hareketin Batı medeniyetine ve moderniteye yönelik çok ciddi eleştirileri vardır.

Bugünkü verdiğimiz ekofeminist mücadelenin temellerinin Doğu’da ve Küresel Güney’de de çok önemli örnekleri vardır. Bunlardan ilki ekofeminist mücadelenin mihenk taşı olarak da nitelendirilen Chipko Hareketi’dir. Chipko Hareketi, 1970’li yıllarda Hindistan’ın bir köyünde ticari amaçlarla kesilmesi planlanan ağaçların, yereldeki kadınların çemberler oluşturarak kesimi önlemek için ağaçlara sarılması eylemidir. Hintçede “sarılmak, sıkıca tutunmak’’ anlamına gelen “chipko’’ kelimesi harekete ismini vermiştir. Bu pasif protest eylem “ağaç satyagrahası’’ olarak da literatüre geçmiştir. Mahatma Gandhi tarafından benimsenen satyagraha ilkesi, kötücül bir güce karşı kararlılıkla ama şiddete başvurmaksızın (ahimsa) direnerek hakikati savunmayı öngören politik ve felsefi bir öğretidir.

Chipko Hareketi’nde ağacı sevgi ve koruma çemberine alan Hintli kadınlar

Bir diğer eylem ise Nairobi’deki kadınların örgütlenerek hayata geçirdiği Yeşil Kuşak Hareketi’dir. Bu hareketin öncüsü olan Wangari Maathai, Kenya’daki baskıcı rejime karşı gelerek köy kadınlarıyla birlikte ormansızlaşma ve çölleşmeye karşı ağaç dikerek mücadele eder.

Toplumun tamamını etkileyen her sorun gibi herhangi bir ekolojik değişikliğin ya da doğaya tecavüzün sonuçları da etkilenenin ırkına, cinsiyetine, kimliğine ve dünyanın neresinde bulunduğuna göre değişiyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin artması ile doğa tahribatının artışı paralellik gösteriyor. Erkek aklın üstün kabul edilmesi, doğa ile kadının eşleştirilmesi ve aşağılanması sonucu; doğa, hayvanlar ve kadın bedeni üzerinde erkeklerin kurduğu tahakküm artıyor. Buna karşı daha adil, daha eşitlikçi ve doğayla daha uyumlu bir dünya mücadelesi veren ekofeminist tutumun Türkiye’deki birçok örneğinden de bahsedilebilir:

Yatağan’da termik santraline karşı direnişin omurgası ve Gerze’deki kömür santraline karşı yapılan eylemlerin öncüleri ekofeministlerdi. Akkuyu’daki nükleer santrale karşı eylemlerin ilk tasarısını oluşturanlar yine çevredeki kadınlardı. Alakır’da ‘HES’lere karşı nehirler özgür akacak!’ diyen ve aylarca direnen; ağacı, suyu, hayvanı ve bir yandan da evini, evimizi koruyan onlardı. Karadeniz’de altın madeni açmak için doğaya tecavüz edilirken, Kuzey Ormanları rant alanı ilan edilirken karşı gelenlerin önünde kadınlar vardı.

Ünlü ekofeministlerden Maria Mies ve Vandana Shiva, 1993’te yazdıkları Ecofeminism adlı kitapta yukarıda bahsedilen benzer çatı altındaki bu mücadeleleri şu şekilde deklare etmişlerdir:

“Amacımız bu dar perspektifin [ataerki ve hiyerarşiler] ötesine gitmek; çeşitliliğimizi ve bundan farklı bir şekilde, Kuzey’in Güney; erkeklerin kadınlar üzerinde egemenlik kurmasına, coşkun soyguncunun daha fazla ekonomik gelir için doğal kaynakları yağmalamasına izin veren dünya yapısındaki içsel eşitsizlikleri ele almaktır.”

Ekofeminist perspektif, küresel iklim değişiminin etkileri, savaş alanları, ırk ayrımı gibi konularda da özelleşirken; LGBTİ+ mücadelesine ses olmak, türcülüğün önüne geçmek, doğaya ve kadına dair zincirlerle birbirine bağlı tüm sömürü ve baskı biçimlerininin zincirlerini, birbiriyle ağ hâlinde olan kadın ve doğanın yaşam savunmasıyla kırarak ekosistemin tüm canlı ve cansız varlıklarıyla sevgi, karşılıklı sorumluluk ve barış aracılığıyla çeşitliliğin ve birlikteliğin, sömürüsüz bir yaşamın güzelliğini dillendirir.

*HES’lerle yok edilmek istenilen Alakır Nehri Mücadelesinde hukuksal ve eylemsel mücadelenin maddi giderlerini karşılamak için gönüllüler tarafından kayda alınan bir parça bırakıyorum.

Birlikte güçlüyüz, mücadeleye devam! ?

Kaynakça

Fukuyama, F., Mies, M., & Shiva, V. (1994). Ecofeminism. Foreign Affairs, 73(3), 149–220. https://doi.org/10.2307/20046669

McKenna, E. (1998). Ecofeminism: Women, Culture, Nature. Teaching Philosophy, 21(2), 189–191. https://doi.org/10.5840/teachphil199821225

Sreekumar, A. (2021). Chipko Movement-Conservation of Nature and Resistance against patriarchal norms? Academia Letters. https://doi.org/10.20935/al2457

 



Paylaşmak Güzeldir:

Begüm Şahin
Begüm Şahin
Türk-Alman Üniversitesinde Moleküler Biyoteknoloji okumakta, disiplinlerarası çalışmaktan da hoşlanmakta. Çok renklilikten keyif almakta ve bu keyfi hayatının tüm bileşenlerine yedirmeye çalışmakta. Doğadan ve doğal olandan yana. Bazen konuşamadıklarını veya konuşulmayanları müzikle anlatmaya çalışmakta. Bazense çektiği bir fotoğraf karesi, içini yansıtmakta. Detaycı ve deneyime meraklı, öğrenmede inatçı. Yürürken düşünmeyi sever, yazları bisiklet sürer.