16’sında Aralık, 24’ünde Haziran
16’sında Aralık, 24’ünde Haziran
Temmuz 3, 2022
Sana, Bana ve Zamana Dair
Ağustos 3, 2022

Bazı İnsanlar Tersine Güler 

Gece olmuş. Herkes evlerine çekilmiş, kendi izolasyon kabinlerine. Şehir de uyku hâline geçmiş bir süreliğine. Tüm canlılığıyla hatırlanmak istenen veya sonsuza kadar silinmesini dilediğimiz dakikaların geride kaldığı, insanın iç uzayında kaybolacağı anların yaklaştığı zaman dilimine girmişiz. İplerimizin acısından, tahta bedenlerimizin rahatsızlığından uyumak bile zormuş. Uyku ölümün yarısıymış, yarı ölümmüş. Bir de rüyalar varmış tabii. Uyurken yaşadığımız evrenden farklı. 

 

Rüya motifi; Türk geleneğinde, ilkel çağlarda, Yunan mitolojisinde oldukça önemli bir yer tutmakta. Hatta Freud’un rüya teorileri de rüyalardan bahsederken atlanmaması gereken bir diğer önemli nokta. Peki rüyaların Türk mitolojisindeki, geleneğindeki ve hatta Türk edebiyatındaki önemi nedir? Yunan mitolojisinde rüya tanrısı veya tanrıçası var mıdır, varsa hangi mitolojik olaylarda yer almıştır? Freud’un rüyalara yaklaşımı nasıldır ya da aktivasyon-sentez teorisi ne demektir? 

 

Rüyalar çok eski zamanlardan bu yana kimi zaman geleceğe dair bilgi veren kaynaklar olarak görülüp inanışları ve kişileri etkilemiş, kimi zaman da iyi hissettirmeyecek şekilde meydana gelmiştir. Korkulan bir rüya görüldüğü takdirde de bu olumsuz hislerin giderilmesi için birtakım batıl inançlar geliştirilmiştir. Öyle ki bazen rüya gördüğümüz gecelerin sabahında rüya tabirlerinin bulunduğu sayfaların derinliklerine dalar, gördüğümüz rüyanın altında yatanları veya geleceğe dair neleri ifade ettiğini öğrenmek isteriz. Rüya görülmesinin nörolojik temeli ise uykunun evreleri ile oldukça ilişkilidir. Hafif uyku, derin uyku ve hızlı göz hareketlerinin gözlendiği REM uykusu, uykunun evrelerinden bazıları olarak söylenebilir. Hatta bu evrelerden REM uykusu ile rüya arasında önemli bir bağın olduğu ortaya konulmuş ve uykusunun REM evresinde uyandırılan bir kişinin rüyasını hatırlama olasılığının daha yüksek olduğu görülmüştür. Sinirbilimde ortaya çıkan görüş, rüyaların uyku sırasında beyinde meydana gelen hafıza konsolidasyonu ile ilişkili olduğu yönündedir. Bellek konsolidasyonu ise kısa süreli ve uzun süreli belleğimizle bağlantılıdır. Kısa süreli bellekte bulunan malumatların uzun süreli belleğe dönüştürülmesine ise hafıza konsolidasyonu denir. Rüyalara ve bu sürece dair araştırmalar devam ediyorken gelin birlikte rüyaların kültürümüzdeki ve mitolojideki yerine bakalım. 

 

Kültürümüzde ve Türk mitolojisinde rüyaya oldukça değer verildiğini söylemek mümkün. Türk edebiyatının derinliklerine daldığımızda ise efsanelerde, destanlarda, halk hikâyelerinde vb. pek çok alanda rüyanın önemli yerlerde konumlandığını söyleyebiliriz. Hatta bu duruma bir örnek vermek gerekirse buna hepimizin bildiği bir destandan başlamak da mümkün: Oğuz Kağan Destanı. 

Oğuz Kağan’ın veziri Uluğ Türk, rüyasında: ‘Altın bir yayın gün doğusundan gün batısına; üç gümüş okun ise kuzeye doğru gittiğini’ görür. Bu rüyasını Oğuz Kağan’a anlatırken de ‘Gök Tanrı düşümde verdiğimi hakikate çıkarsın! Tanrım bütün yeryüzünü senin nesline bağışlasın.’ diye dua eder. Oğuz Kağan, Uluğ Türk’ün rüyasını ve yorumunu çok beğenmiştir. Onun öğütleri üzerine oğullarını çağırarak gönlünün av istediğini söyler. Gün, Ay ve Yıldız’ı gün doğusuna; Gök, Dağ ve Deniz’i de gün batısına gönderir. Gün, Ay ve Yıldız bu yolculukta pek çok av avladıktan sonra buldukları altın bir yayı babalarına getirirler. Oğuz Kağan çok sevinir ve yayı üçe bölerek onların da yay gibi olmalarını, okları göklere atmalarını öğütler. Diğer yandan Gök, Dağ ve Deniz de yine pek çok av avladıktan sonra yolda üç gümüş ok bulurlar. Buldukları bu okları tıpkı diğer kardeşleri gibi babalarına verirler. Oğuz Kağan, okları üçe bölüp küçük oğullarına verirken, yayın oku atacağını ve onların da oklar gibi olmaları gerektiğini söyler.” (Sepetçioğlu 1995: 45-46).

Bu alıntıda asıl anlatılmak istenen ise Oğuz Kağan’ın büyük bir devletinin olacağıdır. Ayrıca Türklerdeki rüya motifinin önemine güzel bir örnek kabul edilen alıntıya ek olarak başka yaşanmışlıklar da mevcuttur. Örneğin Göç Destanı’ndaki Buğu Han’ın gördüğü rüyayı ve olayın detayını inceleyerek bu örneklerin çoğaltılabileceğini görebiliriz. 

Yunan mitolojisine baktığımızda ise Morpheus, Phobetor ve Phantasos isimli kardeşler karşılar bizi. Morpheus, Phobetor ve Phantasos; Eski Yunan mitolojisindeki uyku tanrısı Hypnos’un oğullarıdır. Günümüzde kullanılan ‘hipnoz’ kelimesinin kökeni de uyku tanrısına dayanır. Hatta ilk kez hipnoz kelimesini kullanan İskoç hekim S. James Braid’in Hypnos’tan esinlendiği söylenir. Bunun sebebi ise oldukça aşikâr, uyku tanrısı olan Hypnos; kişinin üzerine uyku verici madde döküp sihirli değneğinin değdiği kişiye uyku tılsımını vermesiyle meşhurdur. Bazı kaynaklara göre ise Hypos ve oğulları; Limni Adasında sessizliğin hâkim olduğu bir mağarada yaşarlar, mağaranın içerisinden ise Lethe Irmağı’nın aktığı söylenir. Phobetor kabuslardan, Phantasos gerçek dışı rüyalardan, Morpheus ise düşlerden sorumludur. Morph biçim, şekil anlamındadır; yani düşleri şekillendiren olarak anılmasının bir nedeni de ismiyle bağdaşıktır. 

 

Hazır Morpheus’a dair ek bir bilgi vermişken kendisinden devam edip Yunan mitolojisindeki rüya motifinin önemine ilişkin bir hikâyeyi paylaşmak isterim. Alcyone ve Ceyx’in yalıçapkını kuşu olarak hayata döndürülmüş aşkının hikayesi. Alcyone, rüzgârların kralı Aelus’un kızı; Ceyx ise sabah yıldızı Esophorous’un oğludur. Alcyone ve Ceyx birbirlerine o kadar aşıktırlar ki bu mutlu giden evliliklerini Zeus ve Hera ile kıyaslayıp onların gazabından bile korkmamaktadırlar. Fakat bu berhudar giden ilişkinin içerisinde Ceyx’in bir sıkıntısı vardır. Aklınıza hemen Alcyone ile alakalı olduğu gelmesin. Mutlu giden ilişkilerinde buraya kadar henüz bir sıkıntı yok. Ceyx’in üzüntüsü kardeşinin ölümüyle alakalıdır. Kendisini o kadar mutsuz hissediyordur ki ölüm nedenini öğrenmek için elinden geleni yapmaya hazırdır. Bu nedenle de Apollon’un kehanet merkezlerinden birine gitmeyi aklına koyar. Ya Yunanistan’da bulunan Delfi Tapınağı’na ya da İzmir’deki Klaros Tapınağı’na gitmesi gerekir ve tercihini Klaros Tapınağı’ndan yana kullanıp yola koyulur. Tabii önünde uzun bir deniz yolculuğu vardır. Aşkını yere göre sığdıramayan ve eşinden ayrı kalmak istemeyen Alcyone, gitmemesi için Ceyx’e yalvarsa da fayda etmez. Geri döneceğine dair sözler söyleyerek ayrılır Alcyone’nun yanından. İlişkilerini kendisiyle kıyaslayan Alcyone ve Ceyx için iyi duygular beslemeyen Zeus ise Ceyx’in yola çıktığı öğrenince deyim yerindeyse elinden geleni ardına koymaz. Fırtınaları hatırlatan şimşeklerini gönderip yolculuk yapılamayacak hava koşullarına neden olur. Zavallı Ceyx ise çıkan fırtınadan kurtulamayacağını anlayınca geri dönmeye karar verir. En azından cansız bedeni kıyıya ulaşabilsin diye. Alcyone bu sırada her gün Hera’nın tapınağına gidip Ceyx’in dönmesi için yalvarmaktadır. Ona acıyan Hera ise İris’i, yani yerle gök arasında haber taşımakla görevli olan tanrıçayı görevlendirir. İris ise olan biteni Alcyone’a rüyasında anlatması için Hypnos ile konuşur. Hypnos da tam bu noktada oğlu düşler tanrısına devreder görevi. Yani Morpheus’a. Rüyasında eşinin yaşadıklarını gören Alcyone korkarak kalkıp cama yeltenir. Denize baktığında ise Keyx’in ölü bedenini görür. Bu acıya dayanamayıp kayalıklardan kendisini boşluğa bırakan Alcyone, tanrılara da aşkının büyüklüğünü göstermiş olur. Bu büyük aşkın devam etmesi gerektiğini düşünen tanrılar ise her ikisini de yalıçapkını kuşuna dönüştürür. Hatta öyle güzel bir bağlantıdır ki yalıçapkını kuşları eşleriyle birlikte yaşayan ve onlara çok değer veren, yavrularını büyütüp genellikle su kenarlarında yaşayan kuşlardır. 

 

Ve anlatılmak istenen odur ki; Yunan mitolojisinde birçok rüyanın alamet ve kehanet olduğuna inanıldığına dair çeşitli örnekler mevcuttur, bu ise o örneklerden yalnızca bir tanesidir. Rüyanın böyle bir konuma koyuluyor olması da rüya tanrısının klasik dünyada çok önemli bir figürü temsil ettiğini gösterir. 

 

Şimdi gelin bir de Freud rüyalara dair nasıl teorilere sahip ona bir göz atalım. Elbette ki tüm düşüncelerini özetlemek veyahut açıklamak mümkün olmayacak, bunu şimdiden söylemekte fayda var. Sigmund Freud tanınmış bir nörolog ve psikiyatr olmakla beraber rüyalarımızın; bilinçaltımızı, istek, dürtü ve duyguları yansıttığını savunan kişidir. Aslında sıkça duyduğumuz buz dağı metaforuna da bu noktada değinmeyi kıymetli buluyorum. Tıpkı “madalyonun öteki yüzü” kalıbında olduğu gibi, bir olayın ağır basan olumlu taraflarına ek olarak hesaba katılıp düşünülmesi gereken olumsuz tarafları da mevcuttur. Yine bir durumla karşı karşıya kalındığında veya bir yapıya dair kanılara sahip olduğumuzda kullandığımız “buz dağının görünen kısmı” sözünden anlatılmak istenen de benzerdir. Görünmeyen yani ‘altta’ kalan kısmın, görünenden büyük ve anlam bakımından önemli bir çoğunluğu temsil ettiğine yöneliktir. Freud’a göre ise buz dağının görünen kısmı bilinç, buz dağının görünen kısmının hemen altı ön bilinç ve buz dağını asıl oluşturan suyun derinliklerinde yer alan kısım da bilinçaltımızı ifade etmektedir. Aynı zamanda rüyalarımızı iki bölüme ayırabileceğimizi söyler: İlk kısım, rüyamızda ne gördüğümüzdür ve buna ‘asıl içerik’ denir. İkinci kısım ise saklı anlamı içeren ‘düşünsel içerik’ tir. Yani örneğin rüyanızda eğer bir varlığın size zarar vermeye çalıştığını gördüyseniz bunun asıl içeriği o varlığın size zarar vermeye çalışmasıdır, düşünsel içeriği ise anlaşamadığınız bireylerin sizi güvensiz hissettiriyor olması olabilir. Bu nedenle Freud’a göre rüyalar, hayatlarımıza dair önemli anlamlar ve alt metinler taşımaktadır. 

 

Beynimizde ise beyin sapı denen bölümde nöronların meydana getirdiği birçok elektrik sinyali mevcuttur. Beynin düşünme kısmı diyeceğimiz ön lobu bu sinyalleri anlamlandırmaya çalışır, bu anlamlandırma İngilizcede ‘hızlı göz hareketi’ anlamına gelen kelimelerin kısaltması olan REM uykusu adı verilen süreçte gerçekleşir. Uykunun bu bölümünde adından da anlaşılacağı üzere göz bebekleri hızla hareket eder ve aynı zamanda rüya görülür. Yukarıda da bahsi geçen beyin sapı ise yine bu evrede aktif haldedir. Beynin ön lobu da tıpkı beyin sapı gibi aktiftir, yorumlama ve anlamlandırma süreçlerinde rol oynar. Bu bölgelerde meydana gelen hareketler ve anlamlandırma süreçleri ise “Aktivasyon-Sentez Teorisi” olarak adlandırılır. 

 

Rüyaların psikolojide, sinirbilimde, günlük hayatta, mitolojilerde ve geleneklerde anlamını ya da önemini gösterecek birçok yaşanmışlık mevcuttur. Günlük hayatımızda bile rüyalarımızın bizi düşündürmesi, araştırma yapmaya sevk etmesi, heyecanlı bir şekilde anlatmamıza ve zaman zaman etkisinden çıkmamamıza neden olması, rüya motifinin insan hayatındaki önemini gösteren bir diğer noktadır. 

 

Bildiğim ve öğrendiğim bazı bilgileri aktarmışken isterim ki okuyucu bunları okuduktan sonra aklında birtakım sorgularla da ayrılsın bu yazıdan. O yüzden sormak istiyorum: Sizin hiç unutamadığınız ya da unutmak istemediğiniz bir rüyanız oldu mu? İyi hissettirmeyecek bir rüya gördüğünüzde ona dair negatif duyguları zihninizden, olumsuz enerjileri bedeninizden atmak için neler yaparsınız? Ya da gerçek olması için tutkuyla rüyalara bağlanıp delicesine isterken gerçek olması için çabalamadığınız oldu mu? Bunun için çabalayacak cesaretiniz mi yoksa gücünüz mü yok, hiç düşündünüz mü? Bir de… Sizce neden bazı insanlar tersine güler? 

 

Kaynakça

SEPETÇİOĞLU, Necati. 1995. Karşılaştırmalı Türk Destanları. İstanbul: İrfan Yayınevi.

CAN, Şefik. (?). Klasik Yunan Mitolojisi. İstanbul: İnkılap Kitabevi.

ELİADE, Mircea. 1993. Mitlerin Özellikleri. İstanbul: Simavi Yayınları.

ERGİN, Muharrem. 1970. Oğuz Kağan Destanı. İstanbul. M.E.B. Yayınları. 

Why Do We Dream? Recent Developments In Neuroscience May Have The Answer (forbes.com) 



Paylaşmak Güzeldir:

Berre Arslan
Berre Arslan
Kendisini genellikle neşeli, daima inatçı, fazlasıyla meraklı ve zaman zaman da kontrol delisi olarak tanımlıyor. Düşünce dünyasınınsa mahşer yerini anımsatacak türden bir hengâmeye sahip olduğu kanaatinde. Olağanüstü detaylar, ilginç gerçekler ve etimoloji hakkında bilgilenmekten büyük bir keyif almakta. Kitap okumayı, özelleştirmek gerekirsek de kişisel gelişim alanındaki eserleri okumayı oldukça seviyor. Farkındalıklarını arttırmaya, daha fazla öğrenmeye ve hayat okyanusuna tutunmaya çalışan biri.