Merhaba, nasılsın görüşmeyeli? Uzun süre oldu değil mi? Birbirimizden haber almayalı bir ay oluyor. Hiç alışkın değilim böylesine. Kalbim kırıldıktan sonra “Gel buraya eşek sıpası.” deyip sarılmayı yeğlerdim sanırım. Verdiğim kararları seviyorum, arkasındayım da ama her seferinde her şey kolay oluyor değil ya? Yazlık tekerlek ile hem buzlu hem de yokuş yollarda ilerlemeye çalışıyorum. Bu kadar patinaj hakkım da olsun değil mi?
Geçen gün pilav yaptım kendime. Hayır, artık hiç güzel olmuyor. Ne tane tane oluyor ne de tadını seviyorum. Tarifini de değiştirmedim ki, 1’e 1,5 hâlâ. Evet, 2 değil 1,5 ama artık 2 yapanlara da kızmıyorum. Neden öylesini sevmesinler ki? Sanırım senin gözlerinin içi parlayarak yemek ne güzel olmuş demediğin için böyle. Öyle ya, senin hoşuna gitmeyeceksem ne işe yararım? Gerçi hangi yemek dibine tutunca güzel olur ki? Farkına varamadım bile, bir anlık dalgınlık, hemen dibine tutmuş. Ocak eskisi gibi iyi çalışmıyor herhâlde. (Dalgınlık kelimesi üzerinde bir damla yaş.)
Artık çok ağlıyorum ve bu iyi bir şey sanırım. Yok yok, soğan doğradığım için değil. Eskiden gözlerim çok yaşarıyor diye sana doğrattırırdım hep soğanı. Senden sonra yemeğe hiç soğan koymadım. Dışarıda yersem soğan oluyor sadece. Değişen alışkanlıklar vardır. Değişen alışkanlıklar nadiren varlardır. Zaten çok da sevmezdim soğanı. Basurumu azdırıyor, bilirsin. Doktora gideceğim de ne zaman, kim bilir? Neyse ne diyordum, hah, ağlamak! İnsan ağlayınca hislerini açık etme imkânı buluyor. Başkalarına değil de kendine. Ben de ağlayabilirim, ben de insanları özleyebilirim fikrini edinmek önemli bir merhale bence. İnsan kendini tanrılar katından indirip çevresindeki herkesin arasına getiriyor. Bunu aştığımı düşünüyorum, artık erkekler de ağlar T.ler de…
Aklıma bir sürü yeni fikir geliyor. Bazen gayriihtiyari elim telefona gidiyor heyecanla sana anlatmak için. Hatırlıyorsun değil mi böyle anlarda gözümdeki ışığı? Sanki dünyanın sırrını çözmüşüm gibi heyecanla anlatırdım hızlı hızlı. Bunu da çok özlüyorum. Çünkü çevremde kalan insanlar benim ilgilendiğim hiçbir şeyle ilgilenmiyorlar, ne garip şey. “Arabalar!” diyorum mesela insanlara, “Ne çok şey değiştirdi algımızda.” Hayatı daha başka, daha hızlı yaşıyoruz diyorum. Hayır, kimseden tık yok. Arkadaşlar, diyorum, elektrikli arabalar karbon ayak izimizi azaltsa da bataryaları sürdürülebilir değil, ne olacak? Yine kimsenin umurunda değil. Süper iletkenlerden bahsedelim, teknolojinin aktığı yatağı inceleyelim diyorum, akşam partide bu elbiseyi mi giymeliyim diyorlar. Ha bir de en çok duyduğum ses “hı hı”. Şey yani özetle, anladım harika konuşuyorsun da ne zaman bitecek?
Yeni insanlar da hayatıma girmiyor değil. Senden sonra hayatıma insan almak konusunda daha atak birisi oldum. Ama devamı yok. Hayatına yeni insan alacaksın daaa onca hikâye anlatacaksın daaa aman kim uğraşacak? Periferide kalsınlar yeter. Zaten insanın bu kadar anıyı başkasına anlatmak için delirmesi lazım. Hayır hayır, bu yetmez, dinleyenin de deli olması lazım başka türlü bunca gevezeliğe yürek dayanmaz.
Yalnız kalmak üzerine çalıştığım bir konuydu, bunu da hatırlıyorsun sanırım. Okey, gayet iyi hissettiriyor tek başıma bir şeyler başarabilmek, bir şeylerin üstesinden gelebilmek, bunu kabul ediyorum. Ama yalnızlık bir tercihse iyi şey, zorunluluksa değil. İçim kıpır kıpır, yeni bir şey düşündüğümde, tekrar kendi kendime anlatıp içimdeki benle paylaşmak her zaman iyi olmuyor. Evren miyim ben içime çökeyim? La havle. Bunlara ek olarak “İyi de ya … olsaydı” diyen kimse de yok. “Tamam burada böyle düşünüyorsun ama koşullar değişseydi ne olurdu peki? Hâlâ aynı kararları mı alırdın?” sorusuyla pek muhatap olmuyorum. Buradaki insanlar beyin fırtınası yapmaktan epey uzaklar. Sanki anlattığım şeyler uzaydan geliyor gibi davranıyorlar. (Gerçi her şey gibi bütün elementler de uzaydan gelmedi mi zaten 🙂 )
Sen nasıl besleniyorsun? Dikkat ediyor musun kendine? Her gün dışarıdan yemiyorsun değil mi? Yok hiç merak etme, kim bilir ne var onların içlerinde demeyeceğim. Sen yetişkin bir adamsın, kendin için doğrusunu bulabilirsin. Hem bütün malzemelerin içindekileri tek tek okuyup “Aman Tanrı’m, glikoz şurubu varmış içinde kanser olup öleceğim.” endişesi ile hayat yaşamak ara sıra hamburger yemekten daha sağlıksız. Ama sen yine de yemeğini evde yapmayı ihmal etme. İçinde ne var bilirsin.
Hormon replasman tedavisine başladım. Evet, menopozlu kadınlar da vardır. Hayatımızın döngüsü içerisinde bu normal bir akış, bunların hepsini biliyorum. Ama yediremedim işte kendime. Yaşlanmak veya kırışıklara sahip olmak gibi bir şey değil bu. Sana deniyor ki sen artık kadın değilsin. Cinsel ilişkiden zevk alamazsın. Yarımsın demek gibi bir şey bu, ne ayıp. Keşke bununla bitse etkileri, fal mal atlatırdım yine. Başka şeyleri de yazacağım da kendime sinirimden yazamıyorum. 4 yaşındaki çocuk yapmaz diyorum susuyorum.
Neyse gevezelik etmenin ne yeri ne de zamanı. Bu mektup bir gün eline geçer mi, okur musun bilemiyorum. O yüzden seni sormuyorum. Canın sağ olsun da yel eser haberin bana gelir. Bu mektup eline geçer de okursan Jüpiter’i izleyerek bir şiir oku olur mu? Canın hangisini isterse. Bu son bir aydaki hislerini anlatsın yeter. Jüpiter’in tanrılığına ve ulu Roma’ya yakışır olsun e mi?
-T.
C. Köyü / 1988