Söz merkezli bir evrende sözün hakikatini logos, mitos, epos üçlüsünün oluşturduğu bütünlükle incelemek mevcut insanlık kuramını her ne kadar tatmin etse de bu kavramları sırtlayan kimliklerin varlığı, bazı kimseleri -büyük bir kalabalığı- hâlen son derece rahatsız etmektedir. Yazının varlığını hissetmiş uygarlıklar bu üç sözcükle süregelen bir kavga etme durumunun içerisindedir. Çevresindeki olayların oluş biçimlerini ve onların getirmiş olduğu biçimsel süzgeçleri, evrenin bir noktasına sabitlemeyi arzulayan topluluklar -ki bunlar sonrasında gezegenimizin başına muhteşem imgelerle bezeli bir taç kondurabilmek uğruna kendileriyle sayısız kez çelişmişlerdir- logos, mitos, epos üçlüsünü birbirinden uzaklaştırmak gibi bir refleksif hareket geliştirmişlerdir. Toplum içerisinde oluşan bu derin ayrışmada logos filozoflara, mitos kurmaca kimliklere ve epos ise duygusal üreticilere kalmıştır.
Mitos kavramını ele alırken üzerinde durulması gereken nihai nokta ölçülerin ve süregelen biçimlerin varlığını reddetmektir. Efsanelerin ve mitlerin dili olan mitos, zihin duvarlarının açıklıklarıyla ilgilenmez. Olayların izahı son derece ölçüsüz ve eksilmeye uğramıştır. Epos, bir diğer ifadeyle edebiyatın dili, durumların mevcut süreç içerisindeki akışını birtakım öcülerle sınırlama illüzyonudur. Zaman içerisinde son derece biçimsel varlığa sahip kurmaca ürünlerin de üretimini sağlamıştır. Logos ise evreni aklın varlığıyla kavrama imkânına karşılık doğmuş, biçimsel bir ifadedir. Mevcut düzen içerisinde varlığını devam ettirmeye yönelik direnç göstermiş her olgu, logosun yardımıyla kendini kabul ettirmiştir. İnsan bedeninde ve ruhunda logosun bulunmasının yanı sıra evrenin kendine ait biçimlediği ve aktarım sağladığı -henüz, hâlâ tekil bir aktarım aynası- logosu mevcuttur.
Logos, süregelen/süregelmeyen zihin çatlaklarındaki kavgaların biçimce kaos ile birlik kurduğu- sessizliğin derinindeki en ufak tınıları bulma, onlara ulaşma hâli- bir kavramdır. Bu olgu; kendisiyle ve evrenin bir köşesiyle- aslında burada köşe ifadesi anlama fazlasıyla çerçeve eklemiş olsa da- çatışmış, değişimin ve değişenin varlığına karşı direnç üretmiş, akış içerisinde biçimce tekilleşmiş -biricikleşmiş- kimselerin insan olma yasasıdır.
Bu düzlemi zihinde tutarak hızlı bir sıçrayışla 21. yy.ın son derece sarsıcı kavramı olan zihin tümlecinde tıkanıklık kurgusunu irdelemekte fayda var.
Zihin Tümlecinde Tıkanıklık
Yaşamak demek birçok durumun alt metnini kaçırmak demektir aynı zamanda. Zihin olageliş şekliyle etrafında gerçekleşen bilişsel her eylemin bir kısmını kaçırmak zorundadır. Kaçırılan bu noktaları tamamlamak -anlamlandırmak- adına zihin bir tümlece ihtiyaç duymaktadır. İnsanlık 21. yy. itibariyle zihin çatlaklarını kapatmak adına başvurduğu pek çok yolda süregelen durumun ortadan kalkmasına yönelik bir eylemi nitelendirememekle birlikte çoğu zaman bu sorunun etrafından bile geçememektedir. Her şeyin -madalyon gibi en azından birden fazla tarafı olan şeylerin- öyle olmadığına dair bir fetişizmin geliştiği bu günlerde, bir durumun varoluşunu tekil bir biçimde anlatmaya çalışmak mutlak suretle yalanlanmaya mahkumdur. İfadede çokluk ve açık kapı bırakmak kavramlarının bu denli benimsenmesinin esas nedenini sorgulamak için günümüz bağlamında var olmanın anlam kavraması tekilliğinin getirmiş olduğu negatif durumları incelemeliyiz. İçinde bulunduğumuz zaman diliminde bir olgu; oluş biçimini gerekircilik, belirlenimcilik veya indeterminizmin getirdiği kalıplar içerisinden almak zorunda değildir. Doğrudan doğruya edindiği anlam, mükellefi olduğu bağlamın dışarısında sayısız ihtimallere gebe bir durum yaratabilir. Bu varoluş, hissedilesi ve aktarılası şeyler bütününü her zamankinden daha kutuplu ve sinirli yapmıştır. Hemen hemen her konunun birden fazla kutbu aynı çuvala girmiş olsa bile içeride birbirleriyle karşılaşma ihtimallerini yadırgayarak zihnin çatlaklarına hizmet etmesi gereken bu durum logosun tam anlamıyla kendisidir. Zihnin beraberinde getirdiği anlam ve denge yoksunluğunu kabul etmek logosun varlığı için mutlak bir muhtaçlık durumu ortaya çıkarır.