Gerektiğinden Kısa Şiirler
Şubat 3, 2022
Pedalladığımız Hisler
Mart 3, 2022

Mavi

 

Mina’ya


İyi ya da kötü diye bir şey yoktur. Düşüncedir her şeyi öyle yapan.

  1. Shakespeare

Her şeyden önce karanlık vardı ve karanlık büyüyordu. Sonra bir ışık belirdi, biraz tekerlek sesi ve motor gürültüsü ile. Arabayı süren adam, bu karanlık gecenin ve kıvrımlı yolların ciddiyeti ile tutuyordu direksiyonu. Sonra, karnına bir yumruk yemiş gibi doğruldu ve frene asıldı. Bir süre dehşetle baktı, sonunda merakı korkusuna galip geldi ve araçtan inip daha yakından baktı. Gördükleri soluğunu tıkamış, kanı donmuştu…

Bütün gürültüler anlaşılırdır bu şehirde ama her sessizliğin kendine has bir huzursuzluğu bulunur. Tıpkı bu sessiz mayıs sabahının cinayet büro amirliği üzerine bıraktığı tanımsız huzursuzluk gibi. Bu huzursuzluk ile mücadele etmek için alışıldık yollara başvurulmuş ve her türden kart oyunu, ekran ve anlamsız sohbet silah altına alınmıştı. Bütün bu gürültünün içinde ahengi bozan, arşivden gelmekte olan sessizlik idi. Belli bir düzen içerisinde sıralanmış bir dosya yığının arkasında inip kalkmakta olan bir baş, sessizliği anlamıştı. Detaylı bir şekilde notlar alıyor, bir bağlantı olduğunu düşündüğü vakaların notlarını birbirine iliştiriyor ve fotoğrafların bir kopyasını yanındaki minik yazıcı ile alıyordu. Bu hâliyle bu kadın, orada bulunan eşyaya katılmış gibiydi. Mekanik hareketler, sarsılmaz bir dikkat ile çalışıyordu ve eşyanın tabiatını doğrular bir şekilde esneklikten uzaktı. Bu dikkat, masadaki telefondan gelen ses ile bölündü. Ekranda kendi aldığı notla bakıştıktan sonra o dikkat, odadaki havaya karıştı: ‘Yasemin terapiye git!’ Notlarını, işaretlediği sıraya göre yerleştirdi. Yazıcıyı ve telefonunu çantasına koydu. Kullandığı belgeleri ilgili kutularına bırakarak iade etti ve sandalyesini masanın altına iterek çıktı arşivden. Kapıdaki sekretere iyi dilekler ve güler yüz bırakarak otoparka yöneldi. Tam arabasına ulaştığında, ofisindeki çiçeği sulamadığını hatırladı. Hızlıca döndü içeriye. Neyse ki böyle durumlar için hep yarım saat erken koyulurdu yola.

Fizyologlar sahip olduğumuz beş duyunun yanında dört duyumuzun daha olduğunda hemfikir. Dokunma ve ısı duyusundan bağımsız olarak hissettiğimiz acı duyumuz, nösisepsiyon, bunlardan biridir. Yasemin ne zaman bu bekleme salonuna gelse acı duyusu alarm verirdi. Oturduğu yerde kıvranmasını gizlemek ciddi bir mimik kabiliyetine mal olsa da ona, dikkatli gözler bu gülümsemenin ardını görebilirdi. Bir bardak su aldı, içmek için değil. İlk yudumdan sonra masaya bırakıp onunla bakışmak için, içeri davet edilene kadar. Girerken bardağını yanına aldı ve mekanik bir merhabalaşmadan sonra gözlerini, yan tarafında bulunan kalorifere dikti. Onunla konuşur gibi söze girdi:

 – Konuştuğumuz üzere söyleyeceklerimi planlamadım.

 – …

 – Bu hafta kendime daha çok katlanabildim. Şehrin ve yapılacaklar listesinin kalabalığı beni meşgul tuttu. Yine de kafamın içi daha kalabalıktı tabii. Kalabalığın bana iyi geldiğini düşünmüşümdür zaten hep. Bazen, sırf beni meşgul tutuyor diye, cinayetlere sevineceğimden korkuyorum. Korkuyorum çünkü hiçbir şeye değilse bile iyiye, iyinin varlığına inanıyorum. Yaşamın illa değerli, iyi olduğu fikri bana hep sığ gelir. Yine de her sevdiğim ve saydığım şeyi kaybettiğimde sığındığım inançlarım olmasa çoktan kendi celladım olurdum. Bu inanç, iyiyi mümkün kılıyor benim gözümde. Biliyorum, dünya güzel bir yer değil ve yaşamaya da değmez belki ama bu, mücadele etmeyeceğim anlamına gelmiyor.

 – Kayıplarınızdan bahsettiniz, biraz daha aktarmak ister misiniz?

 – Evet tabii. Yaşadığım olay, hâlen sıcak benim için. Üzerinden zaman geçince, insanlar ilk başta gösterdikleri o anlayışlı tavrı bırakırlar ve hayatın devam ettiğini söylerler. Ateş, düştüğü yeri yakar, etrafını olsa olsa ısıtır. Ayrıca kendi hayatıma bakınca görüyorum ki bir şeyleri çözen, zaman değil ben olmuşum hep. Kızımla olan ilişkimin çok üstüne titredim hep. Bazen problem yaşadığımız da oldu elbette ama bu anlarda ilk tepkim, ona zaman ve alan tanımaya çalışmak oldu. Kapıyı kilitli bulduğumda gülümsedim, babam buna çok kızardı ben gençken, oysa ben biliyordum ki kilitli kapı bir kuşak çatışması turnusolüdür, telaşa gerek yok. 

Gözlerine üşüşen yaşları istemsiz bir hareketle defettikten sonra derin bir nefes aldı, kaldıracağı ağırlık için hazırlanan bir halterci gibi hazırlandı söyleyeceklerine.

 – Bunu kabul etmek zor oldu benim için, aslında hâlen kabullendim mi bilmiyorum ama beni esas yaralayan da bu idi. Zor bir çocukluğum oldu, zor bir gençliğim de oldu. Fotoğraflarım ve geçmişten gelen değerli nesnelerim olmadı benim pek. Kendi geçmişimi yarattım ben. Sığındığım, tam anlamıyla güvende hissettiğim bir alanım da olmadı. Evdeki ve sokaktaki tüm savaşları kazandım, kazanamasam da berabere kaldım. İnsan olmanın ve pek çok sıfat taşımanın yükü ağırdır, hele ki bunlardan biri kadın ise. Her şeyden kaçıp yazdığım bir defterim vardı, kapağı bebek mavisi, küçük bir defter. Bir gün, onu da kaybettim. İşte bu yüzden, kadın olmanın bu toplumda ne demek olduğunu bildiğim için, polis oldum. Geriye hiçbir korkum kalmadı ama esas niyetim bu değildi. Belki birilerine yardım edebilirim diye, çok ufak da olsa bir fark yaratırım diye. Bir kızım olacağını öğrendiğim zaman, ebeveyn olmak, onun için en azından güvende hissedeceği bir alan yaratmak demekti benim için. Onu kaybedince, kendi yarattığım bene, bir korku yaratmış oldum. bütün renkler kirlendi, birinciliği maviye verdim. 

Kendi kendini yaratanlar için, bir noktada başarmak, gerçek benliğini öldürüp mezara uzanmak gibidir. Evine geldiğinde Yasemin, mezarından doğrulurcasına koltuğundan kalktı ve çocukluğundan beri hep bir şeyler çok ağır geldiğinde yaptığı gibi yere uzandı. Tavanı seyre daldı. Terapide söylediklerini hatırladı.

 – Yukarı bakmanın hep olduğum yerden uzaklaştıran bir etkisi oldu. Çocukluğumdan beri bunaldığım anlarda hep yere uzanır, tavana bakardım. Gündelik hayatta, kimse bakmaz tavana, görmez hatta. Boyası bile alelade yapılmış olur. Bu yüzden oraya bakmanın, beni uzaklaştırdığı gibi, farklı kıldığını da düşünürdüm. Görülmeyeni görmek, bakılmayana bakmak gibi.

Düşünceleri telefonun sesi ile bölündü. Toparlanmaya çalıştı ama düşünceleri yağmaya devam etti. Bir şarkıdan hatırladığı gibi, yoruldukça acılarının kaybolacağını umdu.

 – Yaşananlardan sonra, tavana her baktığımda aynı şeyi gördüm. Oradaki avizeyi söktüm. Bütün tavanı tekrar tekrar boyadım ama hep, gözüm aynı noktaya takılıp kaldı. O yüzden bakmıyorum artık o tavana, görmüyorum bile. Herkes gibi. Hâlâ, çok acıtıyor bu. Herkesleşmek, hissizleşmek. Duyarsız olmak. Her gün olup biten çirkinliklere. Sırf her gün olup bitiyor diye. Hâlâ çok acı bu. 

Telefon çalmaya devam etti. Gecenin bu saatinde arayan kimdi? Hemen elini telefonuna attı ama bu iş telefonuydu. Olduğu yerden fırlayarak kapıya yöneldi. Telefonu ancak arabadayken açabildi. Bir ceset bulunmuştu. Şehir dışında. Sivil bir tanık, arabası ile geçerken görüp ihbar etmişti. Telefonu teklifsizce kapattı. Kimseyi beklemeden, her zamanki gibi, direkt olarak olay mahalline yöneldi. Yolların kıvrımlarına ve dünyanın çirkinliğine içinden söverken vardığında, olay yerinde bir polis daha vardı. Bu herifi hiç sevmezdi. Yoluna ket koymak istercesine önüne dikildi.

 – Merhaba. İstersen ekipleri bekleyelim.

 – Merhaba.

Yasemin umursamadan cesedi aradı gözleriyle. Sonra irkilerek gördü. Çok olay mahalli görmüştü bugüne kadar. Cinayet büroda kadın olmak, kazandığı savaşlardandı. Onun çekincesi ile, içinde yükselen öğürme hissini gizlemeye çalıştı ama nafile. Yere çakılı bir sırığa bağlı ceset, bir kadın bedeni, ona bakıyordu. Gözleri açık idi ve o gözlerde, korku yahut ürperti yoktu. Sadece tiksinti. Dünyamıza ve insan olmaya yöneltilmiş bir eleştiri gibi. Vücudunun her tarafında yara izi vardı ama karnı, büsbütün parçalanmıştı. Bir insan karnından çok, kabaca bir araya getirilmiş organlara benziyordu. Yasemin, başını taşımak istemedi o an, güçlü durmak imkânsızdı artık.  Arkasındaki arabaya tutunabildi güç bela, ayakta kalmak adına. Polis arkadaşı gelip bir şeyler söyledi.

İyi misin? Yasemin, otursana.

Otursana? Ne kadar buyurgan. Hayır oturmayacağım diye cevap vermek istedi ama ağzından, kelimeler yerine öğlen yedikleri döküldü. Sadece karanlık vardı ve karanlık büyüyordu.



Paylaşmak Güzeldir:

Muhammed Akaca
Muhammed Akaca
İstanbul Bilgi Üniversitesi Ekonomi öğrencisi. Kitap okumak ve dünyayı gezmek hobileri arasında değil, öğrendiği şeylerin çoğunu tecrübe ederek öğrenmiştir hayatta. Beşiktaş ve Liverpool taraftarıdır ve bu konuda espri kaldırabildiğini iddia eder. Sanatın ve sporun pek çok dalına ilgi duymakla beraber, İtalyan kültürüne de çok meraklıdır. Hayata dair beklentisi öncelikle keyif almak olan Muhammed, içimizdeki İrlandalı olduğunu söylemektedir. Arrivederci!!!