Yazar: Şeyma Tombul.
Tarihî romanlar, hem anlattığı dönemden sunduğu motiflerle hem de o döneme harmanlanan kurgusuyla bizi kendine çekiyor. Lübnan doğumlu, şu an ise Fransa’da yaşayan Amin Maalouf’un Asya ve Akdeniz kültürlerine aşinalığı eserlerinde kendini belli ediyor. Bizi âdeta Orta Doğu’nun sokaklarına indiren satırlarda kendimizden parçalar bulmamız kaçınılmaz. Doğunun geri kalmışlığını iliklerinize kadar hissedip bu ögelerin irrite eden yanlarını yazarın analizleriyle keşfediyoruz.
“İnsanlar kendilerini Frenklerin düşüncelerine ve geleneklerine karşı korumak için “Gelenek”i bir kale yapıp kendilerini bu kaleye kapattılar. Granada artık yalnızca yetenekten yoksun, korkak taklitçiler yetiştiriyordu.”
Bu medeniyetlere ait yaşantıları konu alıp Doğu’nun gelenek ve göreneklerini romanlarına işleyen bir yazar olan Maalouf, Afrikalı Leo eserinde de 15. ve 16. yüzyılın esintileriyle, şimdi İspanya sınırlarında bulunan, o zamanlar ise bir Endülüs şehri olan Granada’daki karakterimizin doğumu anlatıya başlıyor. Şehre Kastilyalıların saldırması ile karakterimizin ailesiyle Fas’a göçmesi sonucunda hikâyemiz Fas’ta devam ediyor. Otoriteyle yaşadığı bürokratik ve siyasi anlaşmazlıklar sonucu bir nevi Kahire’ye sürgün edilen karakterimiz, bir vaktin ardından kendini içinden çıkamayacağı bir durumda buluyor ve Roma’ya sürükleniyor. Gerçekte ismi Hasan el-Wazzan olan Afrikalı Leo lakaplı Müslüman bir gezgin olan karakterimizin hayatından esinlenen romanda, karakterin doğumundan başlayıp yaşantısına ve seyahatlerine tanık oluyoruz.
Kitap Hasan’ın dilinden kendini tanıttığı şu cümleyle başlıyor; “Ben Hasan, tartıcıbaşı Muhammed’in oğlu, Giovanni Leone de Medici; bir berberin sünnet ettiği, bir papazın vaftiz ettiği ben. Şimdi Afrikalı diye anılıyorum ama Afrikalı değilim. Avrupalı da Arabistanlı da değilim. Bana Granadalı, Faslı, Zeyyatlı da derler ama ben hiçbir ülkeden, kentten ya da boydan değilim. Yolların oğluyum ben, ülkem kervan, yaşamımsa yolculukların en beklenmedik olanı.” (Maalouf, 1993). Hasan’ın karakteri bu cümlelerde apaçık kendini belli ediyor aslında yazgısına direnip gittiği her toplum içerisinde kendini kabul ettirmeye çalışan biri.
Kitapta dönemin halklarının inatla yobaz kaldığı, düşünmeyi ve sorgulamayı reddettiği görülüyor. Orta Doğu halklarının, dindarlıklarının arkasına saklanarak toplumsal olarak gelişmenin ve ilerlemenin karşısında oldukları bize aktarılıyor.
“Biz cesaretin, dindarlığın ve hakkın hep Kurtuba halkı (aslında Endülüslüleri kastediyor) ile birlikte olduğunu zannederdik. Oysa ne görelim, ne dinleri ne cesaretleri ne de akıllı önderleri var. Onların kaydettikleri gelişme ve zaferler, aslında geçmiş hükümdarları sayesindeymiş. Ne zaman ki bu hükümdarlar gittiler, Endülüslülerin gerçek yüzleri ortaya çıktı.” (Maalouf, 1993)
Ayrıca dönemin Orta Doğu’sundaki kadına bakış açısı da önümüze konuluyor, çok eşlilik, köle kadınlar, kadının doğurganlığı, kadının toplum içerisindeki pasif rolü bizlere sunuluyor. Özellikle özgür ve köle kadınlara uygulanan toplumsal kod değişkenlik göstermekte ve bu durum her statüdeki kadınlar açısından günlük hayatta pek çok probleme yol açmaktadır. Nitekim, kitapta;
“Biz Granada kadınları için özgürlük, sinsi bir köleliktir, kölelikse incelikli bir özgürlük.” (Maalouf, 1993) cümlesiyle bu durum ustalıkla tasvir edilmiştir.
Daha ilk sayfalardan Hasan’ın annesi Selma ile Hasan’ın babasının aldığı köle kadın Verda’nın birbirleriyle girdikleri doğurganlık yarışı ve hamilelikleri sırasında Hasan’ın babası Muhammed’in eşlerini alıp onları karnı burnunda şehrin sokaklarında gezdirip kendi üretkenliğiyle böbürlenmesi, kadının asıl vasfının doğurganlık hatta erkek çocuk doğurganlığı olduğunu açıkça gösteriyor.
Kadınların da bu ataerkil düzeni benimsemiş ve uyum göstermiş olması da şaşırtıyor. Verda kız çocuğuna doğum yaptıktan sonra Selma’nın erkek çocuk doğuracağı yönündeki umuduyla Muhammed’e “Seni düş kırıklığına uğratmayacağım.” diyerek bu sistemi benimsemiş olduklarını gösteriyor.
Son olarak kitapla ilgili olumsuz eleştirimi de eklemek isterim. Kitabı okurken duygu yoğunluklarının ve olay akışının hızlı geçişine şahit olmamız beni biraz rahatsız etse de aradaki boşlukları kendi kafamda tamamlamaya çalıştım. Hasan’ın ailesinde yaşadığı kopukluklar, gördüğü savaşlar, yaşadığı sürgünler çok duygu yüklü olaylar olmasına rağmen bunun okuyucuya yeterince sunulmadığını düşünüyorum. İçerik olarak çok daha zengin, Hasan’ın hayatındaki değişimleri daha ayrıntılı bir şekilde sunan bir kitap olabilirdi.
Teşekkür: Kasım ayında gerçekleşen tarihi roman temamız özelinde söyleşimize katılan tüm katılımcılarımıza teşekkür ederiz.
Kaynakça:
Maalouf, Amin. Afrikalı Leo. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1993.