Stairway to Heaven – Led Zeppelin
Hayat bir şeyleri beklemek için çok kısa.
Her an her şey olabilirse ben de her an her şeyi yapabilirim!
İhtimalleri düşünmek güzel olandır. İhtimalleri zihin sahnesine koyup seyretmenin verdiği zevki, yaşamdaki “haz” karşılamıyor. Hayatta birçok şeyin her insana uğramayacağına eminim, uğrasa da kucak açmayacağına eminim. Onları defetme tercihinin sebebi, umuyorum ki, böylesine geçip gitmelerine izin vermeyecek kadar seviyor olmalarıdır kendilerini. Muhtaç olmadığı hislerin varlığı ile savaşan insanın hâline hayran oluyor, karşısında kendime bunları yaşatmayacağıma dair telkinler ederken buluyorum kendimi. Her şeyin kafamın içinde olmasına, gelişmesine, yaşanmasına ve bitmesine alışkanlığım arttıkça deliliğe yaklaşıyorum. Yaşamama gerek yok! İstersem atlıyorum uçurumdan ve istersem tırmanabiliyorum yukarıya doğru işte.
Dışarıdaydım, yine içeri dalmak istiyorum…
Aşkın gerçekliğine inanmayı dileyen yanıma hayranım. Duyguların varlığını kelimeler ile kanıtlama çabasını seviyorum. Müzik ile bu duyguların varlığına inandırılmayı tercih ediyorum. Yüceltilecekse eğer bu duygu ve his denilen şeyler, almasın herkes ağzına! Hisleri yaşamaktansa onları yansıtabilecek yolların doyurucu bir şekilde kullanılmasını yeğliyorum. Bu yolları bana haz verecek kadar iyi kullanabilenlere âşığım. Kendini ifade etme yollarından birini büyük bir ustalıkla kullanabilenlere aşığım ben. İnsanlara nefret, insanı insan yapanları ifade etme gayreti içerisine giren herkese ise sonsuz saygı besliyorum. Sabahattin Ali’ye aşığım mesela, Tezer Özlü ise en yakın arkadaşım.
Kaybedilmiş her bir hissin bir resmin içerisinde, notaların birlikte oluşturduğu ahenkte, kadrajın yakaladığı anda kazanılmış olmasını yaşamdan üstün tutuyorum.
Anların bir cümlenin içine iliştirilebiliyor oluşu, notaların dilinde yaşanıyor oluşu beni derinden sarsıyor başka hiçbir insanın yapamadığı kadar.
Geçmişe gidebilmek de var, içinde geleceği deneyimleyebilmek de; sadece bir tutam cesaret, bir tutam acı biber kadar etki edecek hayatında. Duyguları yüceltebileceğimiz bir dünyanın kapısını aralıyor bize sanat. Neyin yüceliğine inanmak istiyorsak onu yüce ediyor.
Aşka inanmıyorum, aşkı anlatabilmeye inanıyorum. Aşkın varlığını kabul etmem onu zihnimde ne kadar büyütebildiğim ile alakalı ama ben onu, eğer bunu tercih edersem, var edebilirim, benim beslediğim kadarıyla oradadır.
Beni takip et, biliyorsun Ay bende ama Güneş sende ve ben Ay olarak senin yokluğunda, sanatın imgelerine yüz çeviren bir insan ediyorum.
Hisler gelip geçicidir. Hisler birer rüzgârdır. Kimisinde meltem, kimisinde poyraz eser. Hiçbiri kalmaz. Hisleri kelimeler yaşatır. Hisler hissedildiği an ölüdür. Hissedilen şey bitmiş olan şeydir. Hisleri görüntüler pekiştirir. Ressamlar çizer ve fotoğrafçılar çeker. Kadrajın yakaladığıdır his. Orada kalmıştır. Mermeri hamur gibi şekillendirince hisse dokunabilirsin.
Hissedebileceğim tek şey sanat. Sanat benim gölgem gibi…
“Hep geçmiş var anında, cümlelerin de geçmişin kini ile dolu. Nedir bu denli rahatsız edebilen seni?”
“Olamamak bir portakal ağacı gibi, geçip gidememek bu dünyadan onun sakinliğine bürünüp…”
“Hep bir nefret dilinde ruhunun bu denli sarsılması, haz alıyor oluşundan mıdır bedeninin?”
“Beden nedir ki? Ruh alıyorsa bütün hazzı, zihinde yaşanana dair bir bilgisi yokken onun.”
“Delilik bu!”
“Delirircesine hissedemiyor, düşünemiyorsa ruh ne de zihin, bedenin uygunsuz; bırak aksın zifirî aydınlığı aslına gülümsesin yüceliğinin hissin”
“Bak! Ben hissediyorken güneşin doğuşunu rahmimde, senin hissedemediğin nedir yüreğinde?”
“Delilik bu!”
“Delir o zaman, delirelim!”
“Ancak toplum tarafından delirtilenleri yatırırlar yatağa…”
“Hayallerin yaşandığı asli yer olabilir mi dehanın eseri?”
“Öyleyse ben hep farklı bir yerde yaşıyorum.”
“Ama yok, sen bir cani gibi deşeceksin kalbini, hiç mi kızarmıyor yüzün bu cüretkârlığınla, hiç mi ağrımıyor bu başın düşüncelerinden, öyleyse sanrıyan ruhun ise haz ile ne yapmalı bedenin söylesene”
“At, bir önemi yok, uğruna vereceğin savaş bedenim içinse şayet”
“Olamaz şimdi hislerim yıllarca bu bedende yaşarken; ben, ben çürüyecek miyim? Kimseye, kimseciklere bir faydam dokunmadan hem de!”
“Sen çaldın ya o tınıyı kulaklara, bahşettin ya o güzelim tabloyu ve sahnelendirdin ya en ihtişamlı oyunu insanlığa; yine sen çektin ya o acıyı, yaşarcasına çektiğin sadece bir karesiyken o anın.”
“Toplan, anlaşılacak acımız sessizliği seçenlere inat, çağıran ‘acı’mız.”
Kadıköy sahaflar festivalinden aldığım bir fotoğraf beni buralara kadar getirdi işte. Pınar olarak görünen beni değil de ruhumu etkiledi bu fotoğraf. Satın aldığım bu fotoğraf beni cennete götürdü. Ne demiştim? “Aynalardan kaçarken sen, sadece tayfından kaçarsın, senden kalan geriye görünenin olmayacak.” Fotoğrafa bakıp ağacın altında soluklandığımı hissettiğime inanmayacaklarınız vardır ama hissettim. Sıcak güneşi üzerimde hissettim. Mis gibi kokuyordur diyerek kokusunu içime çektiğimi… Ben de bazen inanamıyorum. Delilik bu! Fotoğrafı elime aldığımda duyduğum haz ise çılgınlık! Uzun bir süre, bu ağaç neredeydi? Kimin belki de kimlerin ağacıydı? Kaç kere toplanmıştı o portakallar? Belki birkaç çocuk eve dönünce yemişti. Kaç kere reçeli yapılmıştı o portakalların? O güzel el yazısıyla “Bir portakal ağacı” diye yazan kimdi? Zamanın bütün sınırlarını aşıyordu işte bu fotoğraf!
Sizleri bu yazı ve bu fotoğraf ekseninde geçmiş, an ve müzik odaklı Instagram adresim üzerinden gerçekleştireceğim dijital sergiye davet ediyorum. Sergi bitiminde ayrıca Spotify üzerinden bir çalma listesi de paylaşacağım.
Sanata, sanatın her dalına, geçmişi geleceğe getiren her şeye armağan ediyorum bu satırları. En yüksek şekilde attırabilen hangi sanatçılarsa kalbimi, hepsi ile eğer varsa öteki dünya orada karşılaşmak dileğiyle. Onlara teşekkür borçluyum.
Yaşayanlarla karşılaşma şansına umarım sahip olurum.
Bu fotoğrafı kim çektiyse ona sonsuz iyilikler ve mutluluklar her neredeyse… İçimde dokunduğu yerleri hayal dahi edemezdi.
Hayalimdeki fotoğrafları çekmemde bana yardımcı olduğun için özel olarak sana çok teşekkür ederim Rüveyda. Bir tanesin.